Reisin keyfi kaçık

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Skandalların 50 yıllık maratoncusu  İbrahim Tatlıses de sazcısı ve cazgırı olarak yanındaydı. Birlikte "düet" yapıyor, kalabalığı eğlendiriyorlardı. Ama Reis, durduğu yerde eziyet çekiyor gibiydi. Yorgun, bezgin, omzu çökük, sesinin tınısı solgun, keyfi kaçıktı. Nasıl olmasın ki...

"Sevenleri” ona, mafya ailesi babasına seslenir gibi,"Reis" diyorlar. Reis, Türklerin atası Atatürk gibi, tanrısal yetkilerle donanımlı bir ölümlüdür.

Aynen, kadim çağların "Paganist" dönem krallarının benzeri gibi, can alan, ruhlar bağışlayandır, Reis.

Hükmettiği ve henüz halklaşamamış kalabalıklar onun özel kölesidir. Roma’dan beri köleler maldı. Alınıp satılıyor, sahipleri tarafından dövülerek veya öldürülerek cezalandırılıyorlardı.

Reis’in de döven, gerektiğinde öldürerek cezalandıran tabur tabur polisi, askeri vardı.

Ayrıca, Reis’in sahip olduğu bu tanrısal yetkiler, varsayım değil gerçekti. Evren tanıktır ki, onun emiriyle Kürtler, tuzak kurulan on şehirde kuşatılıp onun emri ile kimse kurtulmaksızın yok edildiler.  Ölüm arenasında kanun yok, evrenin hukuku ölüydü. Yalnızca, onun emri işliyordu.

 O emredince, her alanda hayatlar (Demirtaş ve çalışma arkadaşları en başta binlerce Kürt, Osman Kavala ve Gezi davası sanığı aydınlar) beton duvarların gerisine hapsedildiler.

On binler, onun imzasıyla bir anda, sahip oldukları her şeylerini kaybettiler. İşsiz, uğraşsız ortada kaldılar.

Ama yakınları ve gözdeleri, hiçbir çula sahip değilken bir anda ihya oldular, servetlere boğuldular. Kendisinin sahip olduğu serveti ise bilen yok.

Çünkü, onun "İlahı varlığında" muktedirler, ihtiyaçları değil, diledikleri kadarını alıyor, götürüyor, üstlerine kaydediyorlar...

İşte bu "Reis", yani bu çağın çakma ilahı geçtiğimiz hafta sonu, hayal satmak ve açlara "hepiniz toksunuz" masalını anlatıp onları inandırmak için, Kürdistan‘ın Riha (Urfa) şehrindeydi.

Orada her şey, insanlar dahil tüm maddi olanaklar onun hizmetindeydi.

O geliyor diye, civar şehir ve kasabalardan yandaşlar, kiralık alkışçılar taşınmıştı. Kamu ve devletten geçinen şirket personeli tehdit ile alana sürülmüş, öğrenciler "haydi kitap fuarına" diye kandırılıp dolandırılarak meydana doldurulmuş veya alkışçı olarak yol boylarına dizilmişti.

Bunun böyle olduğunu, insanlara bu çağda köle muamelesi yapıldığını herkes gibi kendisi de biliyordu. Ama, insanlara köle muamelesi, onun için haktı. Nitekim, emrindeki televizyonların naklen yayınında, köleci zorbalığı halkın gönüllü sevgisi olarak anlatıyor, hey utanma denilen  olgu sen neredesin ki, 120 kişilik bir gönüllü kitlenin, ona sevgi ve bağlılığını ilan için toplandığını söylüyordu. Reis’in şanına yakışan bir atış...

Skandalların (rezillikler) 50 yıllık maratoncusu  İbrahim  Tatlıses de sazcısı ve cazgırı olarak yanındaydı. Birlikte "düet" yapıyor, kalabalığı eğlendiriyorlardı.

 Ama Reis, durduğu yerde eziyet çekiyor gibiydi. Yorgun, bezgin, omzu çökük, sesinin tınısı solgun, keyfi kaçıktı. Nasıl olmasın ki...

 Rojava Kürtlerinin kanını dökmek, onları öldürerek bitirmek, ülkelerini işgal ve talan etmek üzere ruhunu hazırlamıştı. Kanla eğlenecekti. Bilal’ine anlatır gibi, planını Hulusi’nin kafasına sokmuş, Hakan‘a "onları kap oğlum, tuzaklarda kopar kellelerini" demişti.

Tam, "Ey peşime takılanlar, el, etek öperek borç para bulup emperyalist olduk, ganimet toplamaya, talana koşu tutturmaya hazır olun" diyecekken, planları ters yüz olmuştu.

Birileri,  kafese tıkılmış yaban hayvanına sopa gösterir gibi, ona namlu gösterip "cız" demişti, saldırı hamlesini geri kesmiş, onu başı eğik, omuzu düşük orta yerde bırakıvermişti.

Ve dahası vardı. Yeryüzünün tüm İslamcı teröristleri (kiralık katiller, tecavüzcüler ve kelleci Johnları) toplayıp Suriye’ye dalmış, taş üstünde taş bırakmamacasına her yanı harabe etmiş, milyonlarca can almış, ortalığı talan etmiş, çalınacak bir şey kalmayınca, tren raylarını söktürmüştü.

O bütün bunları, zeka ve algı yetisine yakışırlıkla, Suriye ve halkına iyilik sanıyordu. İyiliğine karşılık, Suriye lideri Beşar Esad’dan teşekkür ile kucak açma, yani sıcak ilgi beklentisiyle, Rus Putin’i aracı olarak kullanmış ve davet beklemeye başlamıştı.

Beklenen cevap, Kürdistan’ın Riha şehri gezisinden önce, yüzüne çarpılmıştı:  

"Hadi oradan!.."

Reis, Riha’da dostu Tatlıses ile gülünçlükler yaparken de şaşkındı. Şakınlıktan yorgun ve omuzları çökük. Esad’ın, her onurlu kişi gibi ülkesi ve halkının katilini kucaklamayı reddetmesini anlayamıyordu çünkü...

Oysa, gençliğinin "mahallenin yol keseni" gibi, İsrail‘e, Mısır‘a, Basra Körfezi emirleri, Suudi Arabistan önderlerine sövmüş, hakaret etmiş, ama aradan geçen zamana rağmen, bu yaptıkları havada, kendisi boşlukta kalakalmıştı. Hemen ardında, ters bir takla ile her şeyi geriye sarmış, araya "hatırlı" insanlar koyarak, "ben yaptım, siz affedin" demeye, el öpmeye çıkmış, sövdüklerinin kapısında el pençe divan durmuştu.

O şimdi, bir zaman sövdüğü Körfez emirleri (beylik), Suudi Arabistan kapılarında bir dilenci...

Buralardan dilendiği ve karşılığında ülkesini parsel parsel sattığı para ile Kürtlerin kanına giriyor. Ama, son parti sadaka ile keyiflenerek çocuk, kadın, ihtiyar kırımına hazırlanırken, beklenmedik bir engelle karşılaştı ve "zınk" çakılı verdi, olduğu yerde.

 Rusya ve Amerika başta olmak üzere, dünya cinayet işlemesine izin vermedi. Yaban hayvanın terbiyecisi sopasıyla karşılaşmış gibi oldu. "Zınk" yerine çakılı kaldı. Kürtler dünden daha güçlüydü...

Kana batamadığı için, Urfada keyfi kaçık, başı eğik, omzu çöküktü.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.