Özgürlüğün bedeli

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

Dünyada önceki gün, basın özgürlüğü günüydü. Böyle bir günde, Türk rejiminin adı, iftihar direğine çekilmiş gibi yükseklerdeydi. Dünyanın 180 devleti arasında, kötülük ve kötücülük sıralamasında, 154’üncü basamaktaydı.

Bu şeref mi, yani? Bilemiyorum. Ama, 91 gazeteci ve yazarı zindanda tutma ile dünya rekorunu elinde tutuyordu. Son 10 yılda, 11 bin gazeteciyi işsiz, işlevsiz bırakması ve süreçte 11 bin gazeteci ve yazarı yargılaması ayrı iki rekordu.

 Son üç ayda 121 gazeteciyi, işini yapma suçundan yargılama, polisçe, 33 gazeteciyi bu nedenle gözaltına alma, 232 haberi sansürleme de bunların şanındandı.

Korona (Covid-19) salgınına ilişkin haber yazdığı için, 12 gazeteci gözaltına alınması da, birilerinin şeref panosunda asılıydı.

Her şey yakışır bunlara. Çünkü, yer yüzü demokrasilerini derecelendiren Bertelsmann Vakfı, geçtiğimiz hafta yayımladığı raporda, bunların rejimini “otokrasi“, yani “de facto“ (fiili) olarak diktatörlük olduğunu açıklıyordu. Utanmazlık bu ya, diktatörlükler de kendine yakışanı yapar.

Öte yandan soykırımcılık dahil, her türlü suçu için, “tanımıyoruz“ klişesi ile reddeden Türk rejimi, Bertelsmann’ın raporu konusunda, sadece sessiz kalıyordu.

Çünkü dünya, dünün dünyası değildi. Mal meydanda, gözler önündeydi. “Ben bir şey yapmadım, abi“ yaltakçılığı internet karşısında nafile kalıyor, takla attırıp gerçeği örtemiyordu.

Mesela, dünün Türk rejiminin insanlığa karşı işlediği suçlardan bazıları biliniyor. Ama Çerkezlere yapılanlar, kamu oyunda hep örtülü kaldı. Elbette, bazı Çerkezlerin bunu dillendirmemesi, hatta “MİT bizden sorulur“ övünmesiyle, derin devlet eliyle işlenen suçları üstlenmelerinin de payı vardı, belki. “Devlet biziz“ demeye getirmelerinin...

Olabilir. Kimileri MİT’te “eleman“ olarak kullanılmış olabilir.

Ona bakarsanız, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Yunanistan işgaline karşı direnen tek güç, Çerkezler’di. Çerkez Ethem ve kardeşlerinin kurduğu birlikleri, bu faaliyetleri nedeniyle, pek “vatansever“di. Çok takdir ediliyordu. Ama, her şey Atatürk tek güç haline gelinceye kadardı. Sonra, “Kumandan Ethem“ birden bire vatan haini oldu. Canını kurtarmak için, ülkeyi de terketmek zorunda kaldı.

O arada, Kürtlerin başına örülen çorabın bir benzeri olarak, Çerkezlerin dili, kültürünün yasakladığı kamu oyunda çok az bilinen bir olaydı. Sürgün yedikleri de...

Kendisi de bir Çerkez olan Fehim Taştekin, geçenlerde bir yazısında, Marmara bölgesindeki Çerkez köylerinin tarumar edilmesini yazıyordu. Bu köylüler yerleri, yurtlarından koparılıp iç Anadolu’ya, Kürdistan’a sürülüyordu. Kürdistan’dakilerin önemli bir kısmı, korucudur bugün. İç Anadolu Çerkezlerinden Hulusi Akar ünlüdür.

Birinci Dünya Savaşı ve sürecinde yalnız Çerkezler değil, Rumlar, Ermeniler de, “koşun vatan imdadına“ sloganlarıyla, Çanakkale‘de, Yemen, Suriye, Filistin’de öldüler. Sarıkamış’ta bitlere yem oldular. Orada salgına tutuldular. Donarak ‘cemed’ kesildiler.

Onlar, “vatan için telef“ olup giderken, geride soyları kurutuluyordu.

Askerdeyken ailesi, soyu yok edilenlerden Ermeni Agop Dilaçar, dönüşte canını kurtarmak için Bulgaristan’a kaçıyor, ama Atatürk’ün çağrısı üzerine, hiç bir şey olmamış gibi geri dönüyor, Türk dilini yaratma uzmanı olarak, iş başı yapıyordu.

Sevgili Hasan Cemal geçen hafta, Güney Afrika’nın ırkçı rejime karşı verdiği özgürlük savaşını, “Özgürlüğe açılan kolay bir yol, hiç bir yerde yoktur“ başlığıyla anlatıyordu.

Çok doğru bir söz. Özgürlük yolu mayınlı, çetindir. O nedenle, nesne gibi özgürlüğün de, bir fiyatı vardır. Bu fiyat, hiç bir madde için ön görülemeyen derekede pahalıdır. Çünkü bedeli, yani fiyatı kandır. Ölüm, bir bütün olarak hayat.

Kimileri, bu bedele katlanamadı. Ama Kürtler, yalnızca Türkler cephesinde, yüz yıldır savaşıyorlar.

Bir yudum özgürlük için, sayısız insan öldürüldü. Aileler, soylar kurutuldu. Dağlar, dağların bir bin renkle yanar döner ışıldayan orkideleri, şakaikleri, kıpkızıl açan Gulemaran kümeleri, otları, toprağın yemişleri, pancarları, doğanın meyveleri, bağlar, bahçe, tarla, ormanlar yok edildi. Açlık dayatıldı. Evler, evlerden giderek köyler, en son şehirler yerle bir edildi.

Hasan Cemal, vicdanlı bir kalemdir. Acıların üstüne giden derviş...

Kürtler hakkında kitaplar dahil, çok yazdı. Güney Afrika’nın ırkçılığa karşı savaşını da çok iyi biliyor ve yazdı. Ben sadece bir ek yapmak istiyorum, ona.

Türk ırkçılığı, Güney Afrika’daki beyaz ırkçılığı aratmadığı gibi, bu ırkçılığın fazlalıkları da var. Mesela beyazlar, Güney Afrika yerlilerinin dilini yasaklamadılar. Onların diliye yazılmış tabelaları indirmediler. Mezarlara hücumu, devlet politikası olarak yürürlüğe koymadılar. Yerlileri diri diri yakmadılar.

Kürtler, özgürlük bedelinin dayanılmaz ağırlığını biliyorlar. Bu beledi, canlarıyla ödeyerek, dövüşüyorlar.

Ahmet Altan, Osman Kavala gibi şövalye ruhlu Türkler ama, zindanları dolduranlar Kürtlerdir. Kürt gazeteciler, aydınlar ve politikacılar…

Söz gelişi Selahattin Demirtaş, İdris Baluken, Gültan Kışanak, Selçuk Mızraklı ve arkadaşlarının tek suçu, Kürt olmaktır. Başkaca suçu yok, onların. Kürt olmak da bedel gerektiriyor, çünkü...

Başa dönersek, gazeteci, yazar aydın zindancılığı yapmak, bir yer yüzü utancıdır. Fikri zindana atmaksa cinayettir. Bu böyle biline...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.