Şiddetin sinsi bakışı

Hatice ERGÜN Haberleri —

  •  Tuğluk’un Kobanê davasında demansa bağlı olarak tutukluluğuna son verilmesine karar veren mahkeme heyeti, hüküm giydiği ve infaz edilmeyen hapis cezaları nedeniyle tutukluluğunun devamını bir vicdan meselesi olarak karşımıza çıkarıyor.

Gözünüzün önünde uzayıp giden ve yinelenen haksızlık pratikleri olduğunda nasıl isyan edersiniz? Küfretmek, lanet etmek, silaha sarılmak, haksızlığın mucitleri, devam ettirenler, haksızlıktan nemalananlara yönelik fiziksel şiddet yollarına başvurmak, arkanızı dönmek, örgütlenmek, bu diyarlardan çekip gitmek. Sanki vicdansızlığın, biat edenlerin gözü dönmüş saldırganlığının, aklı şiddete teslim etmenin uğramadığı insan toprakları varmışçasına. 
 
Ursula K. Leguin’in ‘Omelası Bırakıp Gidenler’ine sürekli dönmemize neden olan bir insanlık durumunda yaşıyoruz. İnsanlar artık zıvanadan çıkmışçasına zulmediyorlar. Eskinin cadı avları/yakmaları, engizisyon mahkemeleri, kazıklı işkenceleri, kapatmaları ve lanetleri bugünün medeniliğinde hukukun hükmüyle eziyete, işkenceye dönüşüyor. Ortak payda aynı - insandan sayılmamak insanlık kriteriyle çiziliyor; insan-dışılaştırılanlar insani muamelemeden uzak tutuluyor. Ya da, salt insan oldukları için insanca muamele görüyorlar – belki, işkencenin her türlüsü insana özgüdür. Belki insan -olmayan-hayvanlar işkence kültüründen özgür yaşarlar. Belki, buradaki ‘belki’ fazladır.
 
Bedenimden akan öfke Aysel Tuğluk’a yönelik devlet muamelesinde, devleti kendinde bulan kişilerin, Adli Tıp uzmanlarının, yargıçların, savcıların değerlendirmelerinde, umarsızlıklarında düğümleniyor. İçimden lanetlerden lanet geçiyor; belalardan belalar okumaya meylediyorum – nafile. Demansla yaşayan bir muhalif kadının hapsedilme, yargılanma, tutuklanma, hüküm giyme, hükümlü olduğu başka davalardan dolayı yeniden kapatılma deneyimlerinde demansın alabileceği formlara aşina olduğum, olan bitenin nasıl bir insanlık haline işaret ettiğini kestirebildiğim için tıkanıyorum. 
 
Öfkem politik: Erkek düzenler, erkeklere yüklenen rekabetçi, saldırgan, yaşamsal biraradalıkları bağımlılık, karşılıklı bağımlılığı zayıf organizma üzerinden okuyan, tek taraflı güçlenme üzerinden kendisini dayatan bir perişan aklın, fallik aklın süreğen olarak teyidi üzerinden işler. Bu tür bir akılla gerekçelendirilir. İnsanlığın devamı açısından vazgeçilmez olan, bir arada yaşamın külliyen reddine dayanan bu akıl baştan aşağı saçmadır; kendinden menkuldür; kendini reddeder. Aysel Tuğluk’un bugün maruz kaldığı muamele böyle bir saçmalığın çıktısır, örneğidir. Demansla yaşayan bir kadından kendisini savunmayı beklemek kadar saçmadır, acımasızdır, tarif ötesidir; sözü bitirir.
 
Kişisel: Babam demansın Alzheimer’s formu teşhis/tanısını aldığında yanındaydım. Sonrasında civarında ve  vasisi oldum. Birlikte kararlaştırdığımız şekilde, evini tanımadığı evrede Alzheimer’s merkezini evi yaptım. Alzheimer’s’la birlikte yaşamaya devam edebilmek için bir açıklamam, bu yaşamın yükünden aklı yorulanların artık bırakmak istedikleri, hep karşımıza çıkan saçmalığa akıllarını yormaktan vazgeçtikleri üzerinden seyretti. Değil mi ki, bu tür engellerle yaşama süreçleri daha çok entelektüel, düşünsel açıdan zengin insanlar arasında görülüyor. Demansın seyri başka bir dünya ihtimaline adım atma isteğiyle körükleniyor – nörolojik bulguların reddi değil bu; sosyolojik, psikolojik çıkarımlar. 
 
Tam da böyle olduğu için Tuğluk’un Kobanê davasında demansa bağlı olarak tutukluluğuna son verilmesine karar veren mahkeme heyeti, hüküm giydiği ve infaz edilmeyen hapis cezaları nedeniyle tutukluluğunun devamını bir vicdan meselesi olarak karşımıza çıkarıyor. Bu yetki zaten cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle işliyor. Tam bir kakofoni, tam bir pornografik komedi; Türkiye siyasetinin içinde bulunduğu koşulları, bu koşulları çevreleyen atmosferi çırılçıplak ve her türlü estetiği reddeden bir şekilde gösteriyor. Kara mizah bile değil – olduğu saçmalıkla acılı bir kahkahayı boğazımıza tıkıyor.
 
Demans, tanısıyla yaşayan kişileri ‘engelli’ listesine ekleyen bir sağlık sorunu. İnsanları değersizleştirmiyor. Toplumun çoğunluğunun dışında olduğu varsayılanlara yönelik toplumsal sorumluluğumuzu hatırlatıyor. İnsan aklının bir işlevi olan yargının dayandığı vicdana hitap ediyor. Vicdansızlığın kurallaştığı bir evrede Türkiye toplumu için ne anlama geldiği bilinmese de…
 
Tarih, engellerimizden nemalanan erk sahiplerini sabitler. Tarihin yargısı kaçınılmazdır. Yeter ki salt seyircisi, terk edeni, küfredeni olmayalım. Aysel Tuğluk ve nicesi için sesimize ses katalım.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.