Terörü devlet merkezli olarak yeniden tanımlanma

Forum Haberleri —

devlet terörü

devlet terörü

Devlet’te terör: Anlam ve söylem -1

  • Temel kaynağı kendisi iken, devletin terörle özdeşleştirilmemesi, bilinçli olarak inşa edilmiş bir hegemonik algının ürünüdür.

ERCAN JAN AKTAŞ

Terör kelimesi Fransızca “terreur” sözcüğünden gelmektedir, Fransa’daki “Terör Dönemi” (La Terreur, 1793–1794), Fransız Devrimi’nin radikalleşme sürecinin bir sonucu olarak başlar ve tarihsel olarak hem “devrimci özsavunma” hem de “devlet terörü” örneği olarak tartışılır. “Terör Dönemi”, devrimci ideallerin iktidar merkezileştikçe nasıl devlet terörüne dönüştüğünün tipik örneğidir. Başlangıçta halkı savunma amacıyla oluşturulan mekanizmalar, kısa sürede otoriter bir baskı rejimine evrilmiş, muhalefet ve farklı düşünce biçimleri “devrim düşmanı” ilan edilerek yok edilmiştir.

Fransızca “terreur”, “Bir nüfus üzerinde toplu korku yaratmak; dayatmacı bir rejim yoluyla terör uygulatmak” anlamına gelmektedir. İngilizce “terorism“, Merriam-Webster sözlüğüne göre: “Sistematik olarak terör kullanımını, özellikle bir zorlama aracı olarak tanımlamaktadır. Türkçe Wikipedia, “terörizm”: “Siyasal, dinsel ve/veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere, belirlenen hedef gruplara veya resmi, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımı” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Fransızca tanımda fail genellikle iktidar veya rejim, İngilizce tanım fail konusunda açık değilken; devlet veya devlet dışı olabilir, Türkçe tanım fail olarak daha çok örgütlü grupları (devlet dışı aktörleri) işaret ediyor. Devlet, şiddeti hukuken “meşru” hale getirerek terörü monopolleştirir; terörizmi ise yalnızca kendi otoritesine yöneldiğinde “gayrimeşru” ilan eder. Bu yüzden anarşist teori, terörizmin devlet politikalarından bağımsız ele alınamayacağını, aksine modern devletin bizzat terörün en köklü ve sürekli üreticisi olduğunu vurgular.

Terör ve terörizm kavramlarını egemen ve militarist tarih yazımının dar çerçevesinden çıkararak, onları tarihsel ve toplumsal bağlamları içinde yeniden anlamlandırmak, mevcut sisteme karşı eleştirel bir konumda duran sosyal bilimciler için temel çalışma alanlarından biri olmaya devam etmektedir. Bu çaba, kavramların iktidar aygıtları tarafından meşruiyet üretme aracı olarak çarpıtılmasına karşı, şiddetin kaynaklarını, biçimlerini ve işlevlerini bütünlüklü bir şekilde analiz etme amacını taşır. Böylelikle, yalnızca devlet dışı aktörlerin değil, devletin bizzat uyguladığı yapısal ve doğrudan şiddet biçimlerinin de “terör” tartışmalarının merkezine yerleştirilmesi mümkün hale gelir.

Devlet terörü -savaşlar, katliamlar, zorunlu göçler, işkenceler ve kitlesel gözaltılar gibi- çoğu zaman en örgütlü, en sürekli ve en yıkıcı terör biçimidir. Bu nedenle, kavramların iktidar aygıtları tarafından meşruiyet üretme aracı olarak çarpıtılmasına karşı yürütülen teorik ve politik mücadele, şiddetin bütün biçimlerini -devlet dâhil- eleştirel incelemenin merkezine yerleştirmeyi hedefler.

Terör, tarihsel ve siyasal bağlamına göre farklı biçimlerde ortaya çıkar; bunların başında devletin kendi halkına veya başka toplumlara karşı sistematik şiddet uyguladığı devlet terörü, devlet dışı örgütlerin politik hedefler için şiddet kullandığı devlet dışı aktör terörü, dini veya mezhepsel yorumlar üzerinden yürütülen dini/mezhepsel terör, etnik veya ulusal kimlik temelli milliyetçi/etnik terör, ideolojik saiklerle örgütlenen ideolojik terör ve ekonomik çıkar, doğal kaynak veya ticaret yolları üzerindeki kontrol amacıyla sürdürülen ekonomik terör gelir. Egemen söylem genellikle terörü yalnızca devlet dışı aktörlerle ilişkilendirse de, eleştirel ve anarşist literatür, devletin uyguladığı sistematik şiddeti terörün en köklü ve etkili biçimi olarak değerlendirir. Bu çalışma da merkezine devlet terörünü alacaktır.

Temel kaynağı kendisi iken, devletin terörle özdeşleştirilmemesi, bilinçli olarak inşa edilmiş bir hegemonik algının ürünüdür. Devlet, kendi şiddet tekelini “meşru güç” olarak sunarken, karşısındaki tüm şiddet biçimlerini “gayrimeşru terör” olarak damgalar. Bu da Hannah Arendt’in “şiddetin siyasallaşması” tespitini ve anarşist teorinin “devlet, en örgütlü terör gücüdür” görüşünü doğrular.

Özetle, devletlerin kurdukları bu hegemonik algının nasıl inşa edildiğine baktığımızda karşımıza üç aşamalı bir durum çıkmaktadır:

Birinci; devletler, “terör” kavramını genellikle yalnızca devlet dışı aktörlerin eylemleri üzerinden tanımlar ve kendi şiddetlerini “meşru güç kullanımı” olarak sunar. Resmî dilde kullanılan kelimeler bu ayrımı pekiştirir; devletin şiddeti “operasyon” veya “güvenlik tedbiri” gibi nötr ifadelerle aktarılırken, karşı tarafın eylemleri “terör saldırısı” olarak damgalanır.

İkinci; devletler, kendi şiddetlerini meşru, muhalif şiddeti ise gayrimeşru göstermek için kamuoyu algısını kontrol eder. Medya denetimi sayesinde devlet şiddeti görünmez ya da manipüle edilmiş biçimde sunulur, muhalif şiddet ise sürekli görünür kılınarak “iç” veya “dış düşman” imgesi üzerinden toplumsal korku ve güvenlik kaygısı diri tutulur.

Üçüncü; Devlet şiddeti, olağanüstü hâl, terörle mücadele yasaları veya sıkıyönetim gibi hukuki araçlarla normalleştirilir; askeri operasyonlar “barışı sağlama” veya “terörü bitirme” söylemleriyle paketlenir. Görsel materyaller ve istatistikler manipüle edilerek devlet şiddeti küçültülürken, muhalif şiddet abartılır; uluslararası onay ve ittifak desteğiyle de bu politikalar küresel “terörle mücadele” çerçevesinde meşrulaştırılır.

Bu bağlamda, “terör” kavramının devlet merkezli olarak yeniden tanımlanması, yalnızca akademik bir tartışma değil, aynı zamanda güncel siyasal mücadelenin de merkezinde yer almaktadır. Terörün kaynağını devletin kendi şiddet tekelinde arayan eleştirel, alternatif/özgürlükçü tarih yazımı ve anarşist perspektifler, hegemonik söylemin maskesini düşürerek hem kavramsal hem de politik düzlemde bir karşı anlatı inşa etmeye çalışır. Bu karşı anlatı, terörün yalnızca devlet dışı aktörlere ait bir olgu olmadığını, aksine modern devletin yapısal bir ürünü ve süreklilik arz eden bir pratiği olduğunu görünür kılar. Böylece, şiddetin tüm biçimlerinin –fail kim olursa olsun– sorgulanması, meşruiyet sınırlarının yeniden çizilmesi ve toplumsal hafızada “devlet terörü”nün hak ettiği yerin açılması, gerçek bir “terörsüz toplum”/“terörsüz Türkiye” hedefinin olmazsa olmaz koşulu hâline gelir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.