Leibniz gözlüğü

Arif ALTAN yazdı —

  • Alınganlığa yer yok. Şölen havarileri haklı, tüm meselemiz bir Leibniz gözlüğü edinememek. Yoksa hayat pek renkli, sofra zengin, eğlence kıvamında, neşemiz de olağan seyrinde.
  • Kayapınar ile Bağlar’ın duygu birliğine inanamayan münafık geri durmalı. Nereden baktığımız hep çok önemli. Sur dibindeki çöplüğü eşeleyenleri, villaların teraslarından izlemeli. Yüksekten bakan yüksek çözünürlükte görür.

Daha aşağısı küçük düşürücü, ideolojik doğrultunun tepe mühendislerinden. Yetmişlerden günümüze yükümüzün taşıyıcılarından. Önce dağın, sonra kapitalist dünyanın, şimdi ise uğultulu mega kentin sakinlerinden. Bir mekândan çıkar ötekine uğrar. Muhabbet, hürmet ve alaka dilediğince. Dert ve tasa mı kalır bu aşılamaz ılık sevgi çemberinde! Tropikal bir mayışma, fazlasıyla hak edilmiş bir huzur. Manzara pembeye bürünmez, dünya cıvıltılı bir yörüngeye girmez mi bu edilgen gevşeklik içinde? Bilgelik de atfedilmiş, saygıyla dinlememek olanaksız. Yön duygumuz, pusulamız neticede: “Nereden baktığımız önemli” diyor. Önemsiz olur mu? Kötülük içinden kötülük, iyilik içinden iyilik, neşe içinden neşe görünür. Yazgının talih kefesine düştüysen, iyilik ya da neşeden bir çift gözle süzersin bu rengarenk esrarengiz alemi. Yani nereden baktığımız her vakit pek mühim. Belirleyeni, ruh dünyamızın. Mega kent sahillerinden baksan başka, Amed-Bağlar sefaletinden baksan dünya başka türlü döner etrafında. “İyi tarafından bak” diyor. Voltaire’ın Fransız alaycılığını bir yana bırakıp en iyi tarafından bakıyoruz. En berrak olanından bir çift Leibniz gözüyle. Bulanıklıktan arınmış en soğuk mükemmel bakışlarıyla.

Candide gibi aralıksız çarpıp dökülüşümüz çukurun derinliğinden değil, körlüğümüzden. Doğru, düşmek görememekten. İdeoloğumuz konuşuyor; sefil köylülüğümüz çözülüyor, muhteşem kentliliğimiz beliriyor. Halk olarak toptan sınıf atlıyor, toptan zenginleşiyor, renkleniyor, bilgileniyor, devrimci bilinçle kuşanıyoruz. Köydeki bahçemizden kovulmazsak şu simetri harikası park, kagir evimiz başımıza yıkılmazsa şu ihtişam ve görkem saçan yapılar görmüşlüğümüz mü vardı? Yirmi yılda eriyeni, yok olanı değil, yükseleni görmek vefaydı! Sefalet, kem gözün gördüğünden ibaret. Yoksa halimiz de vaktimiz de pek yerinde. Sefaleti görmeyen, yoksula değmeyen, çaresize dokunmayan neşeli bir ideolog, pürüzsüz bir Leibniz gözü. Her şeyi tersten gören bir göz. Arkaik Marksizm’in bile sefaletteki güzelliği değil de daha temkinli olanını, çöplükteki imkânı ima eden bakışlarına ne lüzum. Acınası yıllarını unutup neşe içinde koşturan bir devrimci bilinç. Ne güzel! Günümüz aydınlık, yarınımız güven içinde.   

Rota değişeli, sınıfsal kompozisyon dönüşeli uzun zaman oluyor. Eğlenceye pek istekli bir adanmış havari. Noktasız, virgülsüz konuşuyor, biz sıkılganlığımız genişliğince aydınlanıyoruz. Bir zamanlar yoksul köylü, aç amele, üryan halkın kolektif öfkesiyle beslenen harekete ne mutlu. Gevşemeli toptan, yayılmalı gönlümüzce. Kentlere doluştuk, doluşmak dönüşmekti inançlı adanmışımıza göre. Bugün diplomalı, kentli, proje azmanı bir orta sınıf tarafından temsil edilmenin gururuyla bakmalı. Dönüşümün izlerini sürmeli, ideolojik, stratejik ve yapısal kırılmaları güçsüzlüğümüze, art niyetimize yormalı. Yoksulluktan kurumlara, sefaletten imkanlara terfiyi nimet bilmeli. Azınlığın yükseldiğine çoğunluğun da yükseldiğine iman etmeli. Kayapınar ile Bağlar’ın duygu birliğine inanamayan münafık geri durmalı. Nereden baktığımız hep çok önemli. Sur dibindeki çöplüğü eşeleyenleri, villaların teraslarından izlemeli. Yüksekten bakan yüksek çözünürlükte görür. Görüş alanımız, bakış açımız genişlemeli. Köyünden sürülmüş, topraktan dışlanmış, yoksullukla iç içe geçmiş, kırsaldan başlayan öfkeyi dağlara, oradan da kent meydanlarına taşıyan, yoksulluğu yalnızca maddi bir eksiklik değil, aynı zamanda sistematik dışlanmanın, inkarın ve devlet şiddetinin bir sonucu olarak örgütleyen kadro, hayal edemeyeceği bir imkana konmuş, plazalardan, villalardan, sahil teraslı balkonlardan yol gösterene dönüşmüş de kötü mü etmiş?

Ada külliyatını tersinden okuyan sevimli bir havari. Hayranlarının kusursuz bir izdüşümü gibi. İdeolog menşei en tescilli olanından. En doğruyu, olabildiğince yanlış okumayana okuyan mı denir? Okuyan konuşur, biz huşu içinde dinlemez miyiz! Şehirleşme, üniversiteleşme, uluslararası fon kaynaklarının yaygınlaşmasıyla şehirleşmiş çekirdek kadrodaki dramatik dönüşümü hiç kötüye yorar mıyız? Katılımın yalnızca bir öfke ya da adanmışlık haliyle değil; artık kariyer beklentisi, sosyal prestij ve profesyonel imkânlar üzerinden de gerçekleşir hale gelmesi için az mı çaba gerektirdi? Bu enfes ilerleme nasıl da idrak edilemedi! Proje döngüsü yönetimini bilen, akademik üretim yapan, konferanslar müdavimi ve fonların dilini konuşabilen bir “yeni tip Kürt siyasetçisi”nin doğuşu, elbette ezilen zavallı halkın da doğuşu! Bu sınıf atlama da ne büyülü şey! Sadece bireysel yükselişleri değil ideolojik pozisyonları, gündemleri ve hatta dilleri bile bir çırpıda değiştiriverme kudreti nasıl da çekici. Saygın vaizimiz ürkmememiz gerektiğini buyuruyor. Heyecan duymak varken üzülmek niye? Devrimci retorik, yerini yönetişim söylemlerine bırakmış; marjinal içtenlik, şüpheli bir kurumsallaşma ile yer değiştirmiş; ezilenlerin temel meseleleri, teknik çizelgelere indirgenmiş ne gam!

En eskisinden bir yeni kadro tipi, ama tam da sınıf atlayan şu yeni kuşak siyasetçi ile aynı kökenden. Bir yandan radikal geleneklerin sözcüsü, öte yandan İstanbul, Diyarbakır, Brüksel üçgeninde dijital cihazlarıyla donanmış bir teknokrat hüviyetinde. Saygın vaizimizin geçmişi gibi sözleri de teskin edici. Bu çelişkiyi, ağır bir ikilemin dışavurumuna bükmemeli. Radikal geçmiş ile neoliberal şimdi arasındaki mesafeyi çok da gözümüzde büyütmemeli. Yeni kuşak siyasetçi tipi bu mesafeye aldırmayan siyasetçi. Bir eğlence mekânından çıkıp aynı saatte sistem şiddetine karşı bir gösteride yer alınabilir. Özgürlükten bahsederken fonlardan konuşulabilir, devrimden söz ederken diplomatik nezaket korunabilir. Devrimci yerine, bir yeni siyasetçi profili. Erdemi şurada; radikalliği bir kozmetik unsura, içtenliği bir kostüme dönüştürme becerisi. Geçmişin anıtsal uzamında radikallik bir yaşama biçimi; içtenlik, bir ölüm-kalım meselesiydi. Geçmişe yokmuş, ölüymüş gibi bakınca nasıl da bir ferahlık çöker, bilmezlikten gelinir mi? Cv’ye yazılacak bir madde radikallik, sosyal medya profiline eklenip takipçi devşirecek çekim gücü yüksek bir deneyim devrimcilik. Verili olana uyumlanmanın hareketin iç bütünlüğünü zorlayabildiği bir yalan, dışarıdan gelen destek ve meşruiyet için güvenli bir vitrin her daim bir öncül koşul. Vitrindeki gösterişli maskenin ardında kalan gerçeklik, hareketin dinamizmini törpülemiş, sistem içinde ehlileştiren bir pasifliğe sürüklemiş, büyük iftira! Kime ne dert, hicranı gibi en ağır hüsranını da en dipteki peşin ödedikten sonra…

Kolonide doğal bir gelişim seyrinden mahrum, temsil ve tahakküm gibi atlanmış sınıf egemenliği de. Bir hile ve gasp, en gayri meşru olanından. Vitrin pek renkli. Çok eğitimli, çok dilli, çok kapsayıcı. Belirli estetik kodlara sahip çok naif orta sınıf figürler sergisi. Kadın temsilinden seçilmişler ve adaylara, kurum yürütücülerinden istihdam edilene, medya fenomenlerinden akademik sözcülere kadar hemen herkes benzer bir sosyolojik profilin içinden gelme. Bir temsil biçimi, görünüşte bir çeşitlilik vurgusu, hepsi de homojen bir sınıfsal tahakkümün yeniden üretim tezgahından. Önceleri halkla birlikteliği önceleyen siyasetçi, şimdi halkı temsilen onun yerine konuşan. Temsil edilenler suskun, görünmez ve edilgen. Topraksız köylü, evsiz kentli, işsiz genç, bitik gündelikçi, geçici işçi sözcüsü değil, artık sessiz bir figüran. Temsildeki tahakküm, yalnızca sınıfsal değil, aynı zamanda epistemolojik bir kopuş. Sonradan görme bir kentli orta sınıf jargonu, onun değerleri, onun gündemi… Taban ile tavan arasındaki uçurumun derinliği, diptekinin değil tepedekinin eğilmeden ölçebildiği.

Bir gönüllü gözetim ve teşhir güzellemesi. Bir postmodern siyaset, bir doyumsuz görünürlük takıntısı. Selfie çeken, reels paylaşan, zorlama bir incelikle konuşan ve beğeni toplayan bir yeni dönem Kürt siyasal figürü. Direniş artık ekranlarda, görünürlük ise bir siyasal eylem değil, arzulanır bir haz hali. Düşünce yerine çokça imaj üretmeye yönelen bir siyasal temsil eğilimi. Eski militan yeni dönem vaizimiz pek coşkulu. Bizim göremeyip de onun kefil olduğu büyük devrimci damar. Görünürlüğü bir teşhir ve tüketime dönüştüren, direnişi eğlenceyle karıştıran, toplumsal mücadelenin ağırlığını gündelik hazlarla hafifleten. Anlıyoruz dert özgürlük değil, görünmek; mesele mücadele değil, beğenilmek. Bu inceltilmiş gözetim rejiminde, kendini sansürlemek de sergilemek de büyük maharet. Devletin gözetim kameralarından değil, takipçilerinin gözünden kaçmak istemeyen dirayetli bir öncüler geçidi. Çürüyen yalnızca öznel formu değil kişiliğin, kolektif örgütlenme mantığı. Çünkü mücadele, artık bir özveri değil, bir performans meselesi. Alınganlığa yer yok. Şölen havarileri haklı, tüm meselemiz bir Leibniz gözlüğü edinememek. Yoksa hayat pek renkli, sofra zengin, eğlence kıvamında, neşemiz de olağan seyrinde.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.