Kürt koyunlarından Kudüs’e, orada 27 caminin enkazına

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Sayısız halk için, yayla bir kültür ve üretim, yaşama biçimidir. Avrupa köylüleri için, Pirene ve Alpler başta olmak üzere tüm dağlar yaylaktır. Dünya namlısı o “türlü çeşitli“ peynir ve tere yağları, bu dağlarda üretilir. Ama, dağlara süt taşınarak değil.

 

Köylüler, baharda karlar delinip kara görünür görünmez, sığırlarını, koyun ve keçi sürülerini, toparlayıp şenlik havasında, dağ yoluna düşüyorlar.

Kürdistan’ın Serhat bölgesinde de yayla, bir yaşama biçimidir. Baharda, ekin tarlaları ve çayırların korunmaya alınmasıyla, beslenme alanları daralan sürülerin yaylaya çıkış ise “berivan“ların yol boylarında çerezler dağıttığı, karşılıklı armağanları alınıp verildiği, govend kollarının uzadığı bir şenlikti, ahir zamanda. Pınar başlarında, keçi kılından dokunan ve en küçüğü önde üç direkli, sahiplerinin gücüne göre dört, beş, yedi direkli, içi püsküllü, rengarenk yün dokuma perdelerle bölüm bölüm ayrılmış “kon“lar, iki yana kanat açıp sabit durmuş, dev kartallar gibi yere çakılı yükseliyordu.

Yaylada hayat, hayvanlarla iç içe ve kendine hastı. Yazın, ortalık alev sıcaklığınayken, yaylada hava, ten ürperten serinlikte esintilidir. Gecenin serinliğinde uyku, yün yatak içinde doyumsuzdur. “Koz“daki (ağıl) kuzu ve oğlakların uyku halinde “kalin ile nalini“, atların “fııırr“ diye geniz temizlemesi, sığırların “fışırtılı“ uyumaları, gecenin müziğidir dağları sevenler için…

Öte yandan, her kon birer üretimhanedir. Elde edilen yağlar, peynir ve “torak“ın (çökelek) çoğu, yaz ihtiyaçları için, kapıya gelen tüccarlara satılır. Gerisi, şehir pazarlarına aktarılır.

Ama hayat, salt üretimden ibaret değildir, yaylada. Kadınların, kendilerine zaman ayırıp öğleden sonra düzenledikleri “bindar“ buluşmaları, govendi, kılam nağmeleriyle birer şenliktir. Ötede gençlerin at yarışları, “çilape“, “holî“ oyunları, güç yarıştırması olan taş, sırık fırlatmalar...

Ve govend...

Her halkın, ortak keder veya sevincini ifade ettiği bir “vücut“ dili vardır. Amerikan yerlileri dans ederler. Hiç bir yerden göçmen olmayan, kendi ülkelerinde, öz kültürlerini de yaratarak var olan Kürtlerin belirgin vücut dili ise govenddir. Sevinçli ya da kederli hallerinde üçü, beşi bir araya geldi mi, govende başlıyorlar. Govendin ritmini belirleyen kılan, o anki ruh haline göredir. Hüzün ya da kederle uyum halinde ritim oluşur, diz kırılır, adım atılır...

Yayla akşamları bazan govendin sesiyle hüzne, bazan da sevince bürünür...

Ayrıca bir bilgenin sözüyle, Kürtlerin hayatı “Kürt koyun demek“tir. Koyunsuz bir Kürt, hayat damarları kesik bir yoksul, beceriksiz “belengaz“dır.

Önemi nedenle, Kürtlerin hayat akışını, bazan koyunlar belirliyordu. Yayla, bu belirginliğin somut biçimidir. Çünkü, yaylaya göç koyunların beslenip semirmesi içindir.

Gelgelelim, Kürtler açısından Türk devleti, bütün hayatın engeliydi. Görgüsüz, zalim bir terör çetesiydi. Bu devlet daha gün ışığına çıkarken, Kürtleri “beka“ları için düşman gördüler. Yüz yıldır, düşmanını sindirip yok etmek, Recep Erdoğan’ın lisanıyla “sonunu getirmek için“ kırıyorlar.

Kürtlerin suyu düşmandır. Rojava’nın suyunu kesiyorlar. Kürt’e iş, parasıyla aş, ekmek vermiyorlar. Köyleri, şehirlerini yakıp yıkıyor, işgaldeki Rojava’da Kürtleri sürüp topraklarına Çinlileri (Uygur), Afganlı, Pakistanlı, Çeçenleri dolduruyorlar.

Kürt’ün koyunu da düşmandır. “Koyunlara ölüm“ diyen bir ilk, Mele Elî’nin tanımıyla Hecüc-Mecüc‘dür bunlar. Açlıktan kırılsın diye, Serhat bölgesinde koyun sürülerine yaylayı yasaklıyorlar. Bu yıl, bir kere daha yasakladılar. Maksat, koyunsuz Kürt açlıktan teslim olsun...

Geçelim, herkes kendine yakışanıyla insandır. Ve bunlar, kendilerine yakışanıyla, Kürt’ün evine, köyüne, kenti, camiine de düşmandır.

İnsan evladının hiç bir sosyal ve tarihi değerini tanımayan, değer yargılarına saygıyı bilmeyen bunlar, İsrail polisi Kudüs’teki camiye girdi diye İsrail’in sırtına binerek, bize “insanlık satmaya“ kalkışıyorlar. İsrail’i dini inanca, inanç kutsallarına saldırmakla suçluyorlar.

Oysa, 2016 yılı kışında sadece Şırnak’ta, Recep’in de “Allah’ın evi“ diye kutsadığı 27 tane camiyi yerle bir edip enkazını, Dicle nehrine savurdular. Cizre’de, Sur ve saldırıya uğrayan öteki Kürt şehirlerinde cami bırakmayan Recep, İsrail’in sırtına binerek, Müslümana Müslümanlık satıyordu.  Aynı Recep beş yıl önce Türk ırkçısı, din memurları ardında namaz kılmak isteyen, ama sokakta kâmet tutan Kürtleri coplayıp üstlerine köpek salarak dağıtıyordu. Daha geçen hafta Antep’te karşıtı Müslümanlara camide gaz sıkıyordu. Ama kendi yaptığını unuyor, İsrail’e terörist diyordu. Roma’nın insanlık tarihine mirası olan Ayasofya Kilises’ini camiye çeviren de İsrailmiş gibi...

Ama, hiç sosyal ve tarihi değer tanımayan, insan evladı değer yargılarına saygıyı bilmeyen bunlar, İsrail polisi Kudüs’teki camiye girdi diye bize, “insanlık satmaya“ kalkışıyorlar. İsrail’i dini inanca, inanç kutsallarına saldırmakla...

Selahattin Demirtaş gibi Filistinli liderleri, seçilmiş milletvekillerini, belediye başkanlarını hapse doldurmuş gibi, İsraile terör devleti diyordu, Recep Erdoğan. Sokağa çıkıp da insani haklarından söz eden herkese gazlar, öldürücü mermi, coplarla saldırmışçasına zalim, ahlaksız, terör devleti diyordu.

Elleri kan içinde olan ve “Kürt soyunu kurutma“ yemini ederken, kan görmüş kurt gibi gözleri ışıldayan bir katil, bizlere insani dersler vermeye kalkışıyor. En çok buna yanarım ben...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.