Acı reçete kapıda
Dosya Haberleri —
Ekonomist Mustafa Sönmez; ülkedeki ekonomik durumu, Dünya Bankası'ndan alınan kredinin arka planını, emek örgütlerinin ve muhalefetin ne yapmasına gerektiğine dair pek çok konuyu gazetemize değerlendirdi:
- Dünya Bankası kredileri IMF kredileri gibi değildir. Son zamanlarda Dünya Bankası’ndan geleceği söylenen kredinin bir ayağı bir kere Türkiye’nin Şubat’ta yaşadığı depremlerle ilgili. Dünya Bankası afet yaşamış ülkelere böyle krediler açar. Mehmet Şimşek, ülkemizin durumu iyiye gidiyor Dünya Bankası da bunu taktir etti bize kredi açtı diye bir yalan söyledi. Yani böyle bir şey yok.
- Acı reçete ağırlıkla iktidara emek gelirlerini bastırmak hazırlığında ve bunu başlatmış durumda. Sosyal harcamaları azaltmak gibi bir yükle de yine emek kesimi bekleyen ağır bir işsizlik tehdidi var. Çünkü ekonomiyi soğuttukları taktirde birçok firma ya kapasitesini daraltacak ya da kepenk indirecek çalışanlarına yol verecek, bu da beraberinde bir işsizlik dalgası getirebilir.
- Hamaset artık çalışmıyor gibi çünkü bu hem Mayıs seçimleri dönemi öncesinde denendi, hem bu yerel seçimler öncesinde buna dönük bazı ataklar yapıldı ama halkın yaşadığı somut sorunlar özellikle geçim sorunları o kadar büyük ve derin ki bu hamaset artık pek iş yapmıyor. Deneyebilir, halkın acı reçeteye karşı tepkisi yükseldiği zaman böyle bir hamasete tekrar meyil edebilirler.
GÜLCAN DERELİ
AKP-MHP iktidarının ülkeyi ekonomik krize sürüklemesinin ardından zamlar, yurttaşların belini büküyor. Alım gücü düşerken, geçim sıkıntısı ise tavan yaptı. Ülkenin sürüklendiği ekonomik krizden çıkışın bu iktidarla pek mümkün olmadığı görülürken, AKP-MHP ise iktidarını ayakta tutabilmek için savaş tamtamları çalmaya devam ediyor. 31 Mart seçimlerinden büyük bir yenilgiyle çıkan AKP-MHP iktidarının hamasetle tutunmaya çalışması işleyecek mi? Dış politikada çöken iktidar, krizi halkın ekmeğinden kısarak çözmeyi planlıyor. Ülkedeki ekonomik durumu, Dünya Bankası'ndan alınan kredinin arka planını, emek örgütlerinin ve muhalefetin ne yapmasına gerektiği gibi pek çok konuyu ekonomist Mustafa Sönmez ile konuştuk.
Türkiye önemli bir seçimi geride bıraktı. İktidar yenilgiyle çıktığı seçimin sonucunu sadece ekonomiye bağlama eğiliminde. Çok değil 10 ay önce bir seçim daha oldu; ekonomik koşullar o zaman da şimdiki gibi kötüydü. Sizce ne değişti?
31 Mar seçimlerinin sonuçlarında ekonominin etkisi var mı, var. Tek başına bir ekonomik uygulamalara tepkinin sonucudur seçmen iradesi diyemeyiz. Bu epey birikimi olan bir tepki içinde ekonomi dolayısıyla geçim problemi, yüksek enflasyon, pahalılık, insanların geçinememelerinden dolayı yaşadıkları öfke bir etken. Ama tek başına bu değil. AKP’nin öteden beri uyguladığı tek adam rejimi bunun toplum üzerindeki siyasi, kültürel, sosyal basıncı 31 Mart’ta bir patlama yarattı. Ve kimsenin ön göremediği bir patlama oldu bu. Bu patlamanın aslında mayıs seçimlerinde olması beklenirdi belki tartışma konusu edilmesi gereken unsur, boyut budur. Bu patlama aslında niye Mayıs’ta olmadı da 31 Mart’ta oldu. Mayıs’tan Mart’a çok şey mi değişti, bu soru tartışmaya açılabilir. Bence bu patlama Mayıs’ta da yaşanabilirdi çünkü Mayıs öncesinde de insanların şikayetleri, öfkeleri, tepkileri belli bir boyuta ulaşmıştı. Benim kişisel kanım Mayıs’ta yeterince bir hazırlığın olmaması seçmeni ikna edecek boyutta bir pratik çalışma yapılmamış olması, cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun kitleleri yeterince ikna edememesi gibi faktörler var. Aradan geçen 10 ayda değişen evet ekonomik şartlar biraz daha ağırlaştı, geçim sorunu biraz daha büyüdü ve 10 ayda Erdoğan’ın bun u düzeltemediğini insanlar hisseti. Yaşanan yüksek enflasyona karşılık arttırılan maaşlar bunlar yeterli gelmedi. Bir geçim şikayeti öfkesi bu şekilde bir irade tepkisine yol açtı. Ama bunun yanı sıra yerelde gösterilen ve İstanbul’da gösterilen adaylar İstanbul’un kazanılmasında önemli bir etken oldu. Ayrıca bunun yerel seçim olması yurt dışındaki seçmenleri kapsamaması ve katılımın Mayıs seçimlerine göre görece düşük olması ki bu katılmayanların da önemli bir kısmının AKP seçmeni olduğu tahmin ediliyor bu boyutlarla düşünüldüğünde evet bu tepki de ekonomi etkilidir ama tek başına açıklayıcı bir öge değildir.
Önceki seçimde iktidar, seçimleri etkilemek için bütçeyi yoğunca kullandı, asgari ücret ve başka birçok konuda belli adımlar atmak zorunda kaldı. Ancak bu seçimde emekliler ve asgari ücret konusunda adım atmadı. Bütçe mi yetmedi, yoksa ortada bütçe mi kalmadı?
Aslında bu seçime dönük o tür politikalar izlenmedi değil izlendi. Bir kere yıl sonunda asgari ücret artışına gidildi. Asgari ücrette yüzde 49 yakın bir artış gerçekleşti. Emeklilerin taban aylığı 10 bin liraya çıkarıldı bunlar aslında Mart seçimlerine dönük hazırlıklardı. Başka jestlerde yapmış olabilir ama yetmedi çünkü öyle bir ekonomi yangını, geçim yangını var ki hangi merhemi sürseniz o kadar kar etmiyor. Bir yandan da enflasyon yükseliyor, düşüş halinde de değil. Dolayısıyla bu bütçeden yapılan harcamalar olmadı değil yapıldı ama yeterli gelmedi. Kayıp alt ve orta sınıflarda çok büyük. Emekli kesiminde, toplumun önemli bir kesimini oluşturan asgari ücretle geçineneler kesiminde, bu enflasyon yangınından çok ağır bir yanık var insanların yaşadıklarında bu tür merhemler yeterli gelmedi.
Kur Korumalı Mevduat (KMK) ile sermayeye bütçeden devasa bir gelir aktarılıyor. KMK'nin ekonomiye faturası ne kadar?
Kur korumalı mevduat uygulamaya başlandığında öncelikle bütçeden fark ödendi. Ne denildi insanlara, paranızı dövize yatırmayın Türk lirası mevduatı olarak tutun ama bunun getirisi dövizin getirisi kadar olacak. Eğer buradan bir zararınız olursa biz bunu bütçeden karşılayacağız, yeter ki dövize yönelmeyin. Kur korumalı mevduat buydu. İnsanlarda buna itibar ederek belki dövize yönelmediler ama döviz getirisini garanti eden bu tasarruf biçimine yöneldiler, ya da dövizi olanlar dövizlerini bankaya yatırarak bu getiriyi elde ettiler. Bu şekilde dolarlaşmanın önü alınmak istendi devasa boyutlarda bir uygulama oldu bu ama bütçeye de çok ağır yükler getirdi. Fakat bu sene farklı bir uygulamaya gittiler ve bunun bütçeye getireceği yük bütçe açığını da daha yüksek göstereceği için dolayısıyla Türkiye’nin özellikle dış yatırımcılar, dış kreditörlere karşı karnesini kötü göstereceği için -bütçe açığı- bunun merkez bankası tarafından ödenmesine karar verdiler. Kur korumalı mevduatın yükü bütçeden alınıp Merkez Bankası’na verildi. Ve yakın zamanda öğrendik ki Merkez Bankası’nın bu seneki bilançosundaki zararı 8 yüz 80 milyar lirayı geçmiş. Demek ki bu kur korumalı mevduattan da Merkez Bankası ağırlıklı bir zarar yazmış. Daha önce bütçe ve merkez Bankası tarafından paylaşılan bu yük şimdi daha çok Merkez Bankası’na aktarıldığı için Merkez Bankası’nın yükü olarak görülmüş. Bunun anlamadı da şu Merkez bankası normalde yıl sonunda elde ettiği karı bütçeye aktarırdı ama bu sene zarar ettiği için bütçeye bir katkısı olmayacak ayrıca da bilançosu zarar gösterdiği için daha birkaç yıl bütçeye herhangi bir katkısı olmayacak. Ama kur korumalı mevduat da atılan taş çok kuşa değdi mi, bu da çok tartışmalı. Bunun doğru bir yol olmadığını kabul etseler de bundan da vazgeçmiş değiller. Çünkü kur korumalı mevduatı kaldırdıkları taktirde oradaki TL mevduatın TL’de kalmayıp dövize altına yönelme ihtimali tehlikesi ve riski var. O nedenle sürüncemeye bırakıyorlar biraz zamana bırakıyorlar ve bu yük bütçe sütünden değilse de Merkez Bankası’na yük olmaya devam ediyor.
Ekonomik krizin nedenlerine dair çokça belirleme yapılıyor; iktidarın otoriter yapısı, hukuksuzluk vb. Ancak Erdoğan'ın "siz bir kurşun ne kadar biliyor musunuz" sözleri sanki yeterinde tartışılmadı. Ekonominin krize sürüklenmesinin en önemli nedenlerinden biri savaş politikası ve harcamaları değil mi? Çünkü ekonomistler de pek az değiniyor bu konuya sanki?
Türkiye tabi özellikle bu tek adam rejiminde güvenlikçi politikalar dediği tercihte karar kıldığı için askerle polis harcamalarına bütçeden bir hayli yüksek pay ayıran bir ülke. Şimdi bütçede görünen rakam da aslında tam harcamaları yansıtmıyor. Bütçede savunma harcaması ve güvenlik harcaması olarak görünen veriler bu bütçede bu kalemlerin çok dominant kalemler olmadığını güya söylüyor bize. Ama herkesin her zaman bildiği gibi Türkiye’de özellikle askeri harcamalar başka kanallarla genişliyor, büyüyor. Bunlardan biri savunma sanayi fonudur, bu fona bütçeden ve başka yerlerden kaynaklar aktarılıyor. Ve buradan bir askeri harcama gerçekleşiyor. Yanı sıra çok geniş bir savunma sanayisi adı altında bir askeri kompleks var. Bu önemli bir yer tutar. Özet olarak aslında vatandaşa sağlık, eğitim gibi sivil harcamalar şeklinde dönebilecek kaynakların önemli miktarlarda asker, polis harcaması olarak kullanıldığı nettir, kesindir ama bunun bir kamuflajı vardır dediğim gibi. Bütçede görünen dışındaki kısım kamufle edilir. Bu önemli bir etkendir, tabi bütçe kaynaklarının kullanılması, yaşanan ekonomik istikrarsızlıkta belli bir etkendir. Ama tabi insanlar geçim meselesi çok derinden ve birebir yaşadıkları için burada başka faktörler devreye giriyor. Bir kere rejimin yönetim biçimi, kayırmacılığı, adeta bir nalıncı keseri gibi tüm imkanları kendi partisine ve parti yandaşlarına aktarması, bu süreçte de Anayasa’ya, hukuka hiç uymayan şekilde kamu kaynaklarını çarçur etmesi ve tarihte görülmemiş boyutta bir servet transferini gerçekleştirmiş olması geri dönüp dolaşıp bir ekonomi çıkmazın içine sürükledi. Hukuksuz bir devlet görünümü hakim kılındı. Buna hem içerideki ekonomi faktörler güvensizlik beslediler hem de Türkiye’ye yatırım yapan dış aktörler de Türkiye’yi istikrarsız, güvensiz, hukuk açısından sorunlu bir ülke görmeye başladılar. Bütün bu etkenler beraberinde ciddi birikim krizini getirdi. Ve sermaye eskisi gibi birikemez duruma geldi. Kendini yeniden genişletemez duruma geldi. Ve bu da devamında Erdoğan’ın ülkeyi yönetememesi, işte seçimlere çok büyük açıklar vererek ya da yüksek bir enflasyona neden olarak gitmesi noktasına getirdi Türkiye’yi. Ve böyle bir enflasyonda bir yangın hali, bir baş edilmez hal hasıl oldu. Bunun önümüzdeki yıllara da sirayet edeceğini söyleyebiliriz.