Şiddet faili ‘iyi çocuklar’ın kaliteli sanatları

Kadın Haberleri —

.

.

  • Mesele Kim Ki Duk olunca, Woody Allen olunca, taciz mi etmiş, tecavüz mü etmiş, biz bilemeyiz, ama sonuçta işleri çok kaliteli, işleriyle kişiyi ayıralım’cılar hemen bir koro kuruyorlar. 

NİLGÜN YELPAZE

Geçtiğimiz hafta Türkiye’de yeni bir “#MeToo” dalgası gündeme geldi ve hala gündemdeki yerini koruyor. 
Hasan Ali Toptaş’ın sosyal medya üzerinden cinsel saldırı nedeniyle bir kullanıcı tarafından ifşa edilmesi, diğer kadınlar tarafından sahiplenildi ve hem aynı şahsa hem de diğer tacizci, tecavüzcü erkeklere karşı bir ifşa dalgası başladı. Bu seferki ifşaların ardından yazarın yayınevleri ile anlaşmalarının bitirilmesi, verilen ödüllerin geri alınması ve konunun gündemde epeyce yer etmesi ise umut verici oldu. 

Tacizci listesi

Cinsel saldırı suçu nedeniyle sosyal medyada ifşa edilen erkeklerin bir listesi feminist yayınlar üreten Çatlak Zemin internet sitesinde yer aldı. Her biri kültür sanat camiasından olan, kimisi solcu veya ‘devrimci’ geçinen bu erkeklerin isimlerini Mor Kamera köşesinde de teşhir etmekte yarar var: Hasan Ali Toptaş, Bora Abdo, Ali Lidar, Hüseyin Kıran, Metin Üstündağ, Vedat Özdemiroğlu, M.Fatih Kutan, Ümid Gurbanov, Mustafa Orman, Süha Oğuzertem, Refik Tabakçı, Çağdaş Erdoğan, Nevzat Çelik, Korhan Gümüş, Aydın Selcen, Mustafa Preşeva, Ali Şimşek, Biray Dalkıran, Onur Koca, Levent Karataş, Aytaç Ars, Osman Çakmakçı. Liste şimdilik böyle, ama aslında biliyoruz ki çok daha uzun. Bu seferki kampanyada kullanılan hashtag’ler ise #susmabitsin ve #uykularınızkaçsın oldu. 

İstismar nasıl var oluyor?

Özellikle sinema, edebiyat, basın veya akademi alanında yine cinsiyetçi yapılar sayesinde ve muhtemelen kendilerinden çok daha başarılı kadınların üzerine basa basa bir yerlere gelmiş olan bu erkeklerin, bulundukları pozisyonun, ellerindeki kaynakların ve yaşlarının onlara verdikleri hiyerarşileri sonuna kadar kullanarak kendilerinden daha geç veya hiyerarşik olarak daha aşağıya itilmiş kadınları istismar ettikleri açık. 
Kadınların sosyal medyada paylaştıkları anlatılarda özellikle iş ve kaynak üzerinden yaratılan baskı göze çarpıyor, erkek yapımcılar, erkek oyuncular, genç kadın oyuncuları işsiz bırakmakla, rezil etmekle tehdit ediyor, hocalar sınıfta bırakmakla, makalelerini yayınlatmamakla tehdit ediyor, yazarlar yayınevlerine tavsiye etmemekle… Yani erkekler bütün kurumların başlarını tuttukları, yargısı-polisi de yine erkeklere ait olduğu ve onlara inandığı, medya da erkeklerden yana haber yaptığı için bu şiddet ve istismar kendisini böyle var etmeye devam ediyor. 

İfşa elimizdeki araçlardan biri

Bu yüzden bu isimlerin ifşa edilmesi, bu ifşalarda ‘kadının beyanı esastır’ ilkesinin benimsenmesi ve kadınların bu ifşaların arkasında bir dayanışma örmesi de güçlü bir silah haline geliyor, çünkü elimizdeki araçlar çok kısıtlı.
Bu minvalde hepimizin hayatında bu ve buna benzer şiddet, cinsel saldırı veya istismar vakalarıyla karşı karşıya kaldığımızı, ancak ifşalarla dayanışmanın aynı zamanda travmatize edici etkileri de olabileceğini de hatırlayalım ve bir kez daha yineleyelim: Hiçbirimiz yalnız değiliz. İfşa edenler de; aile ve toplum baskısı nedeniyle, hazır olmadığı için, akıl sağlığını veya bizzat canını korumak istediği için ya da sadece gerek görmediği için ifşa etmeyenler de. Bu hareketle dayanışmanın kimsenin üzerinde bir baskı oluşturmaması da önemli. Dediğimiz gibi ifşa elimizdeki araçlardan sadece bir tanesi. Tabii ki kadınların elinde olan bir adalet sisteminin var olmadığı ataerkil toplumda etkili bir tanesi. Üstelik ifşa edenler için de fail olan ve onların biricik savunucusu diğer erkeklerin saldırılarına hedef olma, beyanını zorla yineletme, beyanını yalanlama… gibi birçok tehlike ve şiddetin yeniden onlara yönelmesi riski bulunuyor. 

Estetiğin yeniden inşası

#MeToo kampanyası Amerika’da sinema sektöründe başlamış ve Harvey Weinstein başta olmak üzere cinsel şiddet faili erkeklerden bir kısmının mahkeme tarafından belli cezalara çarptırılması kazanımını elde etmişti hatırladığımız gibi. Son ifşa dalgasında adı açıklanan erkeklerin kültür sanat camiasından olmasının dışında bu hafta bu konuya yer vermemizin bir diğer nedeni de bu. Erkeklerin ataerkil sistem içerisinde film üretim kaynaklarının başlarını tutmuş olmaları, kameranın nereye koyulacağından hangi hikâyenin nasıl anlatılacağına kadar erkek bakış açısını ‘estetik’ etiketi altında yüz yıldır izleyiciye yutturdu. Kadınlardan bu kaynaklara, yukarıda bahsettiğimiz taciz, şiddet, aşağılanma döngülerini aşarak erişebilenlerin işleri de hak ettikleri değeri çok sonradan buldu, ya da hala bulamadı. Dolayısıyla bu sayfa alıştığımız ‘estetik’ algılarını söküp, feminist bir ‘bakış’ mümkün mü, kadın ve queer bir bakış erkeklerin inşa ettiği sinema algısının tamamen dışında ve yeni gösterme biçimlerini nasıl inşa ediyor, gibi sorularla yola çıktı. 

Kim Ki Duk’un meselesi

Gelinen noktada bir kez daha görüyoruz ki, bu yolda ilerlemekle sinema ve kültür alanındaki şiddet ve cinsel saldırı suçlarının faili erkeklere karşı mücadele etmek aslında çok iç içe. Bir örnek vermek gerekirse, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Güney Koreli yönetmen Kim Ki Duk. Aslında bana kalırsa, yıl olmuş 2020, bir Kim Ki Duk filmi daha izleseniz gerçekten vizyonunuza çok da bir şey ekleneceğini zannetmiyorum. Onun yerine başından beri bu köşede saydığımız ama adını hiç duymadığınız yeni bir kadın yönetmen keşfedebilirsiniz mesela. Ölünün arkasından da pekâlâ konuşulacağı için, Kim Ki Duk’un meselesini de söyleyelim: Kendisi kadın oyuncuya yönelik fiziksel şiddet ve tecavüz faili olarak 2017 yılında ifşa edildi ve mahkeme tarafından fiziksel şiddet suçlaması dolayısıyla da cezalandırıldı (cinsel şiddet vakalarının mahkeme serüvenlerini burada tekrar etmeye gerek yok.) 

  • Gerçekten karşısındaki bireyin sınırlarını maddi, manevi, cinsel, psikolojik olarak ihlal etmemeyi beceremeyen, kendisini cinsiyetinin ona verdiği güçle var etmekten başka bir var olma biçimi yaratamayan insan, ‘iyi’ filmler yaratabilir mi? Ya da bizim izleyeceğimiz filmler bunlar mı olmalı gerçekten?

Hissi taklit eden yazar

Gazete Duvar sitesinde Hasan Ali Toptaş meselesi ile ilgili yazısı yayınlanan Zehra Çelenk şöyle yazıyor: ‘Banyoya kıstırdığı bir kadınla, neye uğradığını şaşırttığı gencecik bir öğrenciyle empati kuramayan bir adam, insanın derin çelişkilerine, kaygılarına ne dereceye kadar “gerçekten” nüfuz edebilir? Belli bir zeka ve çalışkanlığa sahip bir yazar için insanların gönül tellerine de akıl tellerine de dokunmak kolaydır. Ama imajı, yazdığı ve gerçeği arasında bu derece uçurum olan birinin, yazdığı bazı durumları hissetmeyip hissi taklit ettiği açık değil mi? Bunca riya, sözcük ve metafor dağlarının arasından sızıp eserin ruhunu kirletmez mi? En basit, ilkel sorunlarını çözememiş kişinin kurduğu dünya bu çiğlikten nasıl münezzeh olacak?’ 

‘İşleriyle kişiyi ayıralım’cılar

Çünkü mesele Kim Ki Duk olunca, Woody Allen olunca, taciz mi etmiş, tecavüz mü etmiş, biz bilemeyiz, ama sonuçta işleri çok kaliteli, işleriyle kişiyi ayıralım’cılar hemen bir koro kuruyorlar. O yüzden yukarıdaki alıntıdan hareketle insanın kendisine durup bir sorması lazım, gerçekten karşısındaki bireyin (çoğunlukla kadının) sınırlarını maddi, manevi, cinsel, psikolojik olarak ihlal etmemeyi beceremeyen, kendisini cinsiyetinin ona verdiği güçle var etmekten başka bir var olma biçimi yaratamayan insan, ‘iyi’ filmler yaratabilir mi? Ya da bizim izleyeceğimiz filmler bunlar mı olmalı gerçekten?  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.