Barış karşıtları mevzi kaybediyor
Dosya Haberleri —

Kürdistanlılar eylem
- PKK’nin feshi ve Bakur/Türkiye bağlamında silahlı mücadeleden vazgeçme kararının, barış görüşmelerinde alışılmışın aksine sürecin sonunda değil, başında geliyor olması. Ortadoğu’daki jeopolitik gelişmelerin hızı ve olası provokasyon girişimleri düşünüldüğünde, müzakerelerin sonuca ulaşması bakımından en etkili ve yaratıcı hamlenin bu gelişme olduğu kanaatindeyim.
- Kürt Hareketi’nin hem ideolojik hem de örgütsel bütünlüğünü koruyarak, liderlik ve muhataplık krizine yol açmadan barış sürecine yön verebilmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Aksi halde, Ortadoğu’daki jeopolitik belirsizlik ortamında bu tür bir boşluk ciddi sonuçlar doğurabilir.
- Bu tören, özünde barışa dair umut üretecek. Lakin daha da önemlisi, hala Kürt meselesinin siyasal bir zeminde çözülmesi yerine devletin savaş politikalarına devam etmesini talep eden, provokasyon planları yapan ve sürecin bozulması için aralıksız uğraşan kesimler önemli bir mevzi kaybetmiş olacak. Barışta eşitlenmenin mümkün olduğuna dair umuda ihtiyacımız var.
BARIŞ BALSEÇER
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 27 yıl sonra dün yaptığı tarihi çağrı ile yeni bir dönemin kapıları artık resmen açıldı. 27 Şubat çağrısıyla başlayan süreç dün vücut buldu. Bugün-yarın yine bir grup PKK gerillasının sembolik olarak silahlarını imha etmesiyle tarihi bir ana tanıklık edeceğiz. Başta Kürt halkı olmak üzere tüm halklar için bir dönem noktası olan sürece ilişkin Akademik çalışmalarını New York’taki Hobart and William Smith Colleges Sosyoloji Bölümü'nde sürdüren Dr. Harun Ercan ile konuştuk.
PKK’nin 12. Kongre’de kendini feshetme kararı, Kürt hareketi ve Türk-Kürt ilişkileri için dönüm noktası mı? Bu kararın çatışma çözümüne etkisi ve barışa katkıları neler olabilir? Devletin algısı nedir?
Kürt Hareketi, 2018’den bu yana kırılgan jeopolitik dengeleri gözeterek -birkaç istisna dışında- Türkiye sınırları içinde kayda değer silahlı eylemlere girişmedi; çatışmaların büyük kısmı Güney Kürdistan ve Rojava sahalarında yaşandı. Bu temkinli yaklaşım, aslında bugünkü süreci mümkün kılan temel dinamiklerden biri oldu. Süreci bir dönüm noktası olarak tanımlamayı esas olarak mümkün kılan gelişme ise, PKK’nin feshi ve Bakur/Türkiye bağlamında silahlı mücadeleden vazgeçme kararının, barış görüşmelerinde alışılmışın aksine sürecin sonunda değil, başında geliyor olması. Ortadoğu’daki jeopolitik gelişmelerin hızı ve olası provokasyon girişimleri düşünüldüğünde, müzakerelerin sonuca ulaşması bakımından en etkili ve yaratıcı hamlenin bu gelişme olduğu kanaatindeyim.
Diğer yandan, iktidar ile Kürt Hareketi arasında yürütülen müzakereler önceki sürece kıyasla neredeyse tamamen çatışan tarafların siyasal elitleri arasında yürütülüyor. Haliyle, aslında nasıl bir anlaşma düzlemi ve planı olduğuna dair bilgilerimiz oldukça sınırlı. Eldeki veriler üzerinden bakıldığında, henüz toplumsallaşması planlanan bir Türk-Kürt barışından ziyade, Türk devleti ile Kürt Hareketi arasında bir uzlaşma zemini temelinde yeni angajman kurallarının tanımlandığı “pragmatik barış modeli” ile ilerlendiği söylenebilir. Önceki barış sürecinin aksine, çatışma çözüm modellerinin merkezinde yer alan hakikat komisyonlarının kurulması, geçmişle yüzleşme ve geçiş dönemi adaleti pratiklerinin uygulanması pek gündemde görünmüyor. İlerleyen zamanlarda bu gibi mekanizmaların kurulmaması, Türkiye’de sürmekte olan yapısal ırkçılık sorunun devam etmesi hatta artmasıyla sonuçlanabilir.
Sayın Öcalan’ın çağrısı sonrası Kürt hareketinin barış adımları çatışma dinamiklerini nasıl etkiliyor? Devletin devam eden askeri operasyonları barış sürecini nasıl etkiler? Silahların gölgesinde barış mümkün mü?
Benzer örnekler dünya genelinde hatırlandığında, silahlı politik örgütlerin bu tür varoluşsal ve stratejik kararlar alma sürecinde ciddi ayrışmalar ve bölünmeler yaşadıkları görülüyor. Kolombiya’da FARC, Kuzey İrlanda’da IRA ve Filipinler’de Moro İslami Özgürlük Cephesi gibi örgütler, Kürt Hareketi’nin aksine, silahlı mücadeleden vazgeçerken oldukça sancılı süreçlerden geçtiler. Bu bağlamda, Kürt Hareketi’nin hem ideolojik hem de örgütsel bütünlüğünü koruyarak, liderlik ve muhataplık krizine yol açmadan barış sürecine yön verebilmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Aksi halde, Ortadoğu’daki jeopolitik belirsizlik ortamında bu tür bir boşluk ciddi sonuçlar doğurabilir.
Öte yandan, Türkiye’deki stratejik devlet kurumları ve savaş sanayisi içinde, Kürt Hareketi’yle çatışmaların sürmesini -hatta tırmanmasını- sadece ideolojik değil aynı zamanda ekonomik çıkarları nedeniyle isteyen savaş yanlısı grupların varlığını göz ardı etmek saflık olur. Nitekim, önceki çözüm sürecinin çökmesinde Gülen Cemaati’nin oynadığı rol hâlâ hafızalarda. Her barış sürecinde olduğu gibi, bu süreçte de görüşmeleri baltalamaya yönelik girişimlerin olması kaçınılmaz. Kriz yönetimi açısından nasıl bir mekanizma kurulduğuna dair çok fazla bilgimiz yok; ancak geçmiş deneyimlerden gerekli derslerin çıkarılmış olmasını umuyorum.
2013-2015 çözüm sürecinin başarısızlığının teknik, siyasal ve sosyo-psikolojik nedenleri nelerdir? Bu deneyimden çıkarılacak dersler ve yeni müzakere için önerileriniz nelerdir?
2013-2015 çözüm sürecinin başarısız olması neredeyse kaçınılmazdı. Bu sonucun temel nedeni ise, Kürt Hareketi’nin çok kısa bir sürede hem askeri hem de siyasal olarak tarihte eşi benzeri görülmemiş bir biçimde büyümesi ve genişlemesiydi. Süreç başlamadan önce yaklaşık 3-4 bin kişilik bir silahlı güce sahip olan ve Türkiye’de yüzde 6,5 civarında oy alan bu toplumsal hareket, 2015 yazına gelindiğinde- Rojava denklemi de hesaba katıldığında- silahlı güç kapasitesini neredeyse on katına, oy desteğini ise iki katına çıkarmıştı. Bu hızlı büyüme, iktidar koalisyonu içinde ciddi fay hatlarını tetikledi.
Öte yandan, 2010’ların başında hiçbir uluslararası askeri müttefiği olmayan Kürt Hareketi, DAİŞ’e karşı yürütülen mücadele bağlamında Rojava’da dünyanın en büyük askeri gücü olan ABD ile stratejik bir ittifak kurmayı başardı. Unutmayalım ki, bu genişleme ve uluslararası meşruiyet kazanma süreci, büyük ölçüde Türk devletinin Kürt Hareketi’nin stratejik kapasitesini küçümsemesi ve cihatçı örgütlerden yana yaptığı ideolojik tercihler sonucu mümkün hale geldi.
Kürt Hareketi’nin katlanarak büyüdüğü bu dönemde, hem AKP’nin hem de devletin stratejik kurumlarının barış görüşmelerine devam edebilmesi, kendi ideolojik, tarihsel ve jeopolitik sınırlarını aşarak yeni bir demokratik-barışçıl düzleme geçmelerini gerektiriyordu. Ancak iktidar elitleri içerisinde bu dönüşümü kabullenip taşıyabilecek tek bir aktör bile yoktu. Dolayısıyla, 2013-2015 çözüm sürecinin temel sonucu, Türkiye’de AKP, MHP ve neo-Kemalist unsurları kapsayan karşı-devrimci bir siyasal koalisyonun ortaya çıkması oldu.
Bugün yeni bir müzakere sürecinin önündeki en ciddi risk, özellikle İran başta olmak üzere, Irak ve Suriye bağlamlarında ortaya çıkabilecek yeni jeopolitik krizlerin, Türk devleti ile Kürt Hareketi’nin stratejik çıkarlarını -tıpkı öncesinde Rojava’da olduğu gibi- yeniden karşı karşıya getirmesidir. Zira yeni süreç her iki taraf açısından da büyük ölçüde pragmatik çıkarlara ve kırılgan uluslararası dengelere dayalıdır. Bu nedenle, karşılıklı güven krizlerinin derinleşmesine izin verilmemeli; olası ayrışmalar durumunda ise fırsatçı aktörlerin manevra alanı asgariye indirilmelidir.
Kürt meselesi sadece Kuzey Kürdistan’la sınırlı olmayıp dört parçalı bir sorun. Bölgesel gelişmeler ve aktörlerin süreç üzerindeki etkileri nelerdir?
Türkiye’de MHP-AKP ittifakı gibi yakın tarihin en milliyetçi-ırkçı iktidar blokunun bir müzakere süreci başlatması, birçokları için şaşırtıcı oldu. Bu açılımı anlamlandırabilmek için meseleyi iktidarın tehdit ve fırsat algısı çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Kürt Hareketi’nin doğrudan ABD, İsrail ve Avrupa ile kurabileceği askeri ittifaklar üzerinden İran’da muhtemel bir rejim değişikliği sürecine Türkiye'den bağımsız şekilde dahil olma ihtimali, devletin tehdit algısının merkezinde yer alıyor. Ayrıca, Kürt Hareketi’nin, Türkiye’nin uzun süredir siyasi, askeri ve ekonomik olarak yatırım yaptığı Suriye denkleminde elde etmeye çalıştığı kazanımları sekteye uğratma kapasitesi de göz ardı edilemez.
Daha geniş bir perspektiften bakıldığında ise İran ve Rusya’nın bölgesel etkisinin zayıflamasıyla doğan jeopolitik boşlukların Körfez ülkeleriyle birlikte Türkiye tarafından doldurulma ihtimali söz konusu. Ancak Türkiye’nin aynı anda hem Kürt Hareketi ile savaşarak hem de bu jeopolitik fırsatı somut kazanımlara dönüştürmesi oldukça güç. Yine de unutulmamalıdır ki, müzakere sürecini mümkün kılan dinamiklerin orta ve uzun vadede barışa ve kalıcı çözüme hizmet edebilmesi, yalnızca Kürt Hareketi’nin ya da Türkiye’nin iradesiyle sınırlı değil. Ortadoğu’da giderek artan jeopolitik belirsizlik ortamı, hızlı ve pragmatik adımların atılmasını zorunlu kılıyor.
Tüm bunlara paralel olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kısa vadeli siyasi hesaplarla bu tarihsel fırsat karşısında ayak diremesi ise sürecin önündeki en ciddi tehdit olarak karşımızda duruyor.
Son yıllarda Türkiye cezaevlerindeki nüfusun dünya ortalamasının üzerine çıkması, siyasetin toplumla ilişkisini nasıl etkiliyor? Bu noktada Sayın Öcalan’ın özgürlüğü sizce sadece bireysel değil, toplumsal bir mesele olarak mı ele alınmalı?
Öcalan'ın özgürlük-mahpusluk diyalektiğini bireysel değil toplumsal düzeyde ele almış olması oldukça isabetli. Bugün Türkiye'de siyasal eşitliğin ve toplumsal adaletin olmadığını en net gösteren veri, cezaevlerinde bulunan siyasi ve adli mahkum sayısının 400 bin civarında olmasıdır. Avrupa'da toplam nüfusa oranla cezaevinde en fazla insanın olduğu ülke Türkiye; küresel ölçekte de ABD, El Salvador, Türkmenistan ve Küba gibi ülkelerden hemen sonra geliyor. Bu denli yüksek bir mahkûm nüfusu, büyük ölçüde siyasal ve ekonomik eşitsizliklerin yanı sıra adaletsiz bir cezalandırma sistemi olduğunu gözler önüne seriyor. Siyasi liderlerden belediye başkanlarına, siyasi tutsaklardan gazetecilere, sosyal medyada fikir beyan ettiği için cezaevine atılanlardan eylemlere katıldığı gerekçesiyle tutuklanan gençlere kadar on binlerce insanın toplumdan koparılmasına, barış ve demokratik toplum süreciyle eşzamanlı şekilde son verilmesi gerekiyor. Kuşkusuz, tüm bu tutsaklar arasında Öcalan'ın konumu apayrı. Öcalan, modern dünya tarihinde en uzun süredir devam eden iç savaşlardan birinin sona erdirilmesi sürecinde merkezi rol oynayan siyasi figürlerden birisi. Bu sürece çok daha etkili biçimde katkı sunabilmesi için öncelikle koşullarının mutlaka iyileştirilmesi, ilgili aktörlere ve kaynaklara erişim sınırının kalkması gerekiyor. Diğer yandan, Öcalan'ın özgürlüğü, müzakere sürecinin çıkmaza girmesi durumunda bir güvenlik meselesine dönüşebilir ve olası provokasyon girişimlerine zemin hazırlayabilir. O yüzden, pratik anlamda da Öcalan'ın özgürlüğü ile Türk ve Kürt halklarının devlet baskısından özgürleşmesi arasında kuvvetli bir bağ var.
PKK’nin Süleymaniye’de düzenleyeceği ve Türkiye sahasında silahlı mücadelenin sonlandırıldığını ilan edeceği törenin, barış süreci açısından nasıl bir sembolik ve siyasal anlamı var? Kürt hareketinin bu adımını nasıl değerlendirmek gerekir?
PKK'nin Süleymaniye'de Bakur/Türkiye sahasında silahlı mücadeleden vazgeçildiğini tescil etme amacıyla düzenleyeceği tören sembolik olsa da tarihi öneme sahip. Silahların teslim edilmek yerine yakılacak olması da müzakere sürecinin bu aşamasında oldukça incelikli düşünülmüş ve sembolik olarak da çok güçlü bir mesaj içeriyor. Öncelikle, bu hamle ile Kürt Hareketi, barışa hazır olduğunu ve siyasi kararlılığını tüm dünyaya duyurmuş olacak. Özellikle Türk tarafında müzakerelerin ciddiyeti ve samimiyetinden kuşku duyanlar bu tören sayesinde barışa dair niyetleri somut bir çerçevede görüp anlamlandırma imkanı bulacak. Bu gibi dönemlerde umudun insanların duygu ve düşüncelerini dönüştüren bir güç olabileceğini biliyoruz. Bu tören, özünde barışa dair umut üretecek. Lakin daha da önemlisi, hala Kürt meselesinin siyasal bir zeminde çözülmesi yerine devletin savaş politikalarına devam etmesini talep eden, provokasyon planları yapan ve sürecin bozulması için aralıksız uğraşan kesimler önemli bir mevzi kaybetmiş olacak. Elbette bu yıkıcı ve asimetrik savaş hiçbir zaman eşit koşullarda olmadı, lakin barışta eşitlenmenin mümkün olduğuna dair umuda ihtiyacımız var. Bir de, Kürt halkının çözüm sürecine desteğinin devam etmesi için devletin atması gereken somut adımlara...
***
Terörle Mücadele Kanunu derhal kaldırılmalı
Son olarak sürecin ilerlemesi için hangi somut ve öncelikli adımların atılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Öncelikle, hâlâ binlerce siyasi tutuklunun cezaevlerinde olduğu bir ortamda barış sürecinin ciddiyetine halkları inandırmak mümkün değil. Bu nedenle ilk adımların Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması yönünde atılması gerekiyor. Buna paralel olarak, DEM Partili ve CHP’li belediyelere yönelik baskı politikalarına, kayyum uygulamalarına ve cezalandırma amaçlı tutukluluklara son verilmelidir.
Devamında, çözüm sürecinin operasyonel güvenliği garanti altına alınmalı; sürece doğrudan katılacak milletvekilleri, siyasetçiler ve kurumlar için özel bir dokunulmazlık yasası çıkarılmalıdır. Aynı zamanda, TBMM bünyesinde kurulacak olan komisyon vakit kaybetmeden oluşturulmalı ve üzerinde uzlaşılan somut reform adımları için derhal harekete geçmelidir.
Bir diğer kritik adım, Kürt illerindeki asker ve polis yoğunluğunun Türkiye ortalamasına çekilmesi ve devletin Kürt halkına yönelik otoriter yaklaşımının köklü biçimde değişmesidir. Eğer bu coğrafyada halkın da doğrudan hissedeceği bir normalleşme süreci yaşanacaksa, devletin artık Kürt bölgesini potansiyel bir isyan sahası olarak görmediğini açıkça ortaya koyması gerekir.
Öncelikli adımlar arasında kuşkusuz en kritik başlıklardan biri de Abdullah Öcalan’ın koşullarının değişmesidir. Süreci etkin bir şekilde yürütebilmesi için çok daha özgür şartlara sahip olması, ilgili aktörlere, bilgiye, uzmanlara ve kamuoyuna erişiminin sağlanması elzemdir.














