Recep Tayyip ve rejimi CHP mamülüdür!..

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Baykal’ın CHP’si, bundan sonra hızla sağa dümen kırdı. CHP’li olan Zülfü Livaneli’nin yazdığı gibi, önce “Kürtler, Aleviler ve solcuların“ tasfiye edildiği bir kadro kurdu. Sonra demokrat bilinenleri öteledi. 2002 yılında, gözler önünde oynanan bir entrika ile siyasetten yasaklı Recep Tayyip’i “yasak kuyusundan“ çıkarıldı. Su başlarını tutmasını sağladı.

Şu sıralar, Sedat Peker’in Türk halkının yüz yıllık uykudan uyanması yönünde yaptığı yayınların ateşi CHP’yi de sardı. “Türk tipi sosyal demokrat“, öteki deyişle “Türk tipi özgürlük“ davasından, faşizmin payandalığına kayan CHP ve bunu başaran Deniz Baykal konuşuluyor, yeniden.

Aslında, CHP’de faşist, yani “daha bilinçli sağ“ isteyen, bir damar hep vardı. Atatürk zamanının kanlı yapısına rağmen, “toprak reformu“ söylemi nedeniyle, CHP içindeki Adanalı toprak ağası Cavit Oral, Afyon ovasına “çöken“ Emin Sazak gibiler, rahatsız oldular…

DP, Sazaklar rüzgarının devamıydı. 1960’ların hareketli günlerinde, toprak sahibi eski genel sekreter Kasım Gülek‘in “ortanın solu“ diyen İnönü’ye başkaldırısı görüldü.

Sonra, yine 1960’larda Ecevit’in genel sekreterliği döneminde, “Ortanın solu“ rotasına tepki olarak “göbekçiler“ diye adlandırılan, eski genel sekreterlerden Bafa Gölü’nün sahibi iddialı İsmail Hakkı Aksal, yine eski genel sekreter Kemal Satır, bugünkü Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun dedesi “şerbetçi“ lakaplı Turhan Feyzioğlu’nun içinde yer aldığı bir karşı dalga başladı.

Ancak, bunlar da CHP’yi ele geçiremediler. Ecevit, bu dönemde İnönü’nün sırtına binili bir “solcu“ydu. İnönü’yü devirme savaşlarında bile, hala “solcu şarkılar“ söylüyordu. Bu savaşta Prof. Turan Güneş, Prof. Haluk Ülman, Doç. Deniz Baykal’ın başını çektiği “Mülkiye cuntası“ destekçileriydi. Aslında bu grup sağcıydı. Hemen sonra, İnönü ile savaşta Ecevit’in yanında yer alan genel sekreter Kamil Kırıkoğu‘na cephe aldılar. Saf değiştiren Ecevit’in desteğiyle Kırıkoğlu‘nu tasfiye ettiler.

Aynı cunta, Ecevit’e rağmen, parti içi iktidarı ele geçirmeye kalkışınca, tasfiye oldu. Önce Turan Güneş ve Halük Ülman saf dışı kaldı, sonra Baykal kenara itildi. Baykal tutunmaya çabalarken, 12 Eylül darbesi oldu. CHP kapatıldı. Sonraki süreçte CHP tabelası Baykal’ın elinde kaldı, ama taban üzerinde Halkçı Parti, SHP ve Ecevit’in Demokratik Sol Partisi ile üç parti daha kuruldu. Ancak zaman sürecinde, Ecevit hariç, öteki partiler Baykal liderliğindeki CHP’de eridi.

Baykal’ın CHP’si, bundan sonra hızla sağa dümen kırdı. CHP’li olan Zülfü Livaneli’nin yazdığı gibi, önce “Kürtler, Aleviler ve solcuların“ tasfiye edildiği bir kadro kurdu. Sonra demokrat bilinenleri öteledi. 2002 yılında, gözler önünde oynanan bir entrika ile siyasetten yasaklı Recep Tayyip’i “yasak kuyusundan“ çıkarıldı. Su başlarını tutmasını sağladı.

Recep Tayyip, Baykal’ın paha biçilmez o katkılarından sonra “demokrat“ söylemle adım adım giderek, yıllar içinde hızlanarak, bütün güçleri avuçlarında toplayan faşizmi, bugünkü mafya düzenine oturttu.

Baykal ise henüz Recep Tayyip’in “demokratlık“ oynadığı günlerde, ifşa olan bir seks kasetinden sonra, CHP liderliğinden ayrılmak zorunda kaldı. Yerine, “emanetçi“ olarak, eski bir memur olan Kemal Kılıçdaroğlu getirildi.

Partide onca kişi varken, Kılıçdaroğlu’nun seçimi bilinçliydi. Çünkü, Baykal’ın dönüşünü kolaylaştıracak, en “uygun“ figürdü. O partide “tabansız“dı. Kendini devletin sahibi olarak gören CHP’de, en tepe için aykırıydı. Kılıçdaroğlu, soykırım artığı bir Kürt ve Aleviydi.

Baykal, günün birinde, “kurtarıcı“ edalı olarak tepeden indiğinde, karşı çıkacak Kılıçdaroğlu, kimliği yüzünden bir fiskelikti.

 Kılıçdaroğlu, bu arada “emir eri“ veya “emanetçi“ye yaraşır gibi Baykal’ın sağcı yol ve yöntemlerini aynen uyguladı. Fakat, Baykal beklenmedik bir rahatsızlıkla felç olunca, her şey değişti. Dönüşü imkansızlaştı. Kılıçdaroğlu, “emanetçi“likten “hakiki lider“ rolüne geçti. Tabana uyum için, hızlı bir başkalaşım sürecine girdi. Kürtlüğünü inkar etmekle kalmadı. Kürt düşmanı kesildi. Recep Tayyip faşizmine uyumla cami, namaz demeye, Türk ırkçılığının sembolü kurt başı işareti yapmaya başladı.

 Kürtlerin kişiliğinde insani haklar ve özgürlükler katledilirken, Kürtler yasaklar çemberine alınıp seçilmişlerinin hak ile özgürlükleri haydutça gasp edilirken, Kılıçdaroğlu ve parti sözcüleri yer yer sayıklamaların dışında, derin uyku hali sessizliğinde kaldı. Kürt şehirleri insan başına yıkılarak yaratılan Suriye manzarasını, bir uzaylı gibi uzaktan seyretti. “Sri Lanka modeli“ adıyla sivil Kürtler kılır, insanlar diri diri yakılırken kör durdu, sağır kaldı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasında, Recep Tayyip’in yanında yer alarak Kürtlerin parlamentodan hapse sürüklenmesine onay verdi, katkı sundu.

Savaş çığırtkanı kesildi, Kılıçdaroğlu. Türk ordusu Efrîn’i işgale giderken ardından el sallamaya çıktı. Kürt yurttaşlarının akrabaları olan insanları kırmaya giden ordunun, Kur’an’daki “Fetih suresi“ ve camilerde okutulan “sela“ sesleriyle uğurlanmasına, sessiz kalarak katıldı. “Vergileriyle beslendiğimiz, askerlik yaptırdığımız Müslüman akrabalarına ayıptır, günahtır“ demedi.

 Recep Tayyip’i kuyudan çıkaran CHP, onun kanlı, irinli, bol soygunlu mafya rejimine şagirtlik etti. Üyelerine, zulüm ve zindan rejimini lanetlemek isteyen üyelerini, sokağa çıkma yasağı çemberine aldı. Oysa sokaktan yükselen bir seda, oluşan bir görüntü inletilenlerin dünyasında umut, “insanlık ölmedi“ ışığıydı. Kılıçdaroğlu, bunu yasaklattı.

Recep Tayyip kızar, öteki faşist hortlak laf eder diye, Kürtlere selamı kestiler.

Şimdi ise “dar günde Kürt“ oyları diyorlar. Oysa Kürt, 200 yıllık özgürlük mücadelesi boyunca, bunlardan hiç iyilik görmedi, ama düşmanlığı da unutmadı. Hafızası ise asla yanılmayan arşivdir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.