Soykırım asimilasyonla devam ediyor

Dosya Haberleri —

1872 - Pyotr Gruzinski'nin sürgünü anlattığı yağlı boya tablosu/ wikipedia

1872 - Pyotr Gruzinski'nin sürgünü anlattığı yağlı boya tablosu/ wikipedia

21 Mayıs soykırımı ve soykırımın bugüne yansımalarını Çerkes sosyolog Akanda Taştekin'le konuştuk.

  • 1864 yılında modern dünyanın gördüğü ilk büyük soykırım yaşandı. 16. yüzyıldan beri süren Çerkes-Rus savaşları artık sona ermiş ve Çerkeslerin mutlak yenilgisiyle sonuçlanmıştı. 21 Mayıs 1864'te son savaş kaybedildikten sonra Çerkesler yurtlarından sürüldü. Bugün Türkiye'de 2 milyondan fazla Çerkes'in yaşadığı biliniyor. 
  • Bugün İsrail’de, Kfar Kama’da bile akrabalarımız, aile dostlarımız var. Kendi yaşadığım coğrafya çerçevesinde de sürgünle gelen nüfus Osmanlı’da dağınık bölgelere yerleştiriliyor; Samsun’a, Düzce’ye, Kayseri’ye… Bunu takip eden bir iskan politikası var, son olarak da Cumhuriyetin bu asimilasyon sürecinde devraldığı tarihsel sürekliliğin altını çizebiliriz.

MIHEME PORGEBOL

Tarihin kazanı halkların kanıyla doludur ve sönmek bilmeyen iktidar ateşinde kaynar durur. Sezar, İskender, Cengiz Han, Süleyman, Hitler, Bush... Pers, Mısır, Roma, Osmanlı, Rus, Moğol... Bir iktidar yoktur eline kan bulaşmamış. 1864 yılında modern dünyanın gördüğü ilk büyük soykırım yaşandı. 16. yüzyıldan beri süren Çerkes-Rus savaşları artık sona ermiş ve Çerkeslerin mutlak yenilgisiyle sonuçlanmıştı. O dönemde kapitalist sömürgecilikle tanışan Rusya, Çar Petro'nun "Bize Çerkesya lazım, Çerkesler değil" şiarıyla Çerkes yurdunu işgal edip nüfusun neredeyse tamamını binlerce yıl boyunca yaşadıkları topraklardan sürdü. Sürgün yaklaşık 500 bin insanın ölümüyle sonuçlandı. 

Yaşananlara tanıklık eden bir Rus asker gördüklerini şöyle anlatıyordu: "Yolda sarsıcı bir görüntüyle karşılaştık, kadın, çocuk ve yaşlıların cesetleri, parçalara ayrılmış, yarısı köpekler tarafından yenmiş, sürülenler açlık ve hastalıkla boğuşuyor, neredeyse bacaklarını hareket ettirecek güçleri yok, yere devriliyorlar ve canlı halleriyle köpeklere yem oluyorlar. Türk gemiciler en ufak hastalık belirtisi gösterenleri anında suya fırlatıyor. Dalgalar, bu şanssız cesetleri Anadolu kıyılarına sürüklüyor. Sürgüne gönderilenlerin sadece yarısı karayı canlı görebildi." 

Her ne kadar pek dillendirilmese de sürgünde Osmanlı'nın da payı büyüktü. O yıllarda tüm sınırlarında savaşlar veren ve içeride de türlü isyanlarla boğuşan Osmanlı İmparatorluğu, belki kendi yıkımını ertelemek belki de Ruslarla bozuk ilişkilerini düzeltmek için iskan politikaları uyguladı ve imza attığı anlaşmalarla sürgünü teşvik etti. Nihayetinde 21 Mayıs 1864'te son savaş kaybedildikten sonra Çerkesler yurtlarından sürüldü. Sürgünün tamamlanması yıllar aldı ve geride Çerkeslerin sadece yüzde 7'si kalmıştı. Bugün Türkiye'de 2 milyondan fazla Çerkes'in yaşadığı biliniyor. Biz de 21 Mayıs soykırım ve sürgününün Türkiye'de yaşayan Çerkesler için ne ifade ettiğini, soykırımın bugüne yansımalarını Çerkes sosyolog Akanda Taştekin'le konuştuk:

Akanda Taştekin

Çerkesler tarihin en büyük sistematik soykırım ve sürgünlerinden birini yaşadı. 21 Mayıs Çerkes halkı için bugün ne anlam ifade ediyor?

21 Mayıs 1864 bir kırılma tarihi olarak Çerkes halklarının hafızasında yer ediyor. Kbaada Vadisi (Krasnaya Polyana) son savaşın verildiği yerdi, Kızıl Çayır adını da buradan alıyor. Bir asırlık direnişin sonucunda Çerkesler Çarlık Rusyası’na yenildi, korkunç katliamlar yaşandı, sağ kalanlar da topraklarından sürüldü ve dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Yaklaşık 1,5 milyon Çerkesin sürüldüğü kabul ediliyor, o dönemde anavatanda kalanların oranı çok düşük. Sürgün yolunda hayatını kaybedenler de hayli fazla; salgın hastalığa, açlığa ve sefalete dayanamayarak yaşamını yitiriyor çoğu. Karadeniz limanları boyunca toplu mezarlar kazıldığı anlatılırdı bize. Çerkeslerin kavminden Şapsughların yaşadığı yerde 600 bin yerli vardı, bugün orada sadece 8 Şapsugh köyü olduğunu biliyoruz mesela; Soçi’de Çerkeslerin Şaçe dediği bölgenin sahipleri Ubıhlar tamamen coğrafyadan silindi. 21 Mayıs bu işgal ve kolonizasyonun, soykırım ve sürgünün sembolik tarihi. Bu hafıza dün gibi canlı. 

Zaten soykırıma dair genel bilgi ve kronolojiye ulaşmak mümkün. Tarih konuşulurken hep egemen erkeklerin gözünden anlatılıp yine erkeklere odaklanılır ancak biliyoruz ki toplumsal travma ve trajedilerde en çok kadınlar zarar görüp hedef haline getirilir. 21 Mayıs'a kadınların gözünden bakarsak neler görürüz?

Buna dair çok veri yok aslında elimizde. Daha sosyolojik bir perspektiften savaşta, göçte, sürgünde kadınların ve çocukların daha dezavantajlı olduklarını ve bu şiddetten daha çok etkilendiklerini biliyoruz. İnsanlık tarihi savaş mağduru, köle olarak satılan, zorla evlendirilen, suistimal ve istismar edilen kadınların ve çocukların, hatta çoğunlukla kız çocuklarının, hikayeleriyle dolu. Bunu söylerken çok uzak bir tarihten de bahsetmiyorum ne yazık ki, 9 yaşın üzerindeki kız çocuklarına savaş ganimeti olarak IŞİD tarafından el konulduğu, Êzîdî kadınların köle pazarlarında satıldığı dönemlerde yıl 2014’tü, henüz 10 yıl dahi geçmedi üstünden. Kitlesel göç-sürgün döneminde Çerkes kadınlarına odaklandığımızda yazılı literatürde genelde saraydaki Çerkes cariyelerle ilgili anlatılara rastlıyoruz. Osmanlı haremindeki Çerkes kadınlar zaten bilinirdi ancak sürgün sürecinde bu sayıda ciddi bir artış oluyor. Saray için Çerkes kadınları her zaman “cazip” olarak anlatılır, bu cazibe “annelikte” de Çerkes kadınına önemli bir rol atfediyor, “güzel genler taşımak” gibi korkunç derecede seksist ve ırkçı yanları da var bu savların. Özetle kadının yine cazibesi, doğurganlığı, anneliği öne çıkıyor; farklı dilden, dinden, ırktan kadınlar yine benzer sorunlarda ortak paydalarda buluşuyor.

Ya sürgün sonrası süreç?

Sürgünden sonraki süreçte de Çerkes kadınların diasporada örgütlü bir şekilde var olması engellere takılıyor. Çerkes kadınların cemiyet ve dergi yayıncılığında ön planda yer aldıklarını biliyoruz; Hayriye Melek Hunç gibi isimler var hafızamıza kazınan… Beş Çerkes kadın tarafından kurulan Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti var mesela. Diyane diye bir dergi de bu cemiyetten çıkıyor ama bilinen yalnızca bir sayısı var. Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti 1919’da mektep açtığında burası Osmanlı’da kız ve erkek öğrencilerin aynı yerde ders gördüğü ilk Müslüman mektepti. Lozan’dan sonra hem dernek hem okul kapatıldı, Çerkes çocuklarının anadilde eğitim hakkı da hiç edildi. Tarihsel bir süreklilik var burada; Cumhuriyetin ilanıyla birlikte homojen bir toplum, Türkleştirme ve milli sermayenin inşasında azınlıkların üstünde oluşan basınç da arttı zaten ve Çerkes kadın hareketi de bundan nasibini aldı. 

1930-Resimli Kafkasya haritası

Çerkesler soykırımdan sonra dünyanın birçok yerine dağıldı/dağıtıldı. Elbette ki bunun sebep olduğu birçok acı ve sorun var ancak birbirinden uzak coğrafyalara gönderilmiş olmaları bir halk olarak Çerkesleri sosyal ve politik anlamda nasıl etkiledi? Bunun izleri günlük yaşama nasıl yansıyor?

Bugün bizim İsrail’de, Kfar Kama’da bile akrabalarımız, aile dostlarımız var. Aileler birbirlerini on yıllar sonra bulabilmiş. Bugün Çerkesler Ürdün’de, İsrail’de, Suriye’deler… Amerika’da doğup büyümüş Çerkes arkadaşlarımız var. Demek istediğim şey şu; insanlar bugün bile bir şekilde köklerini, geçmişlerini, ayrıldıkları coğrafyalardan geriye kalan o tanıdıklarını bulmaya çalışıyor. Bu insani boyutu tabii… Kendi yaşadığım coğrafya çerçevesinde konuşacak olursam sürgünle gelen nüfus Osmanlı’da dağınık bölgelere yerleştiriliyor; Samsun’a, Düzce’ye, Kayseri’ye… Bunu takip eden bir iskan politikası var, son olarak da Cumhuriyetin bu asimilasyon sürecinde devraldığı tarihsel sürekliliğin altını çizebiliriz. Bir yere mülteci olarak gittiğinizde “misafir” olursunuz, “dışarıdan” olursunuz; Çerkes halkları farklı tarihlerde onlarca kez sürüldükleri coğrafyalarda, sığındıkları devletlere “ihanet etmemek” ve “sadık bir vatandaş” olmak için büyük bedeller ödedi; dilini, kimliğini, kültürünü bıraktı ya da bırakmak zorunda kaldı, asimile oldu. Bu örneği hep veririm, “Benim de anneannem/babaannem Çerkes” diyen bir genç bugün bu kültürel soykırım riskinin canlı kanlı örneğidir. Bunu söyleyen kişi zaten kendini o tarihten, geçmişten, etnik-kimlikten ayrı yerde konumlandırarak söylüyor bu cümleyi. Bunu bir suç addederek söylemiyorum, ancak o yabancılaşmayı görmek açısından iyi bir örnek bence. Bunun gayet ataerkil bir yanı da var tabii. 

Osmanlı döneminden itibaren askeri ve idari birimlerde önemli pozisyonlara gelmiş Çerkesler. Bugün Türkiye’de de siyasette ve bürokraside etkinler. Bu durum Çerkes diasporasının varlık gösterdiği diğer ülkelerde de böyle. Etnik ve kültürel görünürlükleri ise oldukça zayıf. Burada devletlerin asimilasyoncu ve tektipleştirici politikalarını zaten eleştiriyoruz ama iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırmalı, bugün Çerkesler politik olarak yeterli bir örgütlü güce sahip değiller. Ya gündemde değiller ya da en azından benim görebildiğim kadarıyla bunun için harcanan çaba çok kısıtlı. Bunun değişmesi gerekiyor. 

Son zamanlarda gerek Almastı Çerkes Kadın Hareketi'nin kuruluşu olsun, gerek diasporadaki Çerkes derneklerine dönük demokratikleştirme girişimleri olsun, birçok anlamda Çerkes toplumunun kendi içinde de bazı şeyleri dönüştürmek istediği görülüyor. Çerkeslerin gerek yaşadıkları ülkede kendi yapılanmalarından gerekse de uluslararası kamuoyundan beklentileri neler? Neler talep ediyorlar?

Almastı Çerkes Kadın Hareketi’nin çıkışı Çerkes toplumunda sarsıcı bir etki yarattı. Çerkes kültürünü kalan tüm toplumsal ve sosyal normlardan azade kurgulamak ve burada kadına olabilecek eşitlikçi payı biçmek zaten hiçbir zaman gerçekçi olmadı. Almastı hasır altı edilen tüm bu dertlere tek tek parmak bastı, basmaya da devam ediyor. Kadınlar için bir ses, bir nefes oldu. Mesela derneklerin yönetim kadrolarındaki cinsiyet eşitliği hemen, peşi sıra tartışılır oldu. Bunlar birbirini tetikleyen, ileriye taşıyan hamlelerdir zaten. Tartışmadan veya mücadele etmeden bu dönüşümleri yakalamak mümkün gelmiyor bana. Çerkeslerin uluslararası kamuoyundan beklentileri nedir sorusuna gelirsek; burada soykırım ve sürgün tarihinin hukuksal olarak kabul edilmesi ve tanzimi esas taleptir derim. Türkiye devleti bugün hala soykırımı tanımıyor. Anavatanla kurulan köprüler hala sağlam bir zemine ayak basmıyor. Rusya, Çerkeslerin anavatana dönüşlerine set set bariyerler çekiyor, engeller koyuyor. Bu bariyerleri aşmak, anavatanla sağlıklı ilişkiler kurmak, gidiş ve dönüşleri kolaylaştırmak, soykırım ve sürgün tarihini uluslararası düzlemde daha görünür kılmak için de siyaseten bir basınca ihtiyaç var. Bu basınç da ancak Çerkeslerin kendi aralarında ve diğer halklarla örgütlülüğü, dayanışması, birlikte söz ve eylem üretebilmesi koşuluyla mümkün. 

***

Feodalizme karşı özgür halkın savaşı

Hazar'dan Karadeniz'in doğu kıyılarına, oradan da Kuban Nehri'nin kuzeyine kadar geniş bir coğrafyayı kapsayan Çerkes yurdu tarih boyunca İskitler, Sarmatlar ve Moğollar gibi türlü kavimlerin istilasına uğradı. 16. yüzyıla gelene kadar kabilelerden oluşan bir federasyon şeklinde kendi kendini yöneten Çerkes toplumunun bu tarihten sonra feodalizme geçişiyle Rus Çarlığı'nın bu coğrafyaya saldırıları da baş gösterdi. Feodalizmin etkisi toplum içerisinde sınıflar yaratırken beraberinde politik iç anlaşmazlıklar da getirdi. 16. yüzyılın başlarından beri süren Çerkes-Rus savaşlarının kaderi 1700'lü yılların sonlarına doğru feodal sınıfın Çarlık rejimiyle işbirliği yapmasıyla değişti. Çerkes toplumunun en kalabalık ve diğer sınıflardan görece daha özgür olan sınıfını oluşturan tlfekotller (Çerkes serf sınıfı), feodallerin işbirlikçiliği ve Rus Çarlığı'nın sömürgeciliğine karşı ayaklandı. 

Feodallerle tlfekotller, 1796 yılında Bziyuk Nehri vadisinde karşı karşıya geldiler. Rus birliklerinin ağır topçu atışlarıyla desteklediği feodaller Bziyuk Savaşı'nı kazanarak özgür köylülerden oluşan tlfekotlleri yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra toplum içerisindeki roller iyice belirginleşti. Artık sömürgeciler, işbirlikçiler ve tlfekotller vardı. Bu da toplum içindeki gerilimi günden güne arttırıyor, o güne dek özgürlük ve bağımsızlığına düşkün karakteriyle bilinen Çerkes toplumunun içine girdiği esaret krizini derinleştiriyordu. Tlfekotller, Rus Çarlığına karşı verilen özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin asıl muhatabı olmuştu. Çok geçmeden 1856 yılında feodal beylere karşı ayaklanan köylüler sosyo-ekonomik yetersizlikler yüzünden başarılı olamadı. Bu yenilgi Çerkes soykırımına giden en önemli taşları döşedi. 

1864 - Çerkes soykırımı için kurulan bir Rus askeri kampı

Son savaş kaybedilince...

Artık kapitalizme geçiş süreci yaşayan Rusya'da serflik kaldırılıyor, feodalizm yavaş yavaş terk ediliyordu. 1860'ların başında Rusya'da iyice oturan kapitalist rejim vahşi ve doymaz karakterini gösteriyordu. O yıllarda dünyanın "hasta ve yaşlı adam" diye bahsettiği Osmanlı İmparatorluğu da içine düştüğü sorunlardan kurtulmanın bir yolu olarak iskan politikalarını uygulamaya başlamıştı. Bu da Çerkeslerin canı üzerinden kirli bir Rus-Osmanlı pazarlığına dönüştü. 1864 yılında artık Çerkes toplumunun neredeyse tüm yapıları tasfiye edilmişti. Mayıs ayında 20 bin atlıdan oluşan son Çerkes ordusu yaklaşık 100 bin kişilik Rus ordusunun karşısına çıktı. Bu son savaş 21 Mayıs 1864'te Çerkes ordusunun kesin yenilgisiyle sonuçlanınca modern dünyanın gördüğü ilk büyük soykırım başlamış oldu. Soykırımdan önce 1 milyon 250 bine yakın olan Çerkes nüfusunun yüzde 93'ü ya öldürüldü ya da sürüldü. Birer Çerkes boyu olan Ubıhlar, Janeler ve Hatıkuaylar'dan Çerkes anavatanında hiç kimse bırakılmadı. Yaklaşık 240 bin nüfustan oluşan Natuhaylardan geriye sadece 175 kişi kaldı. Aradan 158 yıl geçmesine rağmen hâlâ soykırımda tam olarak kaç kişinin öldüğü, kaç kişinin sürüldüğü ve geride kaç kişinin kaldığı bilinmiyor ancak tahmini rakamlar gerek Ruslar tarafından canice katledilenler gerekse de sürgün yolunda yaşamını yitirenlerin sayısının en az 500 bin olduğunu söylüyor. Çerkesler 158 yıldır her 21 Mayıs'ta soykırım ve sürgünü anarken taleplerini sıralıyor: Soykırım tanınsın, resmi özür dilensin, anavatana geri dönüşler kolaylaştırılsın ve anavatandaki yerleşim yerlerine sürgünden önceki isimleri verilsin.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.