Serxwebûn’da çalışmak…

Dosya Haberleri —

Serxwebûn

Serxwebûn

  • Avrupa’ya geldiğimde, bizim zar zor bulduğumuz Serxwebûn’u her Kürt’ün evinde görmek hem beni şaşırtmış hem de büyük bir moral vermişti.
  • Serxwebûn hareketin toplumla iletişime geçtiği anahtar gibiydi. Her ay tek tek halkla selamlaşmanın, beraber okuyup tartışmanın bir aracı gibiydi. Hareketin yazılı, fotoğraflı haliydi.

Hêzil FELAT

Batman’daki evimize gelen Mahsum Korkmaz (Agit) arkadaşa kahve götürdüğümde eşim ve aynı zamanda amcaoğlum olan Felat arkadaş (1978’de ailenin istemiyle evlendirildim) “Bizi yalnız bırakır mısın, işimiz var” demişti. Agit arkadaş ise “İşimiz o kadar da gizli değil, gel sen de dinle, mücadeleyi öğren” diyerek yanlarına oturmamı istemişti. Çok anlamasam da meraklıydım. Çünkü Felat sabah okulda, sonrasında da parti çalışmasında olduğundan hep eve geç gelirdi. Ve neredeyse her sabah çıkmadan bana “Mutlaka TV haberlerini izle, akşam geldiğimde bana aktarırsın” diyerek ilgi alanlarımı geliştirmemi sağlıyordu. Birçok akşam geldikten sonra da daktiloda yazılar yazıyor (sonradan öğrendiğim kadarıyla bildiri ve Serxwebûn makaleleri idi), bitirmeden de yatmıyordu. O dönemki arkadaşlar hem dışarda gençleri hem de evde kendi ailesini bilinçlendirip örgütlemekten sorumluydular. Felat arkadaş da hem beni hem de kardeşlerini yetiştirmeye çalışıyordu. Annesi de yurtdışına çıkmadan önce Batman’daki evlerinde Önderliği ağırlamış “Onun gibi bir insanı hiç tanımadım, ondan çok etkilendim” diyerek aslında çocuklarına da yol göstermişti.

Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür

Mazlum arkadaş Batman’a gelip Mehtap Sineması’nda öğrenci gençlik ve halka toplantılar yaparak örgütleme çalışmaları yürütmeye başlamıştı (1978). Söylediklerini yapıyor, yaptıklarını söyleyerek birçok genci etkiliyorlardı. Evde kim var kim yok herkesi gönderdiğim bu toplantıya çok istememe rağmen ben katılamamıştım. Ve işte o toplantıya gidemememin acısı bugüne kadar yürümemde etkileyici oldu.

Devlet halktaki canlanmayı gördüğünden dolayı 1979’da zindanları doldurmaya başlamıştı. Her Kürt ailesi devletin cezaevleriyle bir biçimde karşı karşıya kalmıştı. Felat da bunlardan biriydi.

12 Eylül ile akıl almaz işkencelere maruz kalsalar da mücadeleyi her anlarında yaşatmayı bildiler. Duygusal olsa da çocukları için direnen aileler de mücadelenin bir parçası olmayı başarmışlardı. Teslimiyet ve ihanet yerine direnişin zafere götüreceğini öğretmişlerdi.

El büyüklüğünde Serxwebun

İşte Mazlum arkadaşın yazıları ve Diyarbakır zindan direnişi, bizler için bir halk eğitim merkezine, mücadelenin birer halkasına dönüşmüştü. O dönem Serxwebûn dergisi bir el büyüklüğünde çok küçük harflerle basılmış bir kitapçık gibi cezaevine girerdi. Açık görüşlerde de eğitimler yapılırdı.  

Okuma yazmam çok azdı. Okumayı çok seviyordum ama geliştirme olanağım olmamıştı. Devletin baskılarına rağmen güvenlikli bir biçimde 4-5 kadın bir araya gelip kendi evlerimizde bir sütun Serxwebûn’u okuyarak anlamaya ve kendimizi geliştirmeye çalışıyorduk.

Her yurtsever evin vazgeçilmezi

Avrupa’ya geldiğimde, bizim zar zor bulduğumuz Serxwebun’u her Kürt’ün evinde görmek hem beni şaşırtmış hem de büyük bir moral vermişti. Herkesin okuduğu, ideolojik olarak beslendiği, tarihini öğrendiği, devrimci kişilik kazandığı, yine kurmak istediği sistemi-paradigmayı anlamaya çalıştığı Serxwebun adeta yaşamının bir parçası, her ay kesintisiz aldığı vazgeçilmeziydi. Hareketiyle de iletişim aracıydı, bağlılığının sembolü gibiydi.

Serxwebûn’da ilk çalışma

Serxwebûn, partinin ideolojik yayın organıydı. Şehitlerin yazıları, anıları da yayınlanırdı. Ben de Felat arkadaşın şehadet ilanını, hatta bana ve kızıma hitaben yazdığı son mektubu da ilk orada okumuştum “Sizleri çok seviyorum, ama ülkeme ve halkıma da sevdalıydım” başlığıyla yayınlanmıştı. Adeta bizimle ilgilenememesinin nedenini anlatmak istemiş ve mücadeleye nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda bir perspektif vermişti. Felat arkadaşa olan sevgim Serxwebûn ile bütünleşmişti.

Serxwebûn’u ilk ziyaret ettiğimde arkadaşların gönüllü çalıştığını görünce ben de “neden ben de yapmayayım ki” diyerek hemen çalışmalara başlamıştım.

40 yaşında 10 parmak ile yazı yazmayı daktilo ile öğrenmiştim. Bilgisayarı öğrenmemde kolaylık sağlamıştı. İlk olarak cezaevinden gelen ve sigara kâğıtlarının iki tarafına çok küçük yazılmış yazı ve kitapları bilgisayara geçirmekle başlamıştım. Bu çalışmanın kendisi çok yönlü bir öğrenim- eğitim oluyordu.

Adeta bir kutsal kitap gibi…

Serxwebûn özel sayıları, şehit albümlerini de çıkarırdı. Şehit düşen arkadaşların hayatları, anıları, kişilikleri ile tanışmak, onları kitaplaştırmak, fotoğraflarını ayrıştırıp en güzel şekilde mizanpaj yapmak kadar değerli bir şey yoktu. Serxwebûn yayınları adı altında çoğunluğu Önderlik ve şehitlerin yazılarından oluşan yüzlerce kitap da yayınlandı.

Tekniğin gelişmesiyle elimizdeki çalışmaların hem korunması hem de güvenlikleri için dijital ortama alınması kararlaştırılınca kısa sürede tekniği öğrenerek başta Serxwebûn ve Berxwedan olmak üzere şehit albümleri, yıllık takvimler, şehit günlükleri ve yazıları, cezaevinden gelen günlükleri hem scanere çekiyor, olmayanların orijinallerini araştırıyor, yıprananları da tekrardan yazarak hazırlıyorduk.

Alman devletinin yayınevi saldırısında el konulan birçok materyalin arasında bazı Serxwebûn sayıları da vardı. Ve bizde bunlar yoktu. Halk içinde araştırmaya başladığımda bir ailede ciltlenmiş bir kitap biçiminde olduğunu görmek beni çok mutlu etmişti. Adeta bir kutsal kitap gibi korunmuştu. Tek bir nüshaydı, kalın kaplı olsa da eski olmasından kaynaklı içindeki sayfalara dokunduğunda hemen yırtılabiliyordu. Yazıların mürekkepleri bile bazı yerlerde silinmişti.

Scaner yapabilmek için yıpranan sayfaların düzeltilmesi için ütüleme yöntemini geliştirmiştim. Elbette riskli bir durumdu. Kâğıtların yanma ihtimali vardı. Bunun için birlikte çalıştığım arkadaşlar “Tek nüshadır, o da yanarsa ne olacak” diyerek adeta nefeslerini tutarak izlemişlerdi. Ben de korkuyordum elbette ama eskiden bildiklerimle parti içinde öğrendiklerimi birleştirince sonuç elde etmede kararlı yaklaşmıştım. Çünkü bir işe severek ve titiz yaklaşınca olumlu sonuç alma olasılığı çok büyüktü.

Bitirmeden ölmeyeceğim

Yapabildiğim her şeye kaygısızca yorulmadan katılıyordum. Hatta “Bu çalışmayı bitirmeden ölmeyeceğim” diyorum. Her bir arkadaşın günlüklerini zevk ve sevgiyle yazıyorum. Her birinin yazılarında, analizlerinde kendi kişiliğimi de yeniden oluşturmaya çalıştım. Klavyede yazarken parmaklarımın ne kadar yorulduğunu hissetmiyordum. Tuşların sesi bana İrlanda dans müziğinin ritmi gibi geliyordu. Oturmuş bir çalışma sistemim vardı. Tek bir boş geçen zamanım olmuyordu. Başladığım çalışmayı bitmiş olarak görmek elbette çok daha farklı bir duyguydu. Çünkü emek sarfederek, irade olunarak şehitlere, Önderliğin yoldaşlığına, hala mücadele eden yoldaşlara layık olma çabası, gururunu yaşıyorumdum.