Kürtler Newroz’da 'yenilmedik’ dedi

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kürtler bu dönemi yüreklerine gömdüler, kin ve öfkelerini orada besleyip büyüterek, sabırla uygun zamanı beklediler. Onlar, sabır sürecini ‘yenilgi’ diye algıladılar. ‘Kürtleri bitirdik, teslim aldık’ diye sevindiler.  Hadi, oradan! Tutkuyla özgürlüğe adanmış bir halk, ruhtur.

İşgal ordularıyla ve yalnızca öldürmenin dilini konuşarak, Kürdistan'a girdiler. Bol keseden yalan söyleyip tuzaklar kurarak, entrikalar çevirerek...

Yeryüzü halkları, kendi toplumları, giderek insanlık yararına keşif ve icatlarla uğraşırken, bunlar geriden gelen kuşakların beynine düşmanlıklar mıhlamakla meşguldu. Soyulacak, malı, mülkü talan edilip canı alınacak her halk, düşmandı.

Bugünkü kuşaklar, düşmanlık bataklığında gele gele, ‘Türk’ün bekaası için Kürt canını alma’ durağına vardılar.  

Kürtleri kıra kıra bitirme narasıyla, ilk kez 1930 yılında övündüler. Alman Nazilerine ilham veren bir kan ve kırımın sesi, bu süreçte yaşandı. Ağrı Dağı silueti çizimine bir mezar resmedip gazete manşetlerine taşıdılar. Mezar taşına, şu cümle yazılıydı: “Kürdistan hayali burada gömülüdür…”

Ve kan seven ve ona tapınanlara göre, bu cümle Atatürk döneminin, yani ‘ulusal kurtuluş savaşı’nın destansı bir özetiydi. Sonradan gelen tüm çakma Türkler, bu ‘destana’ yeni bir unsur eklemek için efor harcadırlar. Kürtleri tarih ve dünya coğrafyasından silmeye çalıştılar.

Dünyada benzeri var mı bilmiyorum, ama benim bildiğim kadarıyla yeryüzünde, ‘dünyayı dar ettik’, ‘sığınacak delik bırakmadık’ ve benzeri sözlerle ilk defa bunlar, ‘çok insan öldürmekle’  övündüler.  Döktüğü insan kanıyla övünen başka halk varsa da, ben bilmiyorum.  

Ama insanlığın utancı, bunların övüncüdür. Bu utanç, 1930 yılında, başka şekilde manşetleriyle, doğacak torunlara armağan edildi: “Zilan deresi (Geliye Zilan) lebaleb insan cesetleriyle doldu!..”

Haydi övünün, Türk çocukları! Cesetleşmiş o canlar bebekti. Yeni yürümeye başlayan çocuk, kadın, ihtiyar, kısacası insandı.

Ve, Dersimin nüfusu, 1936 yılında yüz bin kişi dolayındaydı.

Kıra kıra, insan sayısını iki yılda 15 bine indirdiler. Türk parlamentosu, 1938 yılı güzünde kırımı, Türk’ün insanlık zaferi olarak ilan etti.

1990’larda soyguncu gibi, gece yarısı banka şubesini açtırıp dolarları çuvalla evine taşıtan Tansu Çiller'in generali Şaktak Paşa, 1990’larda Kürtleri bitirme adına, köyleri zafer meşalesi niyetine yakıyor, ölüm taburları etrafa ceset saçıyor, kimilerini asit kuyularında eriterek yok ediyordu.

Mafyanın bile yapmadığıydı bu...

Ve gelinen günde, kendi halkını da soyanlar, Kürt şehirlerini kuşatıp çıkış yollarını tutarak füzelediler. Tanka, topa tuttular. Şehirleri, insan başına yıktılar. Çağın, kılık, bıyık değiştirmiş dolandırıcı Sülün Osman’ı, ‘Türk’ün bekaası için, Kürt’ün son ferdine kadar öldürülmesi’ haykırışlarıyla kırıma, sınır ötesi işgale girişerek, mafyaya kazanç alanı açıyor, daha sonra nihai zaferi açıklıyordu: ‘Onları gömdük…’

Çakma Türklerden Süleyman Soylu, Kürtlerini bitişini, en son, şöyle açıklıyordu: “Topu topu 300 tane kaldı. Onlar da, yakında bitecek!…”

Su başlarını tutmuş çetenin kimi üyeleri, en çok Kürt öldürmede birbiriyle yarıştaydı. Sülün Osman’ın prototipi ‘Türk bekaası için’ naralar ata dursun, Çeçen Hulusi, piknik yapanlara uçaklara saldırıyor, ‘terörist öldürdük’ diyerek, ırkçılıkla afyonlanmış beyinleri sevindirik ediyordu.

Ama, sadece öldürmeyi bilenlerin, beyin çapını aşan bir gerçek vardı: Kürtlerin özgürlük tutkusu.

Ve bu tutku, yüz yılların derinliklerinden gelip sabırla çelikleşmişti.

Kürt bu yönüyle, masalımsı sabır taşını andırıyordu. En zor zamanlarda bile sabredip acılara göğüs geriyor ve ortaya çıkmak için uygun zaman kolluyordu. Tuzağa düşürülen Şeyh Said’in yanına akmak için, kimseden çağrı almadılar. Şimdi, şartlar uygun diyerek toplandılar. Birikmiş zulmün acıları, 1990’larda öfke patlamasına dönüştü. Kimse savaşçı arayışına çıkmadı. Anneler, babalar evlatlarını yolcu ettiler. O kadar yoğun bir katılım oldu ki, kimileri kabul görmedi.

Ama kendi halkını da soyan hırsızlar, ulusal davaya katılımın, gönül işi olduğunu nereden bilsinler?

Öte yandan, Kürtler bu dönemi yüreklerine gömdüler, kin ve öfkelerini orada besleyip büyüterek, sabırla uygun zamanı beklediler. Onlar, sabır sürecini ‘yenilgi’ diye algıladılar. ‘Kürtleri bitirdik, teslim aldık’ diye sevindiler.  Hadi, oradan! Tutkuyla özgürlüğe adanmış bir halk, ruhtur. Hırsızlar, katiller, tecavüzcülerin anlayacağı şey değil, ama ruhlar ölümsüzdür. Öldüre öldüre bitirilemez. Hitler Yahudileri, Türkler Ermeni ve Kürtleri bitiremedi...

Ama, bunlar Kürtleri yendiklerini sandılar. Hatta, hatta Kürt oylarını aralarında paylaşma dalaşına girdiler. Utanç duygusundan yoksunlar olarak...

Ve sabırla bekleyen Kürtler Newroz’da kitlesel olarak “al sana“ dediler. Bedenlerinin coşkulu dili, rengarenk giyimleri ve danslarının (govend) ritmiyle, “al bekaan git”, dünyaya da “Düşmanlarımızın önünde diz çökmedik, teslim olmadık. Yenilmedik, buradayız” dediler.

Yer yer yoğun kara, yağmura rağmen, meydanlara akan halkın öfke ve yankılanan özlemleri “azadi” haykırışları ile Newroz, özgürlüğe susamış bir halkın, lirik gösterisiydi. Kürdün geleneksel adabı ile düşmana karşı öfke patlamasıydı. Herkesin yararlanacağı dersler, algılaması gereken mesajlarla doluydu. 

Newroz Pîroz be...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.