“Şahsım” zorda...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Amerikan sinema tarihi, gerçeğin kurgusunun örnekleriyle doludur. Başına ödül konan sabıkalıların, bir başka eyalette, hukuku temsil eden “Şerif” olmalarının hüsranla biten hikayeleri anlatılıyor.

Cevat Fehmi Başkurt, “Buzlar çözülmeden” adındaki piyesinde, bir tımarhane firarisinin, kışın uzun sürdüğü bir kasabada, mevsim boyunca kaymakamlık yaptığını sahneliyor.

Hayat bu. İçinde, her şey var. Katiller de baş oluyor.

“Demokrasi” denilen şu dünyada, çocukluğunu ve ilk gençliğini kendi çapında gasp, kalpazanlık, dolandırıcılıkla hatta mahkum olmuş kimilerinin “ülke ve nimetlerinin efendisi” olduğunu da gördük.

Yine, Türk coğrafyasından bir örnek: İşportacılıktan gelme Cavit Çağlar, soymakla suçlandığı bankadan sorumlu Bakan oldu.

Hapishane veya tımarhanede olması gereken seri katil ruhluları, orduların başkomutanı olarak zuhur ettiler.

Atilla, Cengiz Han, yakın tarihin kanlısı Adolf Hitler, İtalyan Benotti Mussolini, savaşlar tarihinin seri katillerinden dördüdür. Çağımız dünyası da, benzer katillerle doludur. Bu katillerin de bir “al beni’si” vardır.

Mesela Hitler, Yahudileri kırmakla, onları yok edemeyeceğini bilmiyor muydu? Onu bırakın. Türk ırkçısı Recep T. Erdoğan, sürdürdüğü Kürt kırımı, sürgün ve yangınlarla Kürtleri bitirebileceğine inanıyor mu, sanıyorsunuz?

Elbette hayır. Yahudi kanı görmeye can atan Hitler yandaşlarının benzeri olarak, Kürt kanı görmek veya duymakla mutlu olan Erdoğan yandaşlarının sayısı, Kürtlerin deyimiyle  “pelise” (sonsuz)dir. Eski Bağdat Paktı CENTO ve RCD Kürt düşmanlığı üzerine kuruluydu. Recep T. Erdoğan bugün, Acem, Türk ve Arap ittifakının başaramadığını, tek başına başarıp goril misali “göğsünü yumruklama” sevdasındadır.

İŞİD’in öldürülmüş lideri Bağdadi’nin mirasçısı olarak, onun tecavüzcü, hırsız ve kafa kesen adamlarından ordular kurması, bu amaçladır. Erdoğan, “Bağdadi öldürüldü, yaşasın şahsım” dercesine, Libya‘ya cihatçı sevk ediyor, Suriye işgal ediliyordu. Kimse sokağa çıkıp “buralarda işimiz ne?” diyemiyoru.

Çünkü “tek millet, tek bayrak, tek devlet ve tek vatan” gibi ırkçı şoven naraları, aslında vurgunu vadediyordu. Bu sebeple, içerde Kürtler katledilir, şehirleri başlarına yıkılırken, sokaklarda kadınlarına işkence edilirken “o iyi yürekli hayvan severler” dahi, kimse dönüp bakmıyordu, bile.

O nedenle Kürtlerin ölümü söz konusu olduğunda, Recep T. Erdoğan dişine taze kan değmiş kurt gibi zapt edilemez bir yaratık olarak beliriyordu, orta yerde. Perde gerisinde Amerikanlı Trump, Çağdaş Çar Putin’le anlaştıktan sonra, sahnede bir zapt edilemez olarak beliriyor, Kürt celladı kesiliyordu.

Öte yandan, nerede bir tüfek patlasa, Putin ve Trump’la danışıklı dövüş raconu kesiyor, “beni de savaşa dahil edin” narasıyla öne atılıyor, teneke yığını silahları yüklenip cihatçıları peşine takarak, “düğün alayı” havalarında, savaş yollarına revan oluyordu.

Türk tipi “geri tepmeli demokrasi”de, cici muhalefeti temsil eden heyetler de alkış çalıp selama duruyorlardı. “Düşman söz konusu ise” diye diye...

Düşman dedikleri, “alın terini, kanını emdikleri, emeğini yiyip ödedikleri vergilerden maaş aldıkları, seçimden seçime sevgili vatandaş” dedikleri Kürtlerdi. Öte düşman, İslamo-Faşist barbarların hücumuna uğramış Araplardı.

Onlar için ise gün, fırsat günüydü. Ganimet zamanı, ağır yara alıp yani zayıf düşmüş Arabın gırtlağına diş geçirme, malına, canı ve toprağına hücum etme günüydü.

Ve çaldılar. Onlar arkada, Bağdadi’nin evladı hırsızlar, kelleciler önde talana çıktılar. Getirebildikleri her şeyi taşıdılar. Kürtlerin zeytinini, buğdayını, odununu bile çaldılar.

Ama savaştı, bu. Hava taşıtı damadın satışları yerinde, kazancı müemmen ama talan ve gasp masrafları karşılayamıyordu. Savaş harcamaları, Türk ekonomisini kemiriyor, bitiriyordu.

Ben bu satırları yazarken dolar, 8 lirayı aşmış 9 lira yoluna girmişti. EURO ise 10 liraya koşuyordu. Ama ücretler yere çakılı, bağlıydı.

Dondurulmuş ücret pazarında aç, işsiz taburlar büyüdükçe büyüdü. İntihar salgını aldı başını yürüdü. İnsanlar, sokaklarda açım diye diye feryat ediyor...

AKP’nin Reis’i ise Malatya’da yoluna çıkan ve “esnaf olarak eve ekmek götüremiyoruz, açız” diyen birine, Fransa’nın son Kraliçesi Maria Antonieta’ı taklit bir cevap veriyor, “keyif çayı iç” diyordu.

Maria Antonieta, ihtilal yıllarındaki kıtlıkta Parisli açlara, “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” tavsiyesinde bulunmuş, ama bir süre sonra Sarayından alınmış, “vatana ihanet”ten yargılanıp mahkum edilmiş ve 1793 yılında, Parislilerin gözü önünde, kafası giyotinle uçurularak, idam edilmişti.

Kimin hayat parantezinin nasıl kapanacağını bilemiyorum. Ama hiç bir seri katilin, huzur içinde ruhunu teslim edip mezarında yattığı görülmemiştir. İspanyolların Franko’sunu toprak bile kabul etmiyor.

Bu ayrı mesele. Ama, daha dün zafer marşları çalınarak, minarelerde sela, camilerde Kuran’ın “fetih” suresi okunarak, işgale gönderilen Türk orduları, aslanların kuşatmasındaki Tarzan gibi zor durumda.  Oysa “şahsım”,  hem cephe hem de masada olacak, Türk halkına bohçalar dolusu ganimetle dönecekti. Gelin görün, her yerde bozgun var. Libya’da, “cihatçılarını da al ve git” diyenlerin kuşatması altında.

Suriye, zafer marşlarıyla kurulan savaş kuleleri terk ediliyor. İdlib’de çember daralıyor, mayın eşeği olarak kullanılan cihatçılar bombardıman altında. “Şahsım” zorda..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.