Şengal’de portakal ağacı çiçeklenirken

Kadın Haberleri —

Berfîn Nûrhaq

Berfîn Nûrhaq

  • Şengal’in sokaklarında portakal ağacının çiçeklerinin kokusunu aldım. Harap, viran olmuş evlerin ortasında elbiselerin, aynaların paramparça olduğu, çocuk oyuncaklarının kırıldığı bahçe avlusunda buldum portakal ağacını ve çiçeğini.
  • Şengal’de biz gerillaların varlığı. Özgürlüğün ifadesi. Hem de katliamın tam ortasında… Şengal’de yeni dünya ağacının, portakal ağacının çiçeklenmesi özgürlüğün ifadesi, varoluşun ifadesi, hem de harap ve viran olmuşluğun tam ortasında…

Gerilla adım adım ilerliyordu Şengal’e doğru. Digûre-Dohola arasındaki ovada yol alırken tam karşımda Şengal yani Sincar dağları. Kilometrelerce yol aldıktan sonra karşımızda dağın verdiği huzurla yol arkadaşlarıma dönüp “Önderliğimizin olmak istediği yerdeyiz” diyerek başladığım yolculuğumu, hiçbir zaman unutmak istemediğim günlerimi, Şengal anılarımı 2017 Mayıs ayında yazmak istedim.

Çantam hazırdı. Bir gerillanın çantası her an hazır olmalı düşüncesiyle kendimi pratiğe zaten hazırlamıştım. Bir şey hariç; kefiyem. Etrafımızdaki gençler başlayıp da bitiremediğim yeşil koçer kefiyesini hızla iki üç saatte bitirdiler ve akşam yola çıkmaya hazır hale geldim. Kefiye gerillanın estetiği. Kefiye gerillanın ayrılmaz bir parçası, her arkadaşı uzaktan gördüğünde tanımak için bir işaret. Her gerilla yanına bir kefiye alır güneşten, soğuktan, rüzgârdan korunmak için. Bir de pratik bir saha ve savaş alanı ise her an yük çekmek için yüke bağlanır bir de çok ifade edilmez ama olur ya bir yaralanma durumunda bir arkadaşın yarasını sarmak için de işe yarar. Nice kefiyelerimiz yaralı, şehit yoldaşlarımızın kanlarına sarıldı… Grup komutanlarından biri Şehit Dilgeş arkadaştı. Şehit Dilgeş arkadaşı Rojhilat’tan tanıyordum. Biz vardığımızda koridor açılmıştı, Şengal dağı özgürleştirilmişti, halk kurtarılmıştı…

'Herkesin olmak istediği yerdeyiz’

18 Eylül, saat 09.00. Herkesin olmak istediği yerdeyim. Katliamın, sürgünlerin, göçün olduğu yerde. Beş bin kadının kaçırıldığı yerde. Şengal’e doğru gelirken caddelerden, ovalardan nefesimizi kesen toz bulutu içinden hızla -DAİŞ çetelerinin atışlarına denk gelmeyelim diye- ilerliyoruz. Hayatımda ilk defa bu hızla sürülen bir arabaya biniyorum. Sabahın seher vaktinde önümüzdeki arabayı görmüyoruz. Karanlıktan değil haa, tozdan. Tozun havaya kalkmasıyla görüntüler kayboluyor. Tam bir kamuflaj. Yol boyunca düşündüm. Araziye, yollara, köylere nasıl hâkim olabiliriz? Savunmamızı nasıl geliştirebiliriz, kamuflaj-gizlilik nasıl olmalı bu ovalarda?

Her gülüş bir rüzgâr esintisi

Tam öyle düşünürken şöyle dedim kendi kendime; “Bu kadar açık ovalarda bu toz savunmadır. Demek ki her arazinin her mekânın kendisine has doğal bir savunması var. Bu da doğanın kendi dili ve doğası.” Bu kadar toz duman böyle düşününce sevilir herhalde… Yolda arabanın arkasındaki arkadaşlar tozdan tanınmaz olmuştu. Gülüşleri, kahkahaları yüzlerindeki tozları dağıtıyordu. Her gülüş bir rüzgâr esintisi gibiydi. Savruluyordu tozlar. Ova-şehir gerillacılığı böyle. Tozlu oluyor insan. Dağ gerillacılığında alın teri var. Bazen terin gözlerinin içine akar, gözlerin yandığında anlarsın terlediğini ya da susuzluktan dudakların kurumuştur terin akar dudaklarını ıslatır. Dağdaki ilk günlerimde gerillanın alın teri beni o kadar duygulandırmıştı ki, kısa bir şiir yazmıştım:

“Xwîn, xwêdan, hesirê çavan.

Bû derya her sê dilop.

Em wisa digihêjin evîna welat…’’ 

Bunları düşünerek yolculuğun sonuna ulaştıktan sonra arabanın arkasındaki genç arkadaşların elinden tutup, ellerindeki çantaları, silahları alarak onları arabadan indirdik. Dağın yamaçlarından inen arkadaşları gördük. İki arkadaş şehit düşmüştü. Ronî ve Armanc arkadaşlar. Piravra tarafında eylem keşfine giderken yolda pusuda şehit düşmüşlerdi. İlginçtir, Şengal’e vardığımda da iki arkadaş şehit düşmüştü; Şengal’den çıkacağım gün de Mediban taraflarında iki arkadaş mayında şehit düşmüştü. Şehitlikte arkadaşlar için tören yaptık. Orada hatır isteyerek çıktım. Ne kadar zor bir duygu.

Şengal’in kalesi: Amud

Yükseklere çıkıyoruz. Şengal’in üst tepesine, Amud’a. Amud tarihi bir yer… Etrafı yüksek duvarlarla örülmüş kale gibi. Arapça’da yüksek yer ve yüksek yerlere kurulan direkler demekmiş. Sonradan öğrendik ki burası Saddam’ın yaptığı bir yer. Şengal’in en stratejik yeri. Şengal’in en üst zirvesine ilerlerken göze en hoş gelen yer, dağın etrafındaki çıplak tepeler. Bu silsile Şengal dağını çevreliyor. ‘Qarec’ deniyor. İlk andan itibaren dikkatimi çekmişti. Bu manzarayı her gördüğümde tepe tepe dolaşmak istemişimdir.

Yalnız ağacın arkadaşı kuşlar

Qarec’lerde yürümek benim en keyif aldığım şeydi. Tabii çıplak tepelerin susuzluğu dayanılacak gibi değil, bu da var. Çıplak tepelerde bazen tek tük bir ağaç karşına çıkıyor. Bir akşam üstü eylem keşfine giderken tek bir ağaca rastladım. Ağaca yaklaştım. O kadar çok kuş konmuştu ki, dallar kuşların ağırlığından eğilmişti. Niye bu çıplak tepede bu ağaç sorusuna kuşlar yanıt vermişti. Evet bu yalnız ağaç kuşlar için. Kuşlar bu ağacın arkadaşı. İlk defa yeşili ve kahverengiyi bu kadar sevmiştim. Yeşil ağaca konan kahverengi kuşlar, Şengal’in bu çıplak tepelerini güzelleştirmişti…

Viranenin ortasında yeşeren yaşam

Yıllar sonra… Çocukluğumuzda bahçemizde olan yeni dünya ağacını yıllar sonra Şengal merkezinde eski Şengal’in mahallelerinde harap viran olmuş avluların bahçelerin orta yerinde gördüm. Uçaklarla, havanlarla doçkalarla, vurulmuş, mayınlarla patlatılmış, evlerin ortasında yeni dünya ağacı. 'Yeni' kelimesi garip geliyor bu kadar viranenin ortasında…

Ağaçtır bu. Yaşamdır bu, yamandır. Bulur yaşayacak bir damarı…

Ve aynı gün. Biraz daha yürüdüm. Yanımda Arîn Canê ve Zîn Şirin var. Ne güzel yoldaşlardı. Yürürken hiç aklımdan çıkmayan ama Şengal’de göreceğimi de hiç tahmin etmediğim portakal ağacı. Görmüşsem de portakal ağacını, gördüğüm zamanda portakal ağacının çiçekleri yoktu. Tam mevsiminde görmemiştim. Hep bu yüzden yakınırdım. Çiçeğin mevsimine denk gelmemiştim. Ve Şengal’de eski Şengal’in sokaklarında portakal ağacının çiçeklerinin kokusunu aldım. Harap, viran olmuş evlerin ortasında elbiselerin, aynaların paramparça olduğu, çocuk oyuncaklarının kırıldığı bahçe avlusunda buldum portakal ağacını ve çiçeğini.

Havanlar atıyorlardı, olduğumuz istikamete. Ben ve Arîn hızla avuçlarımızın içine portakal çiçeklerini topladık, hızla oradan ayrıldık….

Şengal’de nasıl ki harap olmuş viran olmuş bahçe avlusunda yeni dünya ağacı bir çelişki gibi geliyorsa, kan kokusu, barut kokusunun ortasında portakal çiçeğinin kokusunu duyacağımı hiç beklemiyordum… Yaşamın diyalektiği işte….

Yaşam, hayat. Ve hayatın kendisi mücadele. Var olma mücadelesi…. Var olma, yani özgürlük mücadelesi. Özgürlük; varoluşun ifadesi…

Şengal’de biz gerillaların varlığı. Özgürlüğün ifadesi. Hem de katliamın tam ortasında… Şengal’de yeni dünya ağacının, portakal ağacının çiçeklenmesi özgürlüğün ifadesi, varoluşun ifadesi, hem de harap ve viran olmuşluğun tam ortasında…

foto:AFP

Halka umut olmamız gerekiyor

Êzîdî halkının inancı çok güçlü. Kutsal yerleri halk için çok önemli. Dağın etrafında, her bir köşesinde, kutsal bir yer. Bu kutsal yerlerin etrafında da köyler kurulmuş. İnançları güçlü fakat, devlet sistemi bu halkı kendi inancı içinde boğmuş, tecrit etmiş, o yüzden inançları onların yaşamını akışkan kılmamış. Özellikle şehir yaşamına çekildikten sonra nasıl yaşayacağını, kendini nasıl yöneteceğini, neye ihtiyacı olduğunu bilmemiş. Hep başkalarından beklemiş, kurtarıcı beklemiş. “Li heviya Xwedê’ diyor başka bir şey demiyor. O yüzden halka önce umut olmamız gerekiyor, güven vermemiz gerekiyor.

Şengal dağına gelindiğinde duyulan ilk sözler: “Beri fermanê, piştî fermanê”

Katliam, sürgün, kaçırılan binlerce kadın, açlık, susuzluk, susuzluktan ölümler, vadilerde biri diğerine tercih edilip bırakılan çocuklar... Tüm bu yaşatılan gerçekliğe rağmen Êzîdî halkında özellikle kadında yaşanan direniş, gözlerde ve yüzlerde eksik olmayan gülüşler. Umutsuzluğun acısını, yokluğun sancısını dindiren gülüşler. Şengal halkı PKK ile tanışıp HPG-YJA-Star güçleri ile ortak savunmasını sağladıktan sonra artık “berî ferman e, piştî ferman e” cümlesi değişmiş, onun yerine “berî PKK, piştî me PKK nas kir” diyor. Yani PKK ile tanışmak, HPG ve YJA Star güçlerinin Şengal'e gelişi Êzîdî halkı için bir milat, özgürlük umudu.

Şeker değil umut bekleyen çocuklar

Ellerim üşüyor. Kalemi aldım elime. Belki kelimeler ellerimi ısıtır diye. Ama yazacaklarım soğuk. O yüzden ellerim ısınmıyor. Dün yağmur yağarken halkın yaşadığı çadırlara indim. Çadır kampına girdiğimizde çocuklar etrafımıza dolanıyorlar. Köylerden topladığımız elbiseleri, çorapları dağıtmaya çalıştık. Onlara asıl vermek istediğimiz, dağıtmak istediğimiz umut, inanç. Çocuklar bile KDP peşmergelerinin gerçekliğini söylüyorlar. Savaşmadıklarını söylüyorlar. Şengal’de salt şeker bekleyen, ekmek bekleyen değil, DAİŞ’in katliamını konuşan, peşmergenin gerçekliğini eleştiren bir çocuk gerçekliği var, inanmak zor ama gerçek.

Bir ananın haykırışı

Bugün 35. gün. YBŞ komutanlığında yer alan Berxwedan yoldaşımız şehit düştü. Berxwêdan Tolhildan yoldaş Şengal savaşında moral aldığım, en güzel şekilde bizleri selamlayan bir yoldaştı. Cenaze törenindeyiz. Ananın sözleri; ‘Birayê mino, Bavê mino, Delalê dilê mino…’

Ana da DAİŞ’in elinde 2 ay esir kalmıştı. Tam cenazenin üzerine gittiğinde tüm gözler, kulaklar ananın üzerinde. Ne yapacak ana, ne diyecek ana diye. Yüksek bir sesle ‘Ezzzzz nagirîmmm’ (Ağlamayacağım) diye haykırdı. Öyle dediğinde tüm yoldaşlar ananın cesaretine, sabrına şaşakaldılar. Törenden ayrılırken “Ser bikevin ser bikevin” (Başarın) diyordu, bize gülümsüyordu tüm acısına rağmen.

DAİŞ’in elinde çektiği acıları, ne kadar da sakin düşünerek anlatıyordu bize…

Tam bir ay sonra. 24 Şubat’ta Çiyayê Bezar’ın güzel kızı Şengal’in hem güzel hem asi gerillası Vinar Semsûr yoldaşımızı Şilo dağında çatışmada şehit verdik.

Şehit törenleri

Şengal’de gerilla olmanın özgünlükleri. Şengal’de gerilla olmanın öğreticiliği, Şengal’de gerilla mevzilenmesinin hareketimize kazandırdıkları... Katliam anında mevzilenmek, tarifi zor bir duygu ve düşünce. Bu yanıyla Şengal mevzilenmesini özgürlük mücadelemiz tarihinde bir ilk olarak saymak mümkün. Bu yanıyla tarihi sorumluluğu ağır bir mevzilenme.

Şengal’e birlikte geldiğimiz grup komutanlarından Dilgeş arkadaş, Kasım ayı ortalarında DAİŞ çetelerinin denetimine geçen Bare’yi kurtarmak için harekete geçmiş, güçlü bir eylemle Bare özgürleştirilmişti. Günler sonra DAİŞ çeteleri bu duruma karşı misilleme amaçlı Gelî Şilo’ya girmek istedi. Şilo sırtlarında Şehit Dilgeş, Goran, Rojhat, Fırat ve Afat arkadaşların bulunduğu grupla çeteler arasında çatışma çıktı. 5 arkadaş kahramanca şehit düştü. Arkadaşlar için Kerse’de tören düzenlendi. Bu arkadaşların törenleri oldukça etkiliydi. İlk defa halk bu kadar çok gelmişti. Daha önce analar şehit törenlerine bu kadar gelmemişti.

Şengal kent merkezi özgürleşiyor

Koridor açılmıştı, Şengal şehir merkezine giriş için YPG’den takviye geliyordu. İlerliyoruz Şengal şehir merkezine. Bir yandan HPG, YJA STAR, bir yandan YPG, YPJ görkemli bir şekilde Şengal şehir merkezine doğru ilerliyoruz. Bir yandan da bizim bu girişimizi fırsat bilerek KDP de zırhlı araçlarla ilerliyor. Yolun bir tarafı bizim araçlar, diğer tarafı KDP’liler. Şengal çocukları bizim araçlara özgürlük işareti yaparak sloganlar atıyorlar, bazen bizim araçlar arasına KDP’liler yarışırcasına giriyorlardı, çocuklar hemen fark ediyorlar selamlarını geri çekiyorlar, özgürlük işareti yapan parmaklarını indiriyorlardı. Şengal’e doğru ilerliyoruz marşlarla, türkülerle, bayraklarla… KDP’nin pazarlık planlamasına göre DAİŞ, 22 Aralık’ta Şengal şehir merkezini boşaltacak, KDP de gidip yerleşecekti. Biz bu planları bozduk. Biz KDP’den önce Şengal şehir merkezine girdik, çatışmalar oldu. DAİŞ de baktı ki PKK, Şengal’e giriyor o yüzden Şengal’i bırakmadı, çatıştı. Biz 20 Aralık’ta şehir merkezine girince tüm hesaplar bozuldu.

Vinar Semsur
Edessa Şengal
Berxwedan Tolhildan

Onlarca arkadaşımız şehit düştü

Çok değerli arkadaşlarımız bu savaşta şehit düştü. Şehit Armanc, Evrim, Jiyanda, Vinar, Dilgeş, Berxwedan, Çiya Serhat, Nurhak, Şehit Çekdar, Edessa, Berîvan, Zîlan, Vînar, Berxwedan, Mansur, Egîd Efrîn, Yılmaz Gever, Serdem, Çiya Serhat, Pirdoğan, Canfeda Zîlan, Rüstem, Avareş ve onlarca arkadaşımız şehit düştü. Daha önce sabır ve irade savaşı demiştim. Gerçekten de öyle. Geçenlerde arkadaşlara şöyle dedim; “Şengal toprağının dili ‘li heviya Xwedê.’ Bu kelime bir yandan inançla ilgili. Ama bir yandan da çok katliama uğramış bir halk olarak hiç umudu kesilmiyor diyebiliyor insan.”

*13 Aralık 2021’de Garê’de şehit düşen Berfîn Nûrhaq’ın yazılarından derlendi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.