Türkiye yatırım için güvenli değil
Dosya Haberleri —
Hollanda milletvekili ve eski AB Türkiye raportörü Kati Piri ile Hollanda parlamentosunun veto kararını, NATO’daki değişimi ve Avrupa’da özgür basına dönük saldırıları konuştuk...
- AİHM kararlarına uymayan Türkiye'de yatırım yapmanın güvenli olmayacağına dikkat çeken Hollanda milletvekili ve eski AB Türkiye raportörü Kati Piri, "Tam olarak bu nedenlerle Hollanda hükümetine, gümrük birliğini modernleştirmeyi kabul edebilmemiz için, AİHM kararlarının Türkiye tarafından uygulanması ve bu kararlara saygı gösterilmesinin bir ön koşul olması gerektiğini söyledik" dedi.
EREM KANSOY
Hollanda Parlamentosu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarına uymayan Türkiye’ye gümrük yaptırımı uygulanması kararını geçtiğimiz günlerde kabul etti. Parlamento kararını dijital medya hesabından açıklayan Hollanda milletvekili ve Avrupa Birliği’nin (AB) eski Türkiye raportörü Kati Piri “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına ilişkin kararları uygulanmadan Türkiye ile gümrük birliği modernizasyonu mümkün değil. Hollanda parlamentosu ilgili önergemi AB Konseyi öncesinde kabul etti” dedi. Kabul edilen önergeye göre, Hollanda, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş serbest kalmadan, Türkiye-AB Gümrük Birliği modernizasyonuyla ilgili alınacak kararı veto edebilecek.
Hollanda milletvekili ve eski AB Türkiye raportörü Kati Piri, Avrupalı devletlerin Rusya'ya uluslararası hukuka saygı duyması gerektiği noktasında uyardıklarını ve uymadığı takdirde yaptırım uyguladıklarını belirterek bunun Türkiye için de geçerli olması gerektiğini söyledi.
Eski AB Türkiye raportörü Kati Piri ile Hollanda parlamentosunun veto kararını, Avrupa’nın Türkiye’ye dönük tutumunu ve Avrupa’da özgür basına dönük saldırıları konuştuk.
Hollanda Parlamentosu, Gümrük Birliği'nin modernizasyonu için 'Demirtaş ve Kavala' şartını koydu ve Türkiye’nin gümrük birliği anlaşmasını onaylamadı. İnsan hakları ihlallerinin her geçen gün arttığı Türkiye'de AİHM kararlarına uyulmaması genel çerçevede ne gibi sonuçlar doğuruyor?
Öncelikle Türkiye'nin bir devlet olarak Avrupa Konseyi'ne katılmaya karar verdiğini hatırlatmakta yarar var. Dolayısıyla Türkiye, elbette AİHM’in tüm kararlarına da saygı duymak zorunda. Yani temel bu. Türkiye'nin yükümlülükleri var ve bunları uygulamak zorunda. Aynı şey Hollanda ve Hollanda vatandaşları için de geçerli. Herhangi bir hukuk kuralı veya uluslararası hukuk bu şekilde işler. Türkiye'de çok iyi bilinen iki vaka var: İlki Selahattin Demirtaş'ın, Türkiye'nin en büyük muhalefet partilerinden biri olan HDP'nin de genel başkanı olduğu bir dönemde tutuklanması; bir diğeri de Osman Kavala'nın davası. Her iki durumda da Türk sistemindeki tüm hukuki prosedürler tamamlandıktan sonra davalar Strasbourg'daki AİHM’e geldi ve mahkeme çok net bir karara vardı. Mahkemede, Türk devletinin belli iddialarına karşı bu kişilerin masum olduğu ve derhal serbest bırakılması gerektiği kararına varıldı. Bu dün olmadı; bu mahkeme kararları zaten bir süredir yüksek mahkemede. Esasen ben, Türkiye'ye ekonomisi konusunda yardım edilmesinden yanayım ve gümrük birliğinin modernleştirilmesine de karşı değilim. Bunun yanı sıra, Hollandalı şirketlerin de Türkiye'ye yatırım yapmasına saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Ama önce Türkiye hukuk kurallarına ve temel insan haklarına saygılı olmalı. Aksi takdirde böyle bir ülkede yatırım yapmak da güvenli olmayacaktır. Tam olarak bu nedenlerle Hollanda hükümetine, gümrük birliğini modernleştirmeyi kabul edebilmemiz için, AİHM kararlarının Türkiye tarafından uygulanması ve bu kararlara saygı gösterilmesinin bir ön koşul olması gerektiğini söyledik.
İnsan hakları ihlallerinin her geçen gün arttığı Türkiye'nin önceki dönem raportörüydünüz. Türkiye'de insan haklarının mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maalesef son yıllarda pek bir ilerleme göremedim. Tabii Türkiye raportörü olduğum yıllardaki kadar yakından takip etmiyorum. Ama biliyorsunuz, konu medya özgürlüğüne, işleyen bir demokrasinin temel taşlarından biri olan basın özgürlüğüne gelince, orada herhangi bir ilerleme görmüyoruz. HDP aleyhine açılan davalar gibi demokratik muhalefeti taciz etme girişimleri de oldu. Farklı isimler de bu davalara katılmak zorunda kaldı. Mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'na açılan davalarda hükümetin ne yaptığını görüyoruz. Kürt belediye başkanı seçildiğinde Wan'da neler yaşandığını, oylama sonucuna saygı duyulması için halkın baskısına ne kadar ihtiyaç duyulduğunu da görüyoruz. Avrupa Konseyi, cezaevlerindeki insan hakları ihlallerini yakından takip ediyor. Ve biliyoruz ki, siyasi mahkumlar diyebileceğim pek çok insan uzun yıllar hapiste tutuluyor, avukatlarıyla konuşamıyor veya aile ziyaretlerini gerçekleştiremiyor. Dolayısıyla Türkiye'deki insan hakları durumunun, hukukun üstünlüğünün hala çok büyük bir endişe kaynağı olduğunu söyleyebilirim.
Bir diğer önemli konu ise Hollanda’nın tutumu. Kararın ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ziyareti Hollanda'nın tutumunu değiştirecek mi?
Hollanda siyasi sisteminde, son söz her zaman parlamentonundur. Yani parlamento en fazla yetkiye sahip olan kurumdur. Bir hükümetten daha fazla yetkiye sahiptir. Eğer parlamento, Türkiye ile gümrük birliğinin modernizasyonu konusunu konuşmadan önce söz konusu ön koşulu sağlamanız gerektiğini söylerse ve biz de kararı kabul etmişsek, hükümet bunun aksini yapamaz. Türkiye'nin dışişleri bakanı; parlamentosu ne derse desin karar değişmez. Eğer böyle bir şey olursa, bu yarın mevcut hükümeti eve gönderebileceğimiz anlamına geliyor. Dolayısıyla Hollanda parlamentosunun çoğunluk tarafından kabul edilmiş çok açık bir tutumu var. Hükümetin de buna saygı duyması gerekiyor. Türk yetkililerle ne kadar görüşme yapılırsa yapılsın Hollanda parlamentosunun bu tutumu değişmeyecek. Bu gerçekten Türkiye’ye çok iyi, yerinde ve net bir cevaptı.
Hollanda’nın bu kararına karşın Almanya, Fransa gibi devletler Türk devletine adeta açık çek vererek insan hakları ihlallerine göz yumuyor. Avrupa ne yapmak istiyor? Avrupa'nın bu çerçevede tutumu nedir?
Türkiye raportörü olarak görev yaptığım yıllarda ben de AB hükümetlerine Türkiye'ye yaklaşımları konusunda çok kızdım. Çünkü onlar için her zaman Türkiye'de yaşayan vatandaşlardan ziyade ulusal çıkar öncelikli oldu. Göç söz konusu olduğunda ya da örneğin Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırıları sırasında Türkiye’nin jeopolitik durumu dolayısıyla ulusal çıkarlar gözetildi. Ancak Avrupa Konseyi üyesi bir ülkenin, en azından kağıt üzerinde, hâlâ bir gün Avrupa Birliği'ne üye olma hedefinin olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla farklı standartlarınız olmalı. Bir ülke, bir hükümet Avrupa Birliği'ne üye olmak istediğini söylüyorsa, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını görmezden gelmemeli. Sizin de söylediğiniz gibi, konu ekonomi olunca, konu vize olunca her türlü ayrıcalığın verilmesine dair açık çek imzalamak istiyorlardı. İnsan haklarına ilişkin herhangi bir ön koşul olmaksızın Türkiye’ye açık çek verme taraftarıydılar. Açık konuşmak gerekirse ben her zaman Türkiye’nin vize serbestiyetinden yana oldum. Yine Türkiye ile gümrük birliğinin de geliştirilmesinden yanayım. Ancak bu aynı zamanda Türk hükümetinin insan haklarına saygı konusunda şu anda yaptığından daha fazlasını yapması gerektiği anlamına geliyor. İşte bu noktada parlamentodaki çoğunluk, insan haklarıyla ilgili herhangi bir koşul olmadan bu adımları atamayacağınızı söylüyor. Hollanda parlamentosunun, Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili görüşmeleri yapmak üzere Brüksel'e gitmeden önce Hollanda hükümetine ve Hollanda başbakanına yeşil kartı vermeme kararı çok önemliydi.
Hollanda hükümetine geri dönersek son zamanlarda Hollanda başbakanının adı NATO başkanlığı için anılıyor. NATO'nun Kürtlere karşı sert bir tutumunun yanı sıra Türkiye'nin Ortadoğu'da, özellikle de Kuzey ve Doğu Suriye'de işlediği savaş suçlarını da görmezden geliyorlar. NATO başkanının değişmesiyle bu tutum da değişebilir mi?
Elbette başkan değişecek, çünkü mevcut genel sekreter benim partimden olmasa da Hollanda vatandaşı olarak görevine devam etmeyeceğini söyledi. Partim onun mevcut kabinesine de muhalefet etse de, Mark Rutte'nin genel sekreter olmasının, sahip olduğu tecrübe de göz önünde bulundurulduğunda iyi bir karar olacağını düşünüyorum.
NATO'nun Kürt halkına yönelik belirli bir politikası var. NATO'da pek çok ülke bulunuyor. Türkiye'nin askeri eylemlerini görmezden gelen veya destekleyen baskın ülkeler de buna dahil. Sanırım hepimiz Türkiye'nin NATO ittifakının sorunlu çocuklarından biri olduğu konusunda hemfikiriz. Bir yandan coğrafi konumu ve büyük bir orduya sahip olması nedeniyle önemli bir müttefik. Öte yandan elbette çok sorunlu. İnsan hakları sicili ile Kürt halkının çok acı çektiğini gördüğümüz çeşitli askeri saldırılar nedeniyle çok sorunlu. Bunun devam edeceği tehdidi her zaman mevcut. Sorunuza gelecek olursak tutum değişikliğinin büyük ölçüde üye devletlere bağlı olduğunu düşünüyorum. Dürüst olmak gerekirse NATO genel sekreterinin bu politikalar üzerinde büyük bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Bu, büyük ölçüde NATO içindeki baskın ülkelere ve tabii ki ABD'nin de tutumuna bağlıdır.