Suçlu olduğu için değil, Kürt oldukları için...

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

Onların suçu, Kürt olmaktı. Bugün Selahattin Demirtaş ve arkadaşları İdris Baluken, Wanlı Bekir Kaya, Amed’in oğlu Adnan Selçuk Mızraklı, Gültan Kışanak, Aysel Tuğluk, Sebahat Tuncel ve ötekilerin de suçu bu. Onlar Kürt oldukları için mahpusturlar.

Antropolog Adnan Çelik, geçenlerde yayımlanan bir söyleşide, Yahudiler herhangi bir suç işledikleri için değil, Yahudi oldukları için kırıldıklarını söylüyor ve Kürtleri saran kan ve işkence zulümünü de bu çerçevede izah ediyordu.

Doğrudur. Tarihte insan soyunu hedef alan bütün barbarların yaptığı budur. Bir halk, bir insan soyu, “fazlalık“ görülüp yerleri, yurtları, emek ve birikimlerine göz konduğunda, o insan soyu artık, bir bütün olarak suçludur.

Siz, Naziler döneminde, herhangi bir Yahudi’ye karşı suç işleyen herhangi bir Alman’ın mahkemeye çıkarıldığını duydunuz mu, hiç? Hayır. Ama “aynı akibetin (ırkçılık) kurbanı olan, Kürtlerin başına gelenleri gördük, yaşadık.

Siz dört bin Kürt köyünü soyup sonra yakan, binlerce Kürt’ü kaçırıp katleden yangıncı, soyguncu ve katillere tek bir sorunun bile sorulduğunu duydunuz mu hiç? Ama o günlerin JİTEM yok edicilerinden Arif Çetin, bugünün Jandarma Genel Komutanı‘dır. Kürtlere karşı işlediği suçlar, adeta künyesine başarı olarak yazıldı. Tecavüzcülükten yargılanan Musa Çitil, AKP’nin generali oldu...

Roboskî katliamının plan ve projecisi Hulusi Akar, hemen ardından Genelkurmay başkanı oldu. O şimdi Savunma Bakanı ve Türk ordusuna ek olarak kiralık IŞİD’çilerden kurulu orduların da başıdır. Ömerli, Kulp katliamının tetikçileri aklandılar. 10 Kürt şehrini tanka, topa tutanlara tek bir askere soru bile sorulmadı. Katilleri, “nadide varlık“ misali korundular.

Antropolog Adnan Çelik’in anlatımıyla, “yok edilecek soy“ söz konusu ise eğer, bunlarda tek tek suçlu, kabahat ya da kusurlu aramak gerekli değildir. O soyun mensupları bütün olarak suçludur. O nedenle, Yahudilerin suçu, Yahudi olmaktı. Ermeniler, Kardeniz Rumları bir suç işledikleri için, kırılıp sürülmediler.

Ve onlar, yerde can çekişirken Kürtler, “çakma Türk göçmenler“in çağ yangını misali “kendilerinden olmayanları yok etmeye“ karar verdiğinden habersiz, “sıralarını bekliyor“lardı.

1925 kışında, Şeyh Said’in yolunda kurulan tuzaktan sonra, kurşunlanarak, asılarak, kapatıldıkları binalarda diri diri yakılarak kırılan Kürtlerin büyük bir bölümü, bırakın suç işlemelerini, çağın imkansızlıkları yüzünden, ne olup bittiğini de bilmiyorlardı.

Geliyê Zîlan tepelerinde “kon açmış“ Kürt köylüler, katillerin hücumuna uğradıklarında Ağrı Dağı’nda yanan ateşten habersizdiler. Onun için, insan kanına bata çıka üstlerine gelenlere şaşarak bakıyor, “bu dünya görmemişler, delirdi mi ne?“ diyorlardı. Kurtulabilenler, Geliyê Zîlan’ın neden “lebaleb insan cesetleriyle dolduğu”nu hala anlayamadılar.

Topluca kurşuna dizilen ve “fare gibi“ zehirlenen Dersimlilerin hiç biri, Türk’ün tavuğuna “kış“ dememişti. Pek çoğu, köylerine gelen Türk askerini, kestiği keçinin kavurmasıyla besliyordu. Karnı doyan askerler, sonra “yediği kaba pisleyen“ kesilerek, yemek sunanları ve bebeklerini bir arada katlediyorlardı.

Türk ordusu, 1990’dan itibaren, bir milyon kişiye varan mevcudunu, polis gücüyle takviye edip eşkıya gibi köyleri yakıp insan kaçıra kaçıra ilerlerken, kimi Kürtler hala “hukuk“ diyorlardı. Bu gün de, eli, kolu bağlı durmaktansa hukuk diye diye yola çıkanlar var.

Oysa Kürtler söz konusu ise hukuk yoktur. Bu 1920’den beri böyle. Kürt köylüsü, 1920’de Topal Osman Çetesi ile Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki Türk ordusu Koçgiri’ye saldırdığında, olaya teşhisini koymuştu: Hukuk yok Kürt Fermanı var diye...

Ferman, topyekün kırım demekti. 1920’de başlangıçtı. Türk-İslam Faşizmini, yeniden inşa edip yerleştiren AKP ise başlangıcın devamıdır.

1920’de kurumsallaşan Kemalizm, Türk-İslam sentezinin bileşkesiydi. Kemalist kitle tabanı önce İslam, sonra dönme, dönek Türktü. Ermeni ve Rumlardan sonra Kürtlere, “Allah Allah“ diye saldırıyorlardı.

1990’dan itibaren, Kürdistan yeniden “vadedilmiş ganimet diyarı“ oldu. Paralı askerler ve polis Kürt köy baskınlarında ceplerine attıklarıyla yetinirken, daha sonra belediyelerin gasbın ile Türk seçkinleri de yemeye başladılar. Pontuslu Recep’in yedikleri, Bilal’in konduğu mülk ile SS Süleyman’ın götürdüğü takılar Türk medyasında bile konu oldu.

Eski Kemalistlerin 1924 güzünde rehine ve esir aldığı Miralay Halit Bey ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya bey ile arkadaşları, sonra gizlice katledildiler.

Onların suçu, Kürt olmaktı. Bugün Selahattin Demirtaş ve arkadaşları İdris Baluken, Wanlı Bekir Kaya, Amed’in oğlu Adnan Selçuk Mızraklı, Gültan Kışanak, Aysel Tuğluk, Sebahat Tuncel ve ötekilerin de suçu bu. Onlar Kürt oldukları için mahpusturlar.

Dolayısıyla, 1920’de verilen hüküm, büyük Kemal’den sonra geçen bunca kuşağa rağmen değişmedi: Kürt’ün suçu, bölge boyunca Kürt olmaktır. Kimilerinin cilalayıp parlattığı, onunla, bununla “ittifak“ hiç bir zaman kurtuluş olmadı. Kürtler, 1950’de Kemalistlerin B takımı DP ile de ittifak yaptılar. 1991’de CHP, 2000’lerde AKP ile...

Sonra ne değişti? Hiç bir şey.

O nedenle Kürtler, vakit varken kendi güçlerine odaklaşmalıdırlar, derler. Çözüm Kürtlerin çağdaş, birleşik gücünde.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.