TC çatırdarken…

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Geçtiğimiz hafta, iki Kürt savaşçı Mersin’in Mezitli kasabasındaki polis merkezine saldırdı. Alman Rust misali, “Demir Perde”yi geçip Türk asker ve polis devletinin zırhını deldiler. Zayıflık ve zaafiyetlerini gözler önüne serdiler.

Yanılmıyorsam eğer “emperyalizm kağıttan kaplandır“ sözü, Çin'in eski lideri Mao’ya ait.

Ancak doğru tesbittir. “Kağıttan kaplan” tanımı ona, buna avuç açıp borç para ve askeri yardım alarak, “emperyalist role” soyunan TC ve diktatörü Recep Tayyip için de geçerlidir.  

O az gelişmişliği orada dursun, tarihsel emperyalizm denilince, sarsak haline rağmen, hala entrikalar çevirmeye çalışan Britanya akla geliyor. Britanya, yakın tarihe dek bir emperyal (terör) imparatorluğuydu. Türklerin, Kürtlere yaptığı gibi Hindistan’ı yıllar yılı korku ile tütsüleyip, cinayet rüzgarları (terör) estirdi. Güney Afrika’ya beyaz ırkçılığını taşıdı. Çin’de terör yetersiz kalınca, oraya Afgan afyonunu götürdü. (Günümüzde Türk devleti, seçkin mafyasının Latin Amerika’dan taşıdığı uyuşturucuyu pazarlıyor, Kürdistan’a. Sokak başları melul bakışlı, serxweş sarsık gençlerle dolu)

Portekiz ve İspanya Güney Amerika’da, öteki Avrupalılar uzak Asya ve Afrika’da mezar kazıcıydı. Amerika (ABD) dünyada başka türlü bir emperyal rüzgardı.

Ama hiç biri zamanın ruhuna dayanamadı. Sonunda suya düşen kağıt gibi yok oldular. İskambil kağıdından şato misali, yıkılıp kötülüklerinin altında kaldılar.

Lenin’in kurduğu Sovyetler Birliği (Rusya) de aslında, “sosyalist” söylemli bir emperyal imparatorluktu. Ondan kurtulmaya çalışan Macaristan’a tanklarla girmiş, Çekoslavakya’yı ezmiş, halk lideri Dubcek’i sürgüne yollamıştı.

Sovyetler Birliği polis, asker ve adliyeden oluşan bir “demir perde” ile çevrili ve dışarıya ışık sızdırmayan gizemli bir “süper” diktatörlüktü. Amerika'ya karşı dünya liderliğine oynuyordu. Ama bir amatör pilot olan Alman Mathias Rust, 28 Mayıs 1987 tarihinde, küçük bir uçakla Hamburg yakınlarındaki Uetersen havaalanından kalkmış, batı sınırını geçip radara yakalanmadan Rusya semalarında ilerleyerek, Moskova’nın merkezindeki Kızıl meydana inmişti.

Bu olay ile demir perde delinmiş, efsanevi Sovyet istihbaratı yıkılmış, sonun başlangıcı olmuştu. Sovyetler artık “süper güç” değil, “yol geçen hanı”ydı. Polonya’da bir süre sonra sendikacı Lech Walesa liderliğinde ayaklanma başladı. Olay kopma ile sonuçlandı. Zaafiyeti gün ışığına çıkaran olaylar zincirinden sonra Sovyet dikta rejimi, 1991 yılında yıkıldı.

TC de şu sıralar Rusya’dan aldığı destek ve tefecilerden bulduğu borç para ile emperyalistliği oynuyor, yayılmak için her tarafa saldırıyor. Bazan kendini besleyen Rusya’nın elini bile ısırıp, komşularını tehdit manevraları düzenliyor.

Ama dünyaya geldiği ilk günden beri, bir terör devleti olarak, değişmeyen başat düşmanları Kürtlerdir. Kürdistan parçaları arasındaki sınırları geçilemez yapmak için duvarlar ördü, kalanına da örmeye devam ediyor.

Ama olmuyor. Mao’nun deyişi ile  “kağıttan kaplan”ın hiç bir duvarı, ölümü göze alan insan için, “geçilip aşılamaz” değildir. Türk utanç duvarları da geçiliyor. Nitekim, rejim kaçkını Afganlıların bile, Avrupa’ya ulaşmak için sınırları taburlar halinde aşıyorlar. Kürtler için ise duvarlar onların deyimiyle “çıraz, vıraz“dır.

Geçtiğimiz hafta, iki Kürt savaşçı Mersin’in Mezitli kasabasındaki polis merkezine saldırdı. Alman Rust misali, “Demir Perde”yi geçip Türk asker ve polis devletinin zırhını deldiler. Zayıflık ve zaafiyetlerini gözler önüne serdiler.

Alman Rust Sovyet demir perdesini deldiğinde, Devlet Başkanı Gorbaçov ilk iş olarak savunma bakanını görevden almış, bununla da kalmayarak, sürgüne göndermişti.

Fukara bir ailenin oğlu ve hayatı boyunca maaşıyla geçinmiş Türk savunma bakanı Hulusi Akar, bugün dünyanın en zengin generali. Alnında da Roboski katili yaftası.

Tabii ki bu olayı onur meselesi yapıpı istifa edecek değildir. İstifa etmedi. Bir teröriste yakışanı ile öldürme yemini ile Türk halkının karşısına  dikildi. “Teröristler” dedi ve “onlar Halep’ten geldiler. İntikamımızı alacağız” diye devam etti.

Tabanca ateşine hedef olmuş polisler daha yerdeyken, Türk devleti savaşçının kimliğini “remil”de, yani falda görmüş gibi “teşhis” ettiler.

Medyaya adı yansıyan tekmil mafya babalarıyla fotoğrafları gün ışığına çıkan “Zehir Hafiye” S Soylu, Roboski katilini yalanladı ve hayalhaneden attı. Savaşçılardan birinin uzun yıllar hapiste tutulmuş Dılşah Ercan olduğunu açıkladı. Polis, ailesinin evini basıp tüm bireylerini tutukladı. İşkenceye götürdü.

Dılşah’ın, olayla ilgili ve ilintili olmadığı ertesi gün anlaşıldı. Soysuzluk bu özür bile dilenmedi.

S Soylu, ikinci kere işkembeden attı ve “Halep’ten geldiler” diyen Hulusi Akarı da yeniden yalanladı:

“Teröristler, Mınbiç’ten (Suriye) motorlu Paraşütle uçarak geldiler…”

S Soylu İçişleri Bakanıdır. Hayatı, sanatı ve eseleri yalan üzeredir. İnsan uçurma son yalanı. Ama yakışıyor. Ancak gerçek başka:
Her muktedirin gücü oranında çaldığı Türk diktatörlüğü, kağıttan kaplandır. Silahsız Kürtlere karşı, mafyaya yakışan edalar ile babalanmalarına bakmayın siz. Gerçekte güçsüz ve her tarafı kevgir gibi delik, deşik. İki silahlı Kürt kadının, yüksek duvar, tel örgüsü, her adımda bir nöbetçinin yan yana dizildiği sınırdan girip içerilere sokulması bir gösterge ve çatırdamanın sesidir.

Yunanistan’dan sonra, bir kaç yüzbin kişilik nüfusu sahip Kıbrıs da, gerçek güçlerini bildiği için, meydan okuyor:

“Gücün varsa, üstüme gel!..”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.