‘Kürt Şarkıları’na meşakkatli yolculuk

  • Dedem ve dayımlarla başlayan müzik yolculuğu, İçtoroslar’ın çeşitli köylerinden gelen halk ozanları, dervişler ve şîn (ağıt) kilamları yakıcılarıyla devam ediyordu. Kasımoğlu Memedali ile ‘Mayrik’ üstüne yakılan şîn kilamları, bugün gibi aklımda... Bu tür ağıtları genellikle ağıt yakıcı kadınlar, anadilleri Kürtçe ile doğaçlama icra ediyordu. 

MEHMET BAYRAK

Alevi-Kürt bir aileden geliyorum ve böyle bir ortamda büyüdüm. Büyük güzellikler görmüş ve yine büyük çileler çekmiş Nazım’ın, “güzelim dünya elveda ve merhaba kâinat” söylemindeki gibi, her aşamasında müzik ve manzum- anlatıyla iç içe geçmiş bir yaşamım oldu. Yani aklım erdikten itibaren büyük bölümü Hüseynî makamlarla icra edilen bağlama, cura ve kemanın eşlik ettiği müzik ve söz dünyasının içindeydim.

Dedem ve dayımlarla başlayan bu müzik yolculuğu, İçtoroslar’ın çeşitli köylerinden gelen halk ozanları, dervişler ve şîn (ağıt) kilamları yakıcılarıyla devam ediyordu. Resmen yasaklı olmasına rağmen Kürtçe âyet ve beytlerin ötesinde; Fuzûlî, Nesimî, Şah Hatayî, Pir Sultan, Dertli ve Emrah gibi önemli Alevi şairlerin yanı sıra özellikle yöredeki Hakikatçı şairlerin, âşıkların eserlerine geniş yer veriliyordu. 1915’te Harput’ta idam edilen Argalı (Akçadağ) Kasımoğlu Memedali ile Pazarcık yöresinde genç yaşta hastalıktan ölen Mayrik üstüne yakılan şîn kilamları bugün gibi aklımda. Bu tür ağıtları genellikle ağıt yakıcı kadınlar, anadilleri Kürtçe ile doğaçlama icra ediyordu. Zaten, hayatın doğal akışı bunu gerektiriyordu.

Üniversiteye başlarken Türkoloji bölümünü seçmemde, tüm bunların etkili olduğunu sanıyorum. Ancak, yaşadığım gerçekle, bize aktarılanlar çoğu zaman çelişiyordu. Söz gelimi, yöremizde Kasımoğlu Memedali ağıtlaması-türküsü Kurmancî olarak icra edilirken, Rusya kaçkını Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun ‘Doğu ve Güneydoğu Ağızlarından Derlemeler’inde bu ağıt, içeriği de saptırılarak Türkçe olarak veriliyordu. Ermenilere destek olduğu gerekçesiyle İttihad-Terakki yönetimince Akçadağ-Kürecik’ten hileyle Elazığ-Harput’a götürülüp idam edilen ağıtlama-türkünün kahramanı Kasımoğlu Memedali, “Seni vuran Kürt müydü?” sözleriyle anlatılıyordu!.. Yine, üniversiteyi bitirdiğim yıllarda, yöremizde Kürtçe söylenen ve unutamadığım “Mayrik” türküsünün, yöre ozanlarından Aşık Nurşanî tarafından Kürtçe nakaratlı Türkçeyle icra edildiğine tanık olmuştum. Oysa sonraki çalışmalarımda, bunların 10’u aşkın Kürtçe versiyonuna ulaşacak ve çalışmalarımda yer verecektim.

TRT’de görev yaptığım yıllardaki araştırmalarımda, Kürtçe olarak bildiğimiz birçok manzum eserin Türkçe’ye çevrilerek icra edildiğine tanıklık etmiştim. 1980’li yıllarda Askeri Cunta’nın bırakın Kürtçe söylemeyi, Kürt halaylarının yayınını bile yasakladığını görmüştüm. Röportaj ustası Fikret Otyam, Kürt toplumu üzerinde yoğunlaşan röportajlarında, bırakın bu eserlere yer vermeyi, yıllarca ‘Kürt’ kavramını kullanamayarak, ‘Türkmen’ demek zorunda kaldığını söylüyordu.

1960 Darbesinden sonra, teyple kaydettiği ve derlediği Kürtçe eserlerin radyolarda yayımlanmasını önerdiğinde de, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in, “Böyle bir şeyi ne sen söylemiş ol, ne de ben duymuş olayım” dediğini aktarıyordu.

‘Eşkıya Türkü ve Ağıtları’ derlemelerim

Türkoloji alanındaki dördüncü çalışmam “Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri” konulu bir inceleme- antoloji çalışmasıydı (1985). Bunun için, Osmanlı’dan bu yana çıkan hemen hemen tüm folklor ve etnografya dergileri ile il ve ilçe yıllıklarını taradığım gibi, TRT’de çeşitli radyolarda çalışan halk edebiyatı prodüktörlerinden yararlanmış ve babamla amcamı da yanıma alarak, başta Sarız yöresi olmak üzere bölgemizde derleme çalışmaları yapmıştım. Bu çalışmalar sırasında Türkçe eşkıya türkü ve ağıtlarının önemli ölçüde literatüre yansıdığını ancak Kürtçe kilam ve stranlarının yansımadığına tanıklık etmiştim. Başta Yaşar Kemal’in romanları olmak üzere, çeşitli anlatı eserlerine konu olmuş eşkıya türkü ve ağıtlarının ise, ancak Türkçe versiyonlarını sağlayabilmiştim.

1979 sonu ile 1980 yılı başlarında bu konuda Demokrat gazetesinde yayımladığım ve Çağdaş Gazeteciler Derneği ödülü alan ‘Halk Şiirinde Toplumsal Olaylar ve Başkaldırılar’ konulu, 30 gün süreli yazı dizisinden dolayı da hakkımda askeri cunta döneminde üç ayrı dava açılmış, bunların ikisinden beraat etmiş ancak Dersim soykırımıyla ilgili Kirmanckî (Zazakî) bir ağıttan dolayı ceza almıştım. Böyle olduğu içindir ki, özellikle yöremiz ‘erdemli-eşkıya’larından İsmail Yıldız üstüne annesinden ve yöremiz ağıt yakıcılarından derlediğim Kurmancî ağıtları, ben de Türkçe’ye çevirerek yayımlamış ve altlarına not düşmek zorunda kalmıştım.

Edebiyat çevrelerinde büyük yankı yapan bu çalışmadan iki yıl sonra 1987’de Almanya’ya geldiğimde, Navdar’ın “Kilam û Stranên Me” (Türkü ve Şarkılarımız) adlı küçük kitapçığıyla karşılaştım. Newroz’a denk gelen bu aşamada, Şivan Perwer ve Mahmut Baksi ile karşılaştığımda, her ikisi de kitapta yer alan Kürt motifleri dolayısıyla ‘Eşkıya Türküleri’ çalışmama övgüler dizmişlerdi. Kitapta yer verdiğim açıklama da gözlerinden kaçmamıştı.

Şivan’ı ilk kez 1974/75’te Ankara’da düzenlenen bir gecede görmüştüm ancak gıyaben tanıdığım Baksi ile de ilk kez karşılaşıyordum. Bu arada Şivan, benden bir yöre kilamı istemiş, ben de kendisine “Kanî Kanî” adlı anonim kilamı vermiştim.

‘Kürt Şarkıları’ maceram

Resmi ideolojinin, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt müziğine uyguladığı yasak ve ipotek politikaları yüzünden, Suriye ve Irak gibi manda yönetimlerinde bile birçok Kürtçe şarkı kitabı yayımlandığı halde, Türkiye’de hiçbir kitap bulunmuyordu. Bu durum ise içimde bir ukde olarak kalmıştı. Özellikle Avrupa’da, yine 1987 ve 1997 yıllarında iki kez gittiğim Avustralya’da bu konuda önemli bir basılı külliyat olduğunu görmüştüm. Bunların bir bölümü Avrupa’da yayımlanmış olsa da önemli bir bölümü Sovyetler’de, daha doğrusu Ermenistan’da yayımlanmıştı. Bu da önüme yeni bir handikap olarak çıkıyordu. Çünkü bunların bir bölümü Latin alfabesinde, bir bölümü Arap alfabesinde, önemli bir bölümü de Kiril alfabesinde idi. Dahası, yayımlanmış olanları tekrarlamak yerine bilinen nedenlerle o güne kadar gün yüzüne çıkmamış ürünleri bilince çıkarmak gerekiyordu.
Ben de bu yolu tercih ederek, zor ve meşakkatli de olsa üstte andığım sınırlı kitap ve perakende derlemelerden giderek, sınırlı bir yolağı yola çevirmeliydim. Bunun için de, önce konuya ilişkin literatürü taramak ve özellikle özel çekim kasetlerden yararlanmak gerekiyordu.

1988-89 yıllarında çıkardığımız Özgür Gelecek Dergisi’nde konuyla ilgili kimi yazılar yayımlamış ve bunların çoğu hakkında davalar açılmıştı. Bu yazılardan biri de, ‘Tarihsel Gelişimi İçinde Kürt Kültürü ve Asimilasyon Politikaları’ konulu yazımdı. ‘Taki Sinemilli” takma adıyla yazdığım bu yazı da dava konusu olmuştu. Bunun dışında, başta konuyla ilgili Prof.Dr. Heciyê Cindî ve kızı Dr. Nurê Cewari olmak üzere Ermenistanlı kimi Kürt folkloru araştırmacılarına ve Şivan Perwer, Aramê Tigran ve Nizamettin Ariç gibi sanatçılarla konuşmalara yer verilmişti. İki kez tutuklanmam ve derginin yasaklanması üzerine Kürdoloji alanında kitap yayınına başlamıştım. 

Bu aşamada 1991’de çıkardığım Türkiye’de alanının ilk çalışması olan “Kilam û Stranên Kurdî” inceleme-antolojisi derhal toplatılmış ve hakkımda yeniden dava açılmıştı. Büyük boy 300 sayfalık bu kitabın antoloji bölümündeki tüm kilam ve stranlar, emniyetteki bir Kürtçe mütercim yoluyla Türkçe’ye çevirtilmiş, tamamına yakını aşk ve sevda temasını işleyen bu eserlerde suç unsuru bulunamayınca, üstteki sanatçı röportajlarından cımbızlama yoluyla suç unsuru yaratılmaya çalışılmıştı. Üç yıl süren yargılamadan sonra, 1993’de Ankara DGM’de bundan ve başkaca beş eserden beraat etmiş ancak 1994’te ateşkesin bozulması üzerine, tümü Yargıtay’ca bozularak mahkumiyetle sonuçlanmıştı. Böylece ilk cezamı ‘Kürt Şarkıları’ndan alıyordum.

Almanya-Brüksel hattında şarkı ve nota akışı

1990-’91’de editör sıfatıyla Kürdoloji alanında kitap yayınına geçince, doktora tezini Rusça’dan çevirterek yayımladığım Prof. Dr. Celilê Celîl ve Prof. Farizov’un ‘Rusça-Kürtçe’ sözlüğünü ‘Türkçe-Kürtçe’ olarak yayına hazırlarken Tîmurê Xelîl’le doğrudan tanıştığım gibi, Dr. Nurê Cewarî’nin eşi Dr. Tosinê Reşid’den de kimi kitaplarının yayını için mektup almıştım. Ancak, 1994 sonlarında ülke dışına çıkmak zorunda kaldığım için ne ona ne de saygın Kürt araştırmacı Mehmed Emin Bozarslan’a olumlu cevap verebilmiştim.
Neyse ki Avrupa’ya çıktıktan sonra tümüyle görüşme ve dertleşme olanağımız oldu. Dahası, Dr. Nurê ve eşi Tosin, Almanya’ya geldiğim ilk yıllarda evime gelmiş ve kendilerini ağırlama imkânı bulmuştum. Bu aşamada henüz Ermenistan’da yaşıyorlardı. Ancak 1997’de Avustralya’ya ikinci kez gittiğimde, onların da oraya yerleştiklerini öğrenmiş ve birçok kez kendileriyle görüşmüştüm.

Bu görüşmemizde, benim ‘Kürt Müziği, Dansları ve Şarkıları’ konusunda daha kapsamlı bir çalışma içerisine girdiğimi öğrenince, Nurê, kendisinin Ermenistan Kürtlerinden derlediği 130 dolayında kilam ve stranı notalı olarak bana verme duyarlılığını ve inceliğini göstermişti. Bu arada Erivan’da ‘Kürt Manzum Destanları’ konusunda yüksek lisans tezi yapan kızları Zozan’ın da Brüksel’de yaşadığını ve bana yardımcı olabileceğini müjdelemişlerdi.

Avrupa’ya tekrar döndükten sonra Zozan Ozmanian’la görüşmeye başlamış ve aramızda bir ‘metin ve kaset’ sirkülasyonu başlamıştı. Özellikle İçtoroslar bölgesinden derlenmiş özel çekim kasetleri toplamaya ve deşifre etmeye koyulmuştuk. Kaset deşifrasyonunda, Kürtçe yazımı Almanya’da öğrenen hemşehrim Ali Alxasi’den ve kimi sanatçı arkadaşlardan bir hayli yararlanmıştım. Yaptığımız çözümleri kasetlerle birleştirip, kimi zaman kendim, çoğu zaman da posta yoluyla Zozan’a yolluyordum.
Doğrusu Zozan, annesinin söylediği gibi son derece usta bir notistti. Bir defasında Vazgal Bazidî’nin çözümünü yaptığı Aram’ın 30 dolayında şarkısını bir haftada notalandırıp gönderdiği gibi, yöremizin uzun havalarını da ustalıkla notaya alıyordu. Ama o da ne? Bir de baktım ki, Zozan önceki notaların tümünü elle dizmiş ve göndermişti. Kendisine nedenini sorduğumda, bilgisayarı olmadığı gibi kendisinde nota programı da bulunmadığını söyleyince, kendisine hemen bilgisayar ve nota programı sağlamış ama son derece hüzünlenmiştim. Bundan sonra işler rayına girmiş ve annesininkiler dahil tüm şarkıların notaları bilgisayar çıkışlı olarak gelmeye başlamıştı.

Türkülerimizden/şarkılarımızdan korkuyorlar

“Türkülerimizden korkuyorlar, Türküler yalan söylemez” dememiş miydi, görmüş geçirmiş şair Nazım Hikmet? Bu gerçekliği kendi payıma yaşayarak gördüm. Bir Kürtçe ağıttan dolayı 1981’de İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nden ceza; Kürt müziği ve şarkılarından dolayı bir yazıdan –sonradan ertelenen- bir ceza, Türkiye’de yayımlanan ilk ‘Kürt Halk Şarkıları’ kitabından 1994’te ceza ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden Türkiye’ye mahkumiyet; 2002 yılında yayımlanan “Kürt Müziği, Dansları ve Şarkıları” konulu 3 cilt ve 1842 sayfalık inceleme-antoloji çalışmasından dolayı yeniden ceza...

Önceki kitaplardan dolayı devlet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum oluyor ve tazminat talebiyle anlaşmaya gidiyor. Bu tazminatla yeniden aynı türden bir kültürel müzik-şarkı kitabı çıkarıyorsunuz ama yeniden dava açılıyor. Soruyorsunuz, davayı açan DGM savcısına, neden yeniden böyle bir kitaba dava açıldığını; gerçekte verebileceği bir cevap yok. Diyor ki; “Mehmet Bey, devlet ‘Kürt müziği yok, şarkıları yok’ derken, siz 1842 sayfalık ve 3 ciltlik böyle bir kitapla ortaya çıkarsanız tabii ki dava açarız!..”
Türkiye’de uzun bir yasaktan sonra ‘Kürt Halk Türküleri’ kitabından mahkum olan devletin savcısı, bunları söyleyince “Türkiye adına üzülüyor ve utanıyorum” demekten başka söz bulamıyorsunuz. Neyse ki davalara katılmak için birkaç kez Almanya-Türkiye arasında mekik dokuduktan sonra, istek üzerine duruşmadan vareste tutuluyoruz ve Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. Maddesinde yapılan değişiklikle dava düşüyor.

İlk kitap üzerine 1994’te benimle yapılan bir söyleşide; “Bir halkın türkülerini cezalandırmak, kendisini cezalandırmaktır” diyordum. Üç ciltlik son çalışma üzerine benimle bir konuşma yapan Nuray Sancar’a şunları söylemişim: “Genellikle sözlü gelenekle yaşatılan bu ürünler, Kürt halkı için adeta bir yaşama biçimine dönüşmüş. Kürt insanı, şarkıyla düşünüp söyleşmeyi; duygu ve düşüncelerini müzik ve dansla dışa vurmayı adeta bir gelenek haline getirmiş.” (N. Sancar: Yasak Şarkılar; Evrensel Kültür, Sayı:134/ 2003).
Söylenecek çok şey var ancak biz sözü kısa kesip, alanının en kapsamlı çalışmasına önemli katkı sunan sevgili Zozan’ın mektubuna kısaca yer vermek istiyoruz: “Rojbaş kek Mehmet Bayrak. Min kitêbên we stend. Gelek baş û xweşik hatine çêkirinê. Pîroz be! Ez jî we spas dikim ji bo her tiştî. Eger dîsa alîkariya min lazimî we be, ez hazir im. Bi silavên germ...”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.