Öcalan’ın özgürlüğüne ihtiyacım var

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Özgür Medya dinçleştirir, seni tığ gibi yapar, zihnini açar, evinden fırlar, sokağa çıkarsın. “Mağdurum, benim için Öcalan’a özgürlük” diye haykırırsın. Öcalan’ın özgürlüğü senin hakkındır çünkü.

Eskimiş bir fikri tekrara muhafazakarlık diyoruz.
Ama eskimemiş bir fikri tekrar etmeyi “öğrenmenin anası” olarak benimsiyoruz. Ya da benimsemeliyiz.
“Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm hamlesi” şu kanlı dünya ortamında dünyanın her hangi bir yerinde yaşayan insanlar için hiçbir anlam taşımaz sanıyorken, dünyanın yüzü aşkın noktasında, ülkelerinin en azından aklı başında insanlarını temsil edenleri görünce durup düşünüyoruz: Bu insanların işi gücü yok da İmralı zindanından on bin kilometre ötelerden niçin “Öcalan’a özgürlük” diyorlar acaba? Kendi dertleri kendilerine yetmiyor mu? Hele devletlerinin ve medyalarının bir gramlık ilgi duymadığı bu işkenceli zulmü nasıl oluyor da iş ediniyorlar?
Bu sorular anlayana çok şey anlatıyor.

Anlatıyor ama biz “Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” demenin basit bir “dayanışma” çabası olmadığını “tekrar etmekten” usanırsak, kimisi belki de bu hamleyi bir defalığına vicdanını rahatlatmak için benimseyenlere, henüz konuya ilgileri gölgelenip ufuklarından kaybolmadan “Öcalan’a özgürlük ne demektir” sorusunu derinlemesine cevaplamaya üşenirsek yanlış yaparız.

Dünya obur bir dünya. Her şeyi tüketiyor. Reklam canavarı ise dünyanın tükettiği ne varsa insanları o mallardan usandırıyor. Gelsin “içi aynı dışı başka” yeni mallar. Gören kendinden geçiyor, yiyor, içiyor, kullanıyor. Medya da bu tüketim çılgınlığını reklamla değil, “haberlerle” kışkırtıyor. Bir haberin ömrü, o haberde yer alan diyelim ki bir felaket hala devam ediyor olsa da birkaç günden fazla sürmüyor. Belki insanlar icat edilen yeni bir “sansasyonla” serseme dönmeseler, “ne oldu ya hu şu felaket” diye soracaklar, ama soramıyorlar. Çünkü bir başka felaket haberiyle dikkatleri dağılıyor. Tam yeni felakete odaklanacaklarken, bir doz daha yüksek sansasyonel haberle odakları yeniden kayıyor. Giderek toplum felaketlere duyarsızlaşıyor, tıpkı eroin bağımlısı gibi bir önceki sansasyondan daha sansasyonel haberler bekliyor. Bu haberler eğer politik ise toplum politik olana tıka basa doyunca, onu kusuyor ve kendini magazin dünyasının sansasyon bataklığına balıklama atıyor. Eroin bağımlısının “altın vuruşu”dur bu.

"Öcalan’a özgürlük" haberlerimiz insanların tüketim iştahlarını kışkırtan haberler değil. O yüzden egemen medyayla bizim medyamızı aynı anda izleyenler, biraz “tuhaf” oluyorlar. Laf aramızda kalsın ama, en imanlı olanlarımızın bazıları bile bir kulakları bizde, diğer kulağı egemen medyada, hatta mesela Türk dizilerinde. Biz onların önüne hep aynı tabakla aynı yemeği koydukça onlar düşmanın her gün “değişen” ve değiştiği sanılan tabaklarındaki, her gün bir başka lezzetle ağızları sulandıran, kimyasallarla karışık yemekleri karşısında bocalıyor. Bunlara aldananlar bir süre sonra bizim medyamızın yemeklerine “bayat” diye burun kıvırıyor.

Böylelerine kızıyoruz kızmasına da ama sonuç değişmiyor.  Onları kaybediyoruz.

Bu sorunu aşmak için bazılarımızın aklına “gazetecilik, televizyonculuk” hakkında “yeni bir anlayış”, yeni bir “yaklaşım”, gibi “yöntem” değişiklikleri geliyor. Ben işin “gazetecilik ve televizyonculuk” yanını anlamıyorum. Bu konunun cahiliyim. Ama “aynı tabakla aynı yemek” hakkında birkaç söz edebilirim.
Tabağı ve yemeği kaldırıp çöpe atmak aklımın ucundan bile geçmez. Bir kere bunu yaptığın zaman, öyle bir durum yaratırsın ki, tabakları yenileme ve her gün farklı yemek pişirmek için gazete ve televizyon yerine “züccaciye” dükkanı ve “ocak başı” lokantasına dönersin. “Medyalaşırsın.”

Okura ve izleyiciye değişmeyen tabağımızdaki aynı yemeği sunmadan önce yapılacak işler var. “İştah açıcılar”. İştah açıcı nedir? “Öcalan’a özgürlük” değildir. O “yemektir, gıdadır.” İştah açıcı olan “Neden Öcalan’a özgürlük” sorusudur. Ardından mesela şöyle bir meydan okumayla konuşabiliriz: “Öcalan’ın kendi özgürlüğü için senin dayanışmana ihtiyacı yok ey insan, senin, bizim, insanlığın, Kurdistan’da, Gazze’de öldürülen çocukların, açlık sınırında kıvranan emekçilerin, evleri çilehaneye dönmüş, yol ortasında dövülmüş, öldürülmüş kadınların, iklim krizinin gelecekteki sonuçlarından haberin olmasa da haberi olan bilim insanlarının, Öcalan’ın özgürlüğüne ihtiyacı var, farkında mısın acaba? "Öcalan’a özgürlük" diyerek kendinle dayanışmaktasın bunu bil. Bilince de ‘kendin için’ bir şeyler yap!”
Ve arkasından her güncel felaket, savaş, deprem, sel, cinayet, pandemi manşetini, “gündemimiz başka” demeden alıp, bunları önlemenin alternatifi olarak “kendi gündemimizle” bağlarız. Böylece okurların ve izleyicilerin ilgisini kışkırtan manşetin “karşı devrimci gücünü” tersine çevirir, bizim asıl gündemimizin hizmetine sokarız.  

Bir tür gerilla gibi. Düşmanın manşet cephesine sızmaktan, halkı uyuşturan her manşeti kendi haberlerimiz ve yorumlarımızla “etkisiz” hale getirmekten söz ediyorum.

Kimilerinin “bayatladı” sandığı bizim haberlerimizde, yorumlarımızda, hamlelerimizde, sloganlarımızda karbonhidrat var, protein var, vitaminler, mineraller var.

Coca Cola yok ama buz gibi sular var. İnsanın ihtiyaçları var. Egemen medya seni “sansasyona” bağımlı hale getirir, uyuşturur, ekran başında obeziteyle şişip kalırsın. Özgür Medya dinçleştirir, seni tığ gibi yapar, zihnini açar, evinden fırlar, sokağa çıkarsın.

“Mağdurum, benim için Öcalan’a özgürlük” diye haykırırsın. Öcalan’ın özgürlüğü senin hakkındır çünkü.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.