Ölü tecavüzcüleri!

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Zemyan O'nu, bir yere saklayamadı. Etrafı sarıldığında, uzaklaşmak zorunda kaldı. Dönüp geriye baktığında Türk askeri, arkadaşının ölüsüne tecavüz ediyordu. Kahrından ölümün ilk adımı, baygınlık geçirdi.

Deprem sürecinde, ortamın derin hüznünden kopmak için, okumaya daldım. Ama gözümden kaçmış bir kitabı elime aldım ki, ruhum depreme uğramış gibi yıkıldı. Un ufak oldu. Yüreğim sızılar, öfke ve tiksintiyle doldu.

Kitabın adı, “Tendürek Dağı’nda Mis Kokulu Sabunlar”. Yazarı, gazeteci ve genç bir Kürt yazı sanatı yeteneği Eylem Kahraman.

Almanya’da Meyman Yayınevi’nce yayımlanan kitap, hayaller kurgusu bir roman değil. 1993-1996 yılları arasında, Tendürek Dağ’ında üslenen bir Kürt gerilla Zemyan (Zilan Serhad)’ın yaşadıkları ve tanıklığıdır.

Zemyan, Erciş’li Zîlan aşiretinin kızıydı. Zemyan adı, Geliyê Zîlan’ın Erciş yönüne açılan vadisinden geliyor. Köyleri Hesenevdal, Zemyan tepelerinin hemen ötesinde. Hesenevdal, 1930 yılında en başta, barbarların hücumuna uğrayan yerlerden biriydi. Köyden, çok az kişi kaçıp kurtulabildi. Zemyan’ın ailesinden, bir tek dedesi Meheme kurtuluyor. O da henüz bir çocuk. Kurşuna dizilenlerin altında kalıyor. Öldü diye bırakıldığı için, kurtuluyor. Anne tarafından dedesi de bu sayede...

 Zemyan, soykırıma dair vahşet hikayelerini ve yüz yıldır süren ağıtlar dileyerek, içi kin ve nefretle dolu büyüyor. 13 yaşında bir ortaokul öğrencisiyken, içindeki sızının sesine uyarak ve “vaktidir” diyerek, yönünü dağlara veriyor, soyunun intikamı yoluna düşüyor.

Dağda koruma altında büyüyor. Günü geldiğinde, Tendürek gerillaları arasında, bir savaşçı olarak silah kuşanıyor. Ama Tendürek’te şartlar ancak intikam hırsı ve özgür bir hayat özlemiyle yola çıkanların dayanabileceği niteliktedir. Burada ayakta kalmak zor. Çünkü Tendürek kuru bir dağ. Su yok. Kaya çukurlarında su bulup el ve yüz yıkayabilmek bile şans. Yakacak tek ağaç yok. Kışın, her yan kar ve buz. Barınma ortamı yok. Gerillanın giydikleri de bugünkü gibi gelişkin ve muhkem değil...

Karşılarındaki düşman ise Türk ordusu. Yangın ve yıkımlarla taştan köylerle savaşan, sivil katliam yapan, bebek mamalarını çalan, tecavüzcülüğü savaş taktiği yapan ve daha sonra DAİŞ’le birleşen. Bu yetmiyormuş gibi düşmüşlerin teslimiyet ve ihaneti...

Zemyan ve arkadaşları, yıllarca bu şartlar altında savaştılar. Zemyan da bedenen ağır yaralar aldı. O da aç, sussuz, uykusuz kaldı. Kar altında, donacak derekede üşüdü. Sırt sırta uyuduğu arkadaşlarını, elleriyle kazdığı toprağa yatırdı. Yoldaşları için yas tutmaya bile zaman bulamadan, her an kundak başına geçti.

En yakın arkadaşlarından Kurdistan Azad, başı onun kucağında son nefesini verdi. Ve Zemyan’ın, ona sözü vardı. Vurulması halinde, koşullar ne olursa olsun, ölüsünü tecavüzcülere bırakmayacaktı. Kurdistan Azad, yanı başında vurulduğunda, verilmiş sözünü yerine getirmek için uğraştı. Ama Kurdistancık ağırdı. Kaldırıp taşıyamadı. Sürüklemek için, yorgunluktan helak düşene kadar didindi. Onu, bir yere saklayamadı. Etrafı sarıldığında, uzaklaşmak zorunda kaldı. Dönüp geriye baktığında Türk askeri, arkadaşının ölüsüne tecavüz ediyordu. Kahrından ölümün ilk adımı, baygınlık geçirdi.

Bunlara hayvan demek, hayvana hakaretti. Bunlar hayvan ötesi yaratıklardı. Etle beslendikleri için, canavar diye nitelenen yaban hayvanlarından, ayıların ölüye tecavüz ettiği görülmüş, duyulmuş değildir. Yabanın en acımasızı olduğu için Türk ırkçılarının sembol yaptıkları kurtlar, Afrika köpekleri, sırtlanlarda da yoktu, böylesine alçalma.

(Bu satırları yazarken, “bilmem ne adına” bu yaratıkları savunmaya soyunanların, “tecavüzcülük münferit olaylar” diyen seslerini duyar gibiyim. Hayır, bu bir intikam politikası. Hürriyet gazetesinden Şenay Düdek adındaki gazeteci kılıklı mahlukat, Türk askerlerinin sevgililerine, katledilmiş Kürtlerin kulağı, burnu ve öteki organlarından takılar ürettiğini anlatan yazılar yazıyordu.)

Tecavüzcüler, Türklüğün şanı şerefi yolundayken, komutanlarının telsizden yayılan sesi tepeler boyunca yankılanıyordu. “Bana, onun ciğerini getirin!..”

Ve ciğerine ulaşmak için, iç organlarını çıkarıp etrafa attılar.

Sonra, kasatura ile “intikamdır” yazıp, bedenini kayaya dayadılar.

Ve onlar gittikten sonra, arkadaşları gidip onu aldılar. Kazabildikleri kadar toprak kazıp onu gömdüler. Gelgelelim aynı gün, o mıntıka bir kez el değiştirdi. Her defasında, Kurdistan Azad’ın gömüldüğü yeri kazdılar. Aysel Tuğluk’un annesi ve gerilla mezarlıklarına yaptıkları gibi, onu da öteye savurdular. Bunu üç kere yaptılar. Gerillalar, sonra Kurdistan’ın cesedini alıp, bulamayacakları bir yere uzaklara götürdüler.

Bu barbarlığın, bir başka benzeri yoktur, yer yüzünde. Hayvanlar dünyasında bile görülmedi. Rusya iç savaşı, Afrika kurtuluş savaşları, Latin Amerikadaki iç savaşlar, İrlanda ve Bask ülkesinde insan evladı böylesine alçalmadı.

Ama bunlar yeryüzün istisnası. Soykırım yaparak yurt edinen, başkasının soyuna bürünen yaratıkları. Tüm yaptıkları yanlarına kar kaldı. Ve onlar, kendilerine yakışan hayat yollarına devam ediyorlar. Bu hayat kötülük üzeredir. Öteki halkları bitiridiler, ama Kürtlerin soyunu kurutamadıkları için, kudurgan güdülerinin ardı sıra hayvanlık ötesine savruluyorlar...

Ve işin garibi, “hakiki Türk” varsa bile bunlara itiraz eden yok.

Oysa, Türk bir ırk adıdır. Devşirme olmayan hiç kimse, bunlara karşı çıkıp “Türk” diye diye beni evrene rezil, rüsva edemezsin diye itiraz etmiyor. Çandarlıoğlu mirasçılarından Cengiz Çandar bile suskun.  

Ama barbarlığa destek büyük. Yani topyekün...

Kürtleri bitirme adına DAİŞ’le birleşip Irak’ı, Suriye’yi işgal ile talana yürüdüklerine tekmil siyasi partiler dualar, selalarla desteğe çıktılar. İnsanlık utancını topluca yüklendiler. İnsanlık adına acıtıcı olan bu...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.