Kürtler, Ermeniler ve Taner Akçam diye biri

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kürtler, 1920’den beri, Türkler için “ayak altı“ insanlarıdır. Ve vahşetin gücü onlardaydı. Diri diri insan yakıyor, toplu kırımda Hitler’e esin kaynağı oluyorlardı.

 

Ama sonra, kendilerini yüceltmek için, her türlü aşağılama silahıyla saldırıyorlardı Kürtlere. Kültürlerinde bir yemek çeşidi de bulunmayanlar için Kürtler “vahşi“ydi. Kadın, çocuk hırsızları ve çaldıkları çocuklardan ordu kuranlar için, Kürtler “eşkıya“ idi.

Yer yüzünün sayısız medeniyetinde, “başlık“ geleneği vardı. Hatta bazı kültürlerde ve mesala Yahudilerde kız tarafı, erkek ailesine başlık (drahoma) veriyordu. Ama görgüsüzlük ve cehaletin zirvesinde kanatlanıp başlığı, “kız satılıyor“ diye Kürtlerin başına kakıyorlardı.

Horlayıp aşağılama “enstrümanı“ (olgu) olarak, bir tek “gelinin ilk gece“ efsanesi eksik kalmıştı. O karayı da, Ermeni meselesi üstünde iş tutup kariyer malzemesi olarak kullanan Taner Akçam tamamlıyordu. Kürtlere olan kini sarmalında, Ermenileri de onursuzluğa ortak ederek kara buhtanı yapıştırmak istiyor ve Hasan Bildirici’nin tesbitiyle, Kürtleri, Ermenileri bir arada “namussuz“ ilan ediyordu.

Akçam, İnternet gazetesi “Duvar“a verdiği röportajda, Kürt ağalarının, soykırım öncesinde bazı yerlerde, Ermenilerden vergi aldıklarını, evlenen kızların da “ilk gece hakkını“ kullandıklarını ve tahtta bu yüzden Hınçak ile Taşnak örgütlerinini mücadeleye itildiğini söylemiş, tarihsel gelişine kara çalmıştı.

Bunun üzerine, Kürt aydın çevreleri Akçam’ı yalancılık ve iftiracılıkla suçlayan salvoya başlamış, en çarpıcısı tepki ise Hasan Bildirici’den gelmiş, “Taner Akçam Ermenileri ve Kürtleri ‘namussuz‘ ilan etti“ başlıklı bir yazı yazmıştı.

Ancak Kürtlerin tepkisine tepki verenler de vardı. Akçam’ın eski çalışma arkadaşlarından Ragıp Zarakolu bunlardan biriydi. Zarakolu, sanki Kürt aydın çevreleri durup dururken ayağa kalkmış gibi, Artı Gerçek’te yayımlanan “Taner Akçam’a saldırının anlamı“ başlıklı yazısında, “...Taner Akçam’ın kimi sol ve Kürt milliyetçisi çevreler tarafından hedef alınmasını anlamak mümkün değil“ diyordu. Ardından olaya “iyi sıhhatte olsunların esrarengiz“ gömleğini giydirip tepkinin “zaman bakımından manidardır“ olduğunu söylüyordu.

Türklerin Suriye’de ve Ankara’da esir pazarı kurdukları sırada, iftira atmanın sefaletinden söz edilmiyordu, ama...

Ha, Taner Akçam‘ın kim olduğuna gelince:

Kendisi, Ermenistan-Gürcistan sınırından kopup gelen bir göçmen ailesinin ikinci jenerasyonundan, 1970’lerin öğretmenler sendikası “TÖS“ün genel başkan yardımcısı Dursun Akçam’ın oğludur. 1970’lerin gençlik hareketi, Dev-Yol’un öncü kadrolarındandı. Yanılmıyorsam bir ara adı, bir soyguna da karıştığı için, tutuklanıp Ankara Ulucanlar cezaevineyken, “kaçmayı başaran“ nadir hükümlülerden başlıcasıdır. Kaçıştan sonra, Almanya’ya yerleşti. Dev-Yol adına çalıştı. Bu arada Kürtlerle çatışarak, bir kan davasını başlattı. Bu arada Kürt karşıtlığı kemikleşti.

Dev-Yol’dan ayrıldıktan sonra da “kini baki“ kaldı. Bu arada, Ermenilere yanaştı. Kafkaslı kökenlerini köprü olarak kulandı mı bilmiyorum, ama sıkı bir dostluk kurdu. 1990’larda Tuncelili bir işadamına kurdurulan Kürt karşıtı “Barış Partisi“nde danışmanlık yaptı. Ermenilerin sağladığı belge ve bilgilerle “İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu“ başlıklı bir kitap yazdı. Yine bu sayede Akademik dünyaya girdi. Amerika’da iş ve imkanlar buldu.

Ama, Kürt karşıtlığı onu hiç terketmedi. Kürtlerle Ermenilerin dayanışmaya ihtiyaç duydukları sırada, o hep punduna getirip soykırım suçunun Kürdistan bölümünü Kürtlerin omzuna yükleyen yazılar yazdı.

Sonra, vara vara en son, hayal gücünden atış yaparak, “ilk gece hakkı“ durağına vardı.

Sanıyorum, “hayalhaneden bu atışı“, Amerikan sinemasının yıldızlarından Mel Gibson’un 1995’de yönetip baş rolünü oynadığı “Cesur Yürek“ isimli filmden esinlendi.

Film, 1280 yılında İngilizlere karşı bağımsızlık için başkaldıran İskoç soylularından William Wallace’in mücadelesini anlatıyor. Çocukken, babası İngilizler tarafından öldürülen ve amcası tarafından büyütülen Wallace, daha sonra köyüne dönüp hayatını kurmaya çalışırken sevdiği kız “ilk gece hakkı“ için, öldürülmesi üzerine İngilizlere başkaldırıyordu.

Gerçekte, “ilk gece hakkı“ bir senaryo kurmacasıydı. Gerçek tarihte, İngiltere ve İskoçya’da böyle bir kara gelenek yoktu. Ama, Taner Akçam gerçek sanıp Kürtlere ve Ermenilere adapte ediyordu.

 Ve daha ilerisi, dünyada elbette tecavüz olayları vardı. Örneğin, Osmanlı’nın hırsızlık seferleri bir yönüyle tecavüzcülük tarihiydi.

Ama, Kürtlerin hayatında ise kadın “namus“, dolayısıyla kutsaldı. Aynı kültür ve yaşama biçimini paylaşarak, onlarla yan yana yaşayan Ermeniler için de, bu böyleydi. Bir kadının onuruna dokunulmasını kabullenmesi, zaten görülmüş değildir. Onur intikamı yerde kalmışsa intihar eder, o. 1920-1939 yılları, tecavüze uğramış Kürt kadınlarının intihar öyküsüdür, bir yanıyla.

Türk aydınları, Kürtleri hiç tanımadılar. Bu konuda zır cahiller. Kürt feodalitesinin Bedirhanilerle bittiğinden habersizdirler. Türkler, yarattıkları “hizmetkar zorbalara“ feodal ağa, bey dediler. Kürtlerde ağalık diye bir deyim yoktu. Osmanlı’nın Afganistan’dan getirdiği deyimdir, bu.

O nedenle, Kürtlerde bir kadına “kötü göz“le bakmak bile, sonu gelmeyen kan davaları dolambacı, savaşlar nedenidir. Kişiliğinde, ailenin “namusu ve onuru“nu da temsil eden kadına dokunmak, onur ve namus karalamaktır. Ölüm pahasına da olsa kimse buna izin vermez. Dersim’de, 1937 yılında ilk olay Türk askerlerinin tecavüz girişimi yüzünden patlak vermişti. Türk tarihçilerinin “Sason isyanı“ dedikleri kırımın sebebi de budur.

Kadınları konusunda bu denli duyarlı olan Kürtlere “ilk gece hakkı“nı yakıştırmak, bu açıdan, cehalet değilse eğer, onursuzca yalan boğma, kuru iftiradır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.