Terörist tuzluktan çöplere

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Türkler, fabrikalarda işlenmek üzere, Avrupa’dan çöp kağıt ithal ediyorlardı. Sokaklar, bu kağıtla doluydu. Her türlü yasak, hayatları da ambargo altında ve “kendi ana yurtlarında sürgün“ yaşayan Kürtler, bu işe el attılar. İstanbul’da çöplükleri karıştırarak metal, kağıt topladılar. Fabrikalara daha ucuz atık madde temin ettiler.

Bunlar yaban (vahşi), insana yabancı gezegenden gelmiş yaratıklar gibi, ötelenip dışlanmışlığın intikamını alırcasına, kendilerine benzemeyen insan soyu ve inançlara barbarca saldırdılar.

Malları, mülkleri, bir baştan öte başa ülkelerini talan edip çaldılar. Çalma ve gasp amacı ile yüz yıldır Kürtleri kırıyorlar.

Günümüzde telefon ekranlarına sığacak kadar küçülmüş dünyanın karşısında, ırkçı hastalıklarını tatmin için, Rojava (Suriye) Kürtlerini yok etmek üzere, saldıracaklarını ilan ediyorlar.

Kendilerini, “dünyanın nizam ve intizamın bekçisi“ görenler ise, bu ırkçı vandallık karşısında kör, sağır ve dilsiz.

Ve yeni değil, bu haller. Hep öyle oldu. İnsan soyları kırılırken, seyirci kaldılar. Çıkarlarını zedeleyen Alman Hitler ve rejimini,  ırkçı (Faşist) diye insanlık suçlusu ilan ettiler. Bu bir doğru, olması gerekendi.

Ama Hitler‘in, “bana ilham verdi“ dediği bu rejime karşı, üç maymun oyunu ile gözlerini, kulak ve ağızlarını kapadılar. Bununla da kalmadılar. Destek verdiler.

Karşılığında, onları çıkarlarının ucuz bekçisi yaptılar. Tetikçi, bodyguard olarak kullandılar.

Ermeni kırımını, daha yeni yeni görüp katile, utangaçlıkla “katil“ dediler. Pontus, Karadeniz Rumlarının kaderini görmediler. Kürtler ise yüz yıldır kanıyor. Katilleri ise hep yüksek himayaye mazhar oldular. Kürtleri suçladılar. Dini inancı (İslamı)  ırkı, soy ağacı, dili, kültürü, yaşama biçimi, yemekleri bile farklı olan Kürtler, dün eşkıya, bugün teröristtir.

Oysa eşkıyalıksa eğer, beslemelerine bir göz atsalardı. Irkçılık hastalığından akıllarını da kaybetmiş, Kürtlerin söylemiyle “gêj koyuna“ dönmüş, insanlığa aykırılıklarıyla, zulüm kapılarını aşıp komikleşmiş beslemelerini...

Durun ve seyreyleyin siz: Trafiği düzenleyen ışıklar Pekin’den Kanberra’ya, Washington’dan Londra, Berlin’e kadar dünya boyunca “yek“tir. “Kesk û sor û zer“ (yeşil, kırmızı, sarı) dır.

Ama devlet aklı, Kürde duyduğu kinle manyaklaşmış, kendini kaybetmiş, gözü kara kafa, 1990’larda, yer yüzü yabanileri olarak, Kürdistan’ın Amed, Batman şehirlerinde, Kürtleri simgeliyor diye, trafiğin evrensel renkleri “kesk û, sor û, zer“i değiştirdiler.

Terörist damgası vurarak, boynuna zil takılmış, görüldüğü her yerde yuhalanan katil kurt gibi tek başlarına kaldılar. Dünya dışı kaldılar. Kesk mavi oldu. Sor, Kürt’ün koyunu rengine döndü, zer de hiçlere karıştı.

Polis o sırada, esnaf çarşılarındaki lokantalara baskınlar düzenliyor, Kürtleri çağrıştırıyor diye masalardaki “terörist tuzluklar“ı toplayıp tutukluyordu.

Aynı polis, sokaklarda  “kesk û, sor û, zer“ avındaydı. Üstünde, kıyafetinde sarı, kırmızı, yeşil renkler bulunan kadınlar sorgulanıyor, üç rengi bir arada barındıran ise tutuklanıyordu.

Çiçekçiler de düşman hedefti.Üç rengi bir arada dizen çiçekçiler, kesk û, sor û, zer buket taşıyanlar cezalandırılıyor, çiçekler postalla çiğnenerek, çiçek olmaktan çıkarılıyordu.

Yine 1990’larda Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere, bir çok şehirde, Ermeniler, Rum ve Kürtlerin kültürüne nakşedilmiş işportacılık, Kürtlerin söylemiyle “çerçi“lik ilk defa  ulusal terörist ilan edildi.

İşportacılar terörist muamelesiyle kovanlanıyor, terörist sebze ve meyveler yerlere saçılıyor, yakalanan teröristlerden kimileri, kutsal polise karşı gelmekten tutuklanıyordu.

Çünkü, Kürt işportacılar tezgahlarında, sebze ve meyvelerle “Türk kanına dokunur“ şekilde, kesk û, sor û, zer motifler yaratıyor, Kürtçe konuşuyor ve dahası “Türk elleri“nde para kazanıyorlardı.

AKP Faşizmi ırkçı terörü en ileri boyutlara taşıdı. İstanbul’da, bir kasaba belediyesinin düzenlediği parkın çiçekleri, bir arada Kürt renklerinini oluşturuyor diye, polis baskınıyla tahrip edilerek “düşman“ yok ediliyordu.

Ve AKP’nin reisi “Kürt sorunu yoktur“ diyordu. Sorunun olmaması için, önce insanın, insandan giderek, o halkın yok olması gerekiyordu. Olmayan halkın sorunu da olmazdı, yani.

Kürtlerin yok olması için, sokakta Kürtçe konuşan, Kürtçe müzik dinleyenlere karşı planlı, proğramlı ve “çok cezalı“ linç taarruzları başlatıldı. İnsanlar kurşunlandı.

Türk ellerindeki Kürt ırgatların linci de, bu süreçte başladı. Linççilerin hepsi cezasız kaldı. Tarlalar, bağ, bahçe ve inşaatlardan Kürtçe sedanın yayılmaması için, Kürtlere Karadenize çıkma yasağı kondu. Onların yerine, Gürcistandan işçi getirdiler. İstanbuldaki Afrikalıları toplayıp fındık bahçelerine götürdüler.

Ve derken sokak çöpülerine geldi, sıra. Türkler, fabrikalarda işlenmek üzere, Avrupa’dan çöp kağıt ithal ediyorlardı. Sokaklar, bu kağıtla doluydu. Her türlü yasak, hayatları da ambargo altında ve “kendi ana yurtlarında sürgün“ yaşayan Kürtler, bu işe el attılar. İstanbul’da çöplükleri karıştırarak metal, kağıt topladılar. Fabrikalara daha ucuz atık madde temin ettiler.

Onun kazancıyla karınlarını doyurup ailelerini beslediler.

Ve ırkçılar bunu gördüler. Kürtçe konuşulanları duydular. Hemen savaş ilan ettiler. İstanbul sokaklarında, terörist çöpçüler kovalanıyor. Taşımada kullandıkları arabalara, ganimet olarak el konuyor, hurdacılara satılıyor.

Geçen gün, bir televizyon kanalında gördüm. Belki sizler de seyretmişsiniz. “Terörist“ çöpleri toplayan bir Kürt kapkara, damar damar çatlak ellerini göstererek „“yeter be“ diye bağırıyordu. “Beni ülkemde mülteci ettiniz. Ben bu ellerle üç çocuk okutuyorum.“

Yani, çöplükten çöp kağıt toplayanların sorunu da, Kürt sorunundan kaynaklı. Ve bu sorun giderek karışıklaşıyor. Nereye evrilecek, şimdilik bilinmezlik...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.