Kurumuş vicdanlara seslenmek
Forum Haberleri —

Ortadoğu ve barış
- Demokratik çözüm arayışı, istenilen ciddiyetle ele alınır ve barış diliyle derinleştirilirse, bu çaba yalnızca bir çatışmanın sonunu değil; Ortadoğu’nun kurumuş vicdanına, susuz topraklarına su taşıyan bir barış ışığına dönüşecektir.
ALİ BİLEN
Kürt sorunu, iki yüz yılı aşkın bir sürecin ürünü olarak salt bir "etnik mesele" olmasından öteye, küresel kapitalist sistemin Ortadoğu’da yarattığı krizli durumun merkezinde yer alan anlamsal ve yapısal bir sorundur. Kürt halkının statü talebiyle birlikte tarihsel, toplumsal ve siyasal hakikatlerin örtüldüğü bu sorun, salt ulusal sınırlar içinde değil, dört parçaya ayrılmış bir coğrafyanın her bir parçasında farklı formlarda tezahür etmiştir. Bu tezahürler, kendi başlarına birer "gerçek" olmakla birlikte, zihnimizde oluşturduğumuz kavrayışla birer "hakikat" haline gelirler. Ve bu hakikat, çatışmanın ötesine geçmek isteyen bir bilinç dönüşümüne işaret eder.
Bu noktada, Kürt Halk Önderi’nin ortaya koyduğu demokratik modernite felsefesi, salt bir siyasal proje olmaktan çıkar, aynı zamanda bir epistemolojik devrime, varlığı yeniden düşünmeye davet eden bir hakikat arayışına dönüşür. Kapitalist modernitenin, bireyi tüm doğallığından soyutlayan ve tüm ilişkileri çıkara dayalı birer hesap formülüne dönüştüren zihinsel sistematiği karşısında; demokratik modernite, komünal ırmaklarla beslenen- ki bu ırmaklarda ne bireyin topluma ne de toplumun bireye feda edildiği bir yaşam duruşu olarak- özgür birey ve özgür toplum idealine dayanır.
Tarihsel olarak bakıldığında, bölgesel ve küresel güçlerin Kürt sorununa yaklaşımı "tavşan kaç, tazı tut" mantığıyla örtüşür. Ne tam anlamıyla bir çözüm iradesi ortaya konulmuştur, ne de Kürt halkının iradesi tanınmıştır. Bu ikili oyunun ardında yatan esas neden, Kürt halkının ortaya çıkardığı toplumsal dinamizmin Ortadoğu’yu değişime zorlama potansiyelidir. İşte bu noktada demokratik modernite, çıkar ilişkileriyle kurulan ulus- devlet aklına alternatif bir toplum modelini önererek, hakikatin peşinden giden felsefi bir hattın temsilcisi haline gelir.
Bu öznel idealizmden beslenen bir tahayyül değil, nesnel gerçeklikten doğan felsefi bir duruştur. Kürt Halk Önderi’nin bu paradigması, salt bir ideoloji değil, doğayla, toplumla, bireyle kadınla ve tarihle yeniden kurulan bir anlam inşa sürecidir. Ve bu süreç, tüm baskı ve yadsımalara rağmen, maskeli ve maskesiz tanrıların güç gösterisine karşı hakikatin şafağı gibi yükselir.
Ortadoğu gibi medeniyetlerin beşiği ama aynı zamanda yıkımların ve yeniden doğuşların sahnesi olan, çok katmanlı bir toplumsal ve siyasal dokuda filizlenen bu özgürlük mücadelesi; sadece bir coğrafyanın ya da bir halkın kendi kimliğini, dilini, varlığını tanıma ve tanıtma çabası değildir. Aynı zamanda, yüzyıllardır ezilenlerin, görmezden gelinenlerin ve susturulanların ortak sesi, insanlığın vicdanında yankılanan derin bir çağrıdır.
Bir lokma bir hırka anlayışıyla gösterişten uzak, iğneyle kuyu kazan sabırla ve kararlılıkla sürdürülen bu direniş, yararsız hiyerarşik sistem ile emperyalizmin kalıplarına sıkıştırılmış millet tanımlarına, sınır haritalarına ve kimlik politikalarına karşı bir duruş olduğu kadar, günümüzde tüm dünyayı saran bir anlam krizine de bir cevaptır. Tüketim, tahakküm ve sapma yaşamın gelişimine karşı, köklerde saklı duran kadim değerlerin, müştereklerin ve insan kalma ısrarının yeniden dillendirilmesidir.
Bu mücadele, yalnızca bir halkın kendi tarihsel hakikatine tutunması değil, aynı zamanda modern dünyanın kaybolan anlam haritalarına karşı bir ruhani direniş, bir varoluş felsefesi olarak da okunmalıdır. Çünkü burada yürütülen mücadele, sadece toprağı savunmak değil; zamanı, hafızayı ve insanı savunmaktır.
Şehitlerin anısıyla büyüyen, halkın direnişiyle yoğrulan bu felsefi-politik duruş, bugün, içinde bulunduğumuz tarihsel kesitte bir dönüm noktasındadır. Ortadoğu’nun çok katmanlı toplumsal ve siyasal dokusunda yeşeren bu mücadele, artık yalnızca bir halkın kendi varoluşunu savunması değil; insanlığın, giderek derinleşen bir anlam krizi içindeki sancılarına karşı yükseltilmiş bir cevaptır.
Eğer Kürt sorununun çözümüne yönelik bugün yürütülen son demokratik çözüm arayışı, istenilen ciddiyetle ele alınır ve barış diliyle derinleştirilirse, bu çaba yalnızca bir çatışmanın sonunu değil; Ortadoğu’nun kurumuş vicdanına, susuz topraklarına su taşıyan bir barış ışığına dönüşecektir. Bu ışık, yalnızca Kürt halkına değil, bölgenin tüm halklarına, yeni bir yaşamın, onurlu bir birlikte varoluşun müjdecisi olacaktır.
Bu bağlamda, Kürt Halk Önderi’nin ortaya koyduğu demokratik modernite felsefesi; merkeziyetçi ulus-devlet modeline karşı yerel demokrasiyi, ekolojik dengeleri ve kadın özgürlüğünü esas alan bir yaşam paradigması olarak öne çıkmaktadır. Bu felsefe anlaşılır ve içselleştirilirse, Kürt sorununun çözümü sadece siyasal bir reform değil, aynı zamanda Ortadoğu’da yeni bir toplumsal sözleşmenin, yeni bir insanlık halinin mümkün kılınması olacaktır.
Yoğun emek, derin sabır ve sarsılmaz bir inançla yürütülen özgürlük mücadelesi; modernitenin krizlerine, iktidar ilişkilerine, doğanın talanına ve ataerkil şiddete karşı yaşamı esas alan bir direnişi ifade eder. Bu mücadele, sadece fiziksel varoluşun değil; zamanın, toplumsal hafızanın ve insan onurunun savunusudur. Burada özgürlük, yalnızca bireysel bir hak olarak değil, tüm canlı yaşamının birlikte var olabilmesinin temel koşulu olarak ele alınır.
Devrimci değerler uğruna sürdürülen bu direniş, insanlığı kendi varoluşuyla yeniden yüzleştirmiş, yok oluş tehlikesi karşısında umut ve direngenliği örgütlemiştir. Bu süreç, özgürlüğü soyut bir ideal olmaktan çıkarıp toplumsal ilişkilerde, gündelik yaşamda, ortaklaşa üretim ve dayanışmada somutlaştırmıştır. Özgürlükçü ve ahlaki-politik bir toplumun inşası, ancak bu türden bir mücadeleyle mümkün kılınabilir.
Bu hakikat ve özgürlük arayışı, kendi toplumsal temsiliyetini kurduğu ölçüde yaşamsal bir anlam kazanır. Bu nedenle, kapitalist modernitenin krizlerine karşı gerçek bir alternatif olan demokratik moderniteye yönelmek, sadece bir tercih değil, varoluşsal bir zorunluluktur. Demokratik modernite; merkeziyetçiliğin karşısında yerel iradeyi, tahakkümün karşısında özgürlüğü, tekçi anlayışın karşısında çoğulculuğu temel alarak yeni bir yaşamın mümkün olduğunu göstermektedir.