Türk ırkçılığının rezalet ve sefaleti

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kürt’e saldırmanın cezası yok. Katilliğin cezasız olduğunu görüp, ödüle koşarcasına hızlarını artırdılar. En son, Ankara, Afyon ve Konya’da kurban keser gibi Kürt kanı döktüler. Konya’nın Meram ilçesi kırsalında, çiftlik işleten Diyarbakırlı Dal ailesi, askerlerin yanında en az 60 kişilik ırkçı güruhun saldırısına uğradı. Hakim Dal adındaki Kürt silahla vurularak katledildi. Devlet, öteki iki olay gibi, bunu “köy kavgası“ başlığıyla örttü.

Irkçılık, Nazilerle başlayıp bitmedi, yer yüzünde. Tarih boyunca, hep vardı ırkçılık. Yahudiler, tarihin en eski ırkçılık kurbanlarıdır. Topluca, ülkelerinden sürüldüler. Dünya boyunca mülteci oldular. Amerika ve Avustralya yerlileri yok edile edile, “numunelik insan soyu“ olarak günümüze ulaşabildiler.

 Katiller Güney Amerika, Afrika, Mağrip ve uzak Asya boyunca işledikleri suçlardan ötürü, ciddi bir itirazla karşılaşmadılar.

 Türklerin, Nazilere ilham verecek şekilde Ermenileri, Kürtleri, Rumlar, Pontuslular, Arap ve Süryanileri kırması, insanlık suçu sayılmadı. Katillere “dur“ diyen de çıkmadı.

Nazilerin Yahudi, Roman, eşcinsel, engelli ve solcuları kırması da itiraz görmedi, uzun zaman. Ama Naziler, yayılmacılıkları ile ekonomik çıkarları bozunca, “insanlık“ hatırlandı ve “insanlık adına“ onlara savaş açıldı. Irkçı faaliyetleri ise insanlık suçu sayıldı.

Oysa, Nazilerden sonra, Güney Afrika’daki beyazların ırkçı yönetimi uzun zaman itiraz görmedi. Tersine destek gördüler.

Amerikalı siyahiler ise Nazilerin yok olmasından sonra da ırkçı darbe altında aşağılanıp dışlanmaya, işkence ile öldürülme ve talana uğramaya devam ettiler.

Burada asıl konumuza gelirsek, Türk devleti ve Güney Afrika‘daki ırkçı devlet politikası, Amerika’da devletin doğrultu ve yol pusulası, kısacası temel politikası gibi değildi. ABD yasalarına göre ırkçılık suçtu. Siyahiler, Mississippi nehri havzasında, Alabama ve Salam‘da saldırıya uğradıklarında, suçlular, Türk rejiminde olduğu gibi devletin kanatları arasında, izlerini kaybetmediler. Yine Türkler gibi cinayet ve linç olaylarını basite alıp üstünü kapatmadılar. Suçluların üstüne gittiler.

Kürtlerin yaşadığı ortama gelince, Ergun Babahan’ın da deyimiyle “Türk devleti ırkçı ve tekçi temel üzerinde“ kuruldu. Ve bu temel, atalar mirası olarak, sadakatle sahiplenilip korundu.

İşin sefaletine bakın, Amerika kıtası ve Avustralya’da beyazların efendiliğini bayraklaştıranlar beyaz adamlardı. Naziler Alman’dı. Ama Türk ırkçılığının rezalet ve sefaletini görünki, Türk ırkçılığı politikasını saptayıp yürütenlerden hiç biri, Türk değildi. Devşirme, “çakma Türk“lerdi, tümü. Onların hiddet ve şiddetli ardılı Kemalistler de.

Oysa, başkasının kimliğini çalıp üstüne oturarak, ırkçılık yapmak rezalet, öte yandan düşmüş insanın sefaleti, soy hırsızlığı idi.

Ve soyu, sopuyla Selanik yöresinden olan sarışın Atatürk, hepsinden en hızlı Türk olarak, “ne mutlu Türküm diyene“ diye haykırıyordu. Bitlisli Kürüm ailesinden biri Kürt olan İsmet İnönü, onun Başbakanı ve efendisine nazire yaparcasına, “bu ülkede sadece Türk ulusu, etnik ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka kimsenin böyle bir hakkı yoktur“ diyordu.

Kürtleri öldürerek, öldüremediklerini sürerek, işkence ile sindirerek bitirme ırkçılığı, yani insanlığa karşı suç, bu ikili tarafından başlatıldı. Hızından kaybetmeden günümüze ulaştı. Gelmiş, süresini hitam edip (eskimiş) gitmiş, bütün kanlıların en hızlısı olmaya aday Gürcü Recep, Kürt varlığını yer yüzünden silmeyi, Türk’ün “beka“ meselesi, Kürt katl ve katliamını “kelle hasadı“ olarak ilan etti. İnsan öldürmenin zevkini çıkarırcasına “öldürdük“ diye övünüyordu.

Namazdan kalkıp “Allahu ekber“ diye diye insan kesen, kadınlara, çocuk kızlara tecavüz eden, talana, hırsızlığa çıkan İslamcı haydutlarla birlikte, Kürt kanına basa basa kuzeyde insan mezbahanesi kurdu, Recebin diktası. Rojava ve Başûr’da kırım ile işgale, dinci haydutlarla soyguna, Kürt’ün topraklarını Kürt’ten arındırmaya giriştiler.

Ve Hitler’i insanlık suçlusu ilan edenler, bunu görmediler. Üstte, ona para verdiler.

Bütün bunlardan ilham alan çakma sivil Türk de, “en büyük katil“ yarışına girmiş gibi, Türk devlet güçlerinin himayesinde, kolay av gördükleri Kürtlere saldırmaya başladılar.

İktidar gücü, olanları onaylayan sessizlikte. Polis, asker, adliye için her Kürt doğuştan suçludur. Afyon’da, Mersin, İzmir’de gördük. Bunlar katilin sırtını sıvazlamayı, terfi basamağı olarak görüyorlar.

Kürt’e saldırmanın cezası yok. Katilliğin cezasız olduğunu görüp, ödüle koşarcasına hızlarını artırdılar. En son, Ankara, Afyon ve Konya’da kurban keser gibi Kürt kanı döktüler. Konya’nın Meram ilçesi kırsalında, çiftlik işleten Diyarbakırlı Dal ailesi, askerlerin yanında en az 60 kişilik ırkçı güruhun saldırısına uğradı. Hakim Dal adındaki Kürt silahla vurularak katledildi. Devlet, öteki iki olay gibi, bunu “köy kavgası“ başlığıyla örttü.

Olanlar, “Türk düzeni“ medyasında, haber bile olmadı. Düzenin siyasetçileri ve kurumları, meseleyi konuşulacak işler gündemine de almadılar. Irkçı saldırılara karşı çıkan ve suçlu gidişi teşhir eden Kürdistan’ın 15 Barosu (Adıyaman, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Dersim, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Şırnak, Van) ise rejimin yayın organlarından Yeni Şafak gazetesi tarafından, anında saldırıya uğradı. Manşetten “Kandil’in Barosu“ diye ilan edildi.

Tek başına bu olay, yarılmanın son halidir. Kürtlere vergi ödeme, askerlik ve angarya var, gerisi boşluktur. “Ödev ve görevleri“, eski Adliye Bakanını Mahmut Esat Bozkurt’un sözüyle Türklere hizmettir. Hak, hukuk, adalet diyen ise öldürülmeyi hak eden düşmandır.

Türk devletinin görevi ise katili koruma ve kollamadır.

Çünkü, Yeni Şafak gazetesinin sözü ile katledilmiş Kürt’e sahip çıkan Baro ise o, “Kandil’in Barosu“, düşmandır. Yani Kürt’ün ölüsü de suçluydu, Türk ırkçılığında...

Barolar, bir süreden beri, ırkçılığa karşı insanlığın sesi olmaya çalışıyor. Bu değerli bir öncülüktür. Ama, öteki aydın örgütlerinin de (dernek, oda vb) kendi aralarında benzer bir tutum almaları gerekiyor.

Irkçı azgınlığa karşı mücadele de herkese düşen görev vardır. Kürt sözüyle, bir kere daha “gün namus ve onur günü“dür. Olaylar, gelecek günlerin, büyük dayanışma gerektirdiğini haber veriyor. Devlet yok. Hiç yoktu. Hepten kalmadı. Çetebaşı ve ona bağlı çeteler oligarşisi var...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.