Recep'i ayağından asmışlar

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Dost ve müttefik Amerika emperyalistti. İsrail katil, Avrupa boydan boya düşmandı. Kürtler teröristti. Alkışa durmayan Türkler darbeciydi. Kısacası Recep, "beyni çalkalanmış, aklını şaşırmış" gibiydi.

Recep Tayyip, "Anayasa’yı tempoma uydurun" talimatıyla, değişiklikleri başlattıktan sonra şöyle diyordu: "Dış politika ile ben ilgileneceğim!”

Tüm diktatörlerin izledikleri rota buydu. Önce komşuları hedef alıp havaya yumruklar sallıyor, sonra terör silahını içeriye çeviriyorlardı. Hitler ve Mussolini’den tüm faşistler böyle etrafla dostluk, işbirliği, saldırmazlık anlaşmaları imzalıyorlardı.

Sonra sert bir dönüşle, her şeyi sıfıra indirgeyip düşman çoğaltıyor, sonra bayrak, vatan, millet diyerek içeride, terörü körüklüyorlardı.

Recep de bu yoldan giderek, "sıfır sorunlu dış politika” rayında yürüdüğü süreçte İsrail ile sıkı dostluk karşılığında madalya almış, Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile karşılıklı şampanya kadehi kaldırıyordu. (O zamanlar çıkarı, kazanca uygun düştüğü için alkol bugünkü gibi haram değildi.)

 Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a gidiyor, sarayında  karşılıklı "şampanya kadehini çın çın” ediyordu ki, tutmayın Recep’i, dünya medeni adam görsün....

Türk’ün Kürtlerden önceki ezeli düşmanı Ermenilerle bile "sıfır sorunlu komşuculuk oyunu” oynuyordu. Dostluk tertibinden, Erivan’da futbol maçı seyrediyordu. (Daha sonra, ordusunu yükleyip Azerilerle ülkelerini işgale çıkacaktı.)

Amerika ile "beni halı altına sürme" oyunu oynuyor, Almanya’nın eski Başbakanını (Gerhard Schröder) "danışman" niyetine kullanıyordu.

İçeride de Kürtlerle dosttu. Cumartesi Anneleri’yle uzun uzun oturup dert dinliyordu. "Darbe hayali kurduğu" suçlaması ile beş yıl mahpus tuttuğu yazar Ahmet Altan’ın babası Çetin Altan ve Yaşar Kemal’e ödül veriyordu.

İşte Recep, böyle "harika" bir demokrattı. Parmağındaki evlilik yüzüğünü miting alanında havada ışıldatarak, “Bunun dışında bir şey olursa, bilin ki hırsızlıktır" demeyi dürüstlük sayıyordu.

Sonra ne olduysa, bir sabahın köründe oldu her şey. Bilal’i uykusundan uyandırıp “Evdeki paraları sıfırla, polis baskında" diyen sesi televizyon kanallarında çınlıyordu. "Süper dürüst" Recep yüzükten fazlasına değil, sülalesi durdukça yetecek servete sahipti. Ailecek, yere diz çöküp mercimek çorbasına kaşık salladıkları günlere inat, evinde balya balya dolar istifliydi. Nereden, nasıl geldiği de belli değildi. Dürüstlük, bir sahne rolünden ibaretti hayatında.

Artık kendini gizlemeye gerek yoktu. Dost ve müttefik Amerika emperyalistti. İsrail katil, Avrupa boydan boya düşmandı. Kürtler teröristti. Alkışa durmayan Türkler darbeciydi. Kısacası Recep, "beyni çalkalanmış, aklını şaşırmış" gibiydi. Bir sabah, İstanbul Tarabya tepelerinde Bilal ile göründü. Bilal’i arayan polise, Kasımpaşa gecekondularının eski kabadayısı misali naralar atıyordu: "Bilal’im burada, gücünüz varsa gelinyakalayın."

Recep, Kürtlerin söylemiyle "pal atmış"tı. Racona racon kesecek Türk polisi ve adliyesi yoktu, tabii ki. O darbesini yapmış, başların başı bir “kanun bilmez" olmuştu. Önüne gelen her dünyalıya da postasını koyuyordu.

Elinden damlayan Kürt kanıyla Irak, Suriye işgalcisi asrın lideriydi, heeeyt!...

Ortadoğu’nun kafa kesen, talana çıkan, tecavüzcülükle iştigal eden İslamo faşist çeteleri besliyor, onları Kürtlerin üstüne salmakla kalmıyor, bunlar ve ailelerini terör ve fidye alma unsuru olarak Avrupa’ya ihraç ediyor, sınırlara yığıyorlardı.

"Katilleri üstünüze salarım ha" diyerek, posta koyduğu Avrupa’dan haraç alıyor, NATO üyeliğini şantaj olarak kullanıyordu. NATO’ya üye olmak isteyen İsveç’i demokrat çizgisinden sapmaya, kendi rejimine benzetmeye çalışıyor, "aksi halde NATO üyeliğinizi veto ederim" diyordu.

Kürtler, geçenlerde düzenledikleri bir gösteride, Recep'in maketini asmışlar. Recep, sahi hali, yani canı asılmış gibi öfkeli...

İsveç, eğlenen göstericileri zehirli gazlar, kış ortasında buzlu su, gerçek mermilerin kullanıldığı tüfekler ve coplarla saldırmadığı, öldürülenlerden arta kalanları tutuklayıp hapse atmadığı için, İsveç devletine savaş açarcasına protesto veriyordu."Ulan neden benim gibi sokakların zorbası olmuyorsun" diyordu.

Oysa, İsveç faşist bir rejimle yönetilmiyordu. Demokrat bir hukuk devletiydi. Her demokratik ülkede olduğu gibi orada da insanlar istedikleri motiflerle çıkıp gösteri yapma özgürlüğüne sahipler. Despotların, bir zamanların İtalyan faşist Mussolini gibi ayağından asılması da bir gösteri motifidir İsveç’te.

Gösteri yapan isanları, eski çağların köleleri gibi kırıp geçirmek suçtur demokrasilerde. Faşist diktatörlerin yüzüne tükürmek özgürlük ve haktır...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.