Terör devletinde seçim: Vurun Kürtlere!

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Seçimi, “darbe” ilan eden Saray’ın “es es”ine inat, Kürt’e direnmek, onuruna sahip çıkmak kalıyor. Düşmanının gözüne diken olmak da savaşım biçimi... Hitler, Trujillo, Saddam senin tekmil katillerin çöplükte yatıyor, baksana Kürt kardeş!..

“Alçaklığın evrensel tarihi”nin öbür yüzü, kendi yurttaşını esir alan ve yarı Tanrı erkli diktatör portreleri galerisidir. Zindan işletmeciliği yapıp ruh alan, can bağışlayan yarı tanrılar...

(Yeri gelmişken, Tr’de -Tr devletlerinin resmi kodu, rumuzudur. Ben icat etmedim- kendine Türk diyen kalabalık çoğunluk, diktatör yaratıp tapınmayı seviyor. O nedenle daraldıklarında, dilekte bulunurcasına “Ah şekerim, bize Atatürk gibi bir diktatör lazım” diye iç çekiyorlar. Ve ne yapıp edip sonunda, Recep benzeri birini başlarına baş ederek hasret gidere geliyorlar.)

Evrensel galeride yer alan diktatörler hakkında, bugüne dek sayısız kitap yazıldı. Yazanlardan biri de Perulu ünlü kalem Mario Vargas Llosa’dır. Mairo Vargas, Dominik’i 31 yıl boyunca keyfince, avucunda tutan Rafael Trujillo’nun hayatını “Teke Şenliği” adıyla romanlaştırdı.

Ama “Teke” adını yazar uydurmadı. Trujillo, hastalık derecesinde kadın düşmanıydı. Ülke kadınlarını da kendi malı sanıyor, beğendiğinin kapısına dayanıyordu. Halk bu yüzden, ona “Teke” adını uygun bulmuştu.

Nitekim, ölümü de bu yüzden gerçekleşti. Bir subay ırzına geçilen eşinin intikamını almak için 1961’de yoluna tuzak kurup 31 yıllık diktatörlüğe son verdi.

Ama halk diktatörü için çalışmayı, onu besleyip sultani bir hayat yaşatmayı seviyordu. Rafael Trujillo gitti, başkaları geldi.

Mario Vargas Llosa’nın portresini çizdiği Rafael Trujillo, kimi diktatörlerin kulağı çınlasın, iyi bir hırsız, paraya doymayan bir soyguncuydu. Tabii ki her diktatör gibi onun hırsızlığı milletine hizmet içindi.

Kitapta anlatıldığı gibi, ülkede güneşin doğuş ve batımı ile toprağın gövermesine hükmü yetmiyor, ama onun dışında her şeyin hükümdarıydı. Dominik’te henüz televizyon yok, ancak radyo, onun sesiyle açılıyor ve nokta koymasıyla kapanıyordu.

Hitler’in propaganda Bakanı Goebbels’in “Yalan söyleyin, mutlaka birileri inanır” öğüdünü sadakatle yerine getirdi, o da.  Biat etmeyen kim varsa veya kimden şüpheleniyorsa isim isim sıralayarak sövüyor, omzuna iftiralar yüklüyor, terörist, vatan haini ilan ediyordu. Ner kadar tanıdık değil mi? O sustuğunda Dominik polisi insan avına çıkıyor, Tr’da Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan, Can Dündar, Kürt önderler ve Gezi sanıkları gibi suçlanmış herkes zindana çekiliyordu.

Öte yandan, bütün cehaletiyle hesabını bilen bir “ekonomist”ti o. Ülke malları ve mülklerinin mutlak sahibiydi. Ülke başkenti bile onun adını taşıyordu. Müteahhitlerin yüzdelik ortağıydı. Pay vermeyen herkese hayat yolu kapalıydı. Tesadüf işte onun kadar mal, mülk, para düşkünü oğlu bile vardı. Tabii ki, damat da. Evdeki eşi kendi çapında malı götürüyordu.

Diktatörler galerisini bırakıp konumuza dönersek Tr, yani Türklerin devleti, anayasalarında yazılı olduğu üzere diktatörlük değil, “demokratik bir cumhuriyet”tir. Çünkü şehirler, kasabalar ve ülke geneline hükmeden iktidar, halk oyu ile belirleniyor. Böylece, Türklerin devleti “demokratik cumhuriyet” olmuş oluyor.

Tr “demokratik bir cumhuriyet” ama bir de yasaların ve pek tabii olarak Anayasa’nın da üstünde bir Recep iradesi var.  Faşist Hulusi’nin “asil” dediği, Türklük gereği olarak, hayat onun dudaklarının kıpırdanış şekline göre işliyor.

O nedenle, Kürt milletine sıra gelince Recebin tepesi atıyor ve demokrasi bozuk çalıyor.

Çünkü, Kürtler hak ve özgürlükleri için öne çıkmış, ölüm geçidinde bedeller ödemiş ve yüzyıldan beri bedel ödemekte olan bir millet. Seçilmiş temsilcileri de Türk korosuna katılıp kendi halkına “kahrol” dememekte direniyor. Bu tutum da, kendisi yakın tarihlerde dinini değiştirmiş bir Gürcü göçmen ailesinin, Türk milliyetçiliği ile geçinen Recep oğlunun tepesini attırıyordu. Tepesi atınca, Anayasa rafta kalkıyor, liderleri Selo (Selahattin Demirtaş) en başta olmak üzere, seçilmiş Kürtleri ayıklayıp zindana çekiyor, böylelikle demokratik Türk cumhuriyetini ihya etmiş oluyordu.

Yıllardır bunu yapıyor Recep. Kürtlere zulüm ederek, eski İslam meliklerini de kıskandıran bir hayat sürüyor, üçyüz arabalık bir konvoyla fırından pide, koruma ordusuyla da balık almaya gidiyor. Her şey vatan için işte. Bu yüzden servetinin hesabını kimse bilmiyor.

Tr, bu yönüyle bir bakıma Recep cumhuriyeti şu sıralar, yeni seçim hazırlığında. Recep bir yanında Hizbulkontra katilleri, öbür yandan 6 bin kişinin katilliğinden sanıklarla Kürtlerin kanı, canı ve malı üzerine bir kampanya yürütüyor. Recep ve tekmil ekibi birden, daha gürce akacak Kürt kanı nehirleri ve Kürtlere zindanlar vadediyor. Ölüme, öldürmeye tapan kurtların kampanyası işte...

Seçim kampanyasının ortasında, terör devletine yakışan gece yarısı atağıyla 21 ilde 300 Kürt seçkinini uykularından zindana taşıdılar. Avukat, gazeteci, sanatçı, aydın, kamu hizmeti önderleri, siyasetçileri ile seçim katliamı, Kürtlerin öncü gücünü kırma hücumudur, bu.

Nice dar geçitten geçerek gelen Kürtler, elbette bu barbarca dalgaya dayanacaklardır. Savaşım, özgürlük sevdalısı Kürtlerin işi... 

Ama insan, ister istemez demokrasi nutuklarıyla ortalığın tozunu dumana katanları arıyor. Onların ses vermesini bekliyor. Sağcısı, solcusuyla kanmaca, kandırmaca üzeri dil döküp yaltaklanan, bel büküp eğilerek Kürtlerden oy dilenen muhalefetin karşı ses vermesini bekliyor.  

Ama beyxude!..

Filipin tipi Türk demokratik cumhuriyetinde muhalefet, faşizmin iyi aile çocuğu olarak, “vurun Kürtlere” haykırışları eşliğindeki saldırıda, gücün karşısındaki Prusyalı asker disiplini ile “hazır ol”da.

Seçimi, “darbe” ilan eden Saray’ın “es es”ine inat, Kürt’e direnmek, onuruna sahip çıkmak kalıyor. Düşmanının gözüne diken olmak da savaşım biçimi...

Hitler, Trujillo, Saddam, senin tekmil katillerin çöplükte yatıyor, baksana Kürt kardeş!..

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.