Türk solunun milliyetçilik handikabı

Mihraç URAL yazdı —

  • Türk solu, milliyetçiliğe taviz vermeden mevta olmaktan çıkmalı ve kendini yeniden yükseltmelidir. Türk solunun en tehlikeli handikabı milliyetçiliktir ve bu durum, onun yeniden canlanması önündeki en büyük engeldir.

Son makalem “SORGULANMASI GEREKEN” Başlığı altında, ‘128 milyar nerede’ sorusu kadar, sınır ötesi operasyonlara sarf edilen ve hiçbir sonuç alınmayacağı belli olan harcamaların sorgulanması gerektiğini dile getirdim. Bu sorguda, Kürt kurtuluş hareketinin hepimiz için gösterdiği performans ve özveriye karşı “Türk solu”nun yapması gereken sorumluluklara kısa bir işaret ve gönderme yaptım. Kimi okurlarım “Türk solu” kavramında “ayrımcı”, “bölücü” bir yaklaşım hatta “aşağılama” olduğu yönünde yorum yaptılar. 

CEVABIMDIR

Öncelikle, bilinmeli ki, Türkiye devrimci hareketinin bir parçası olarak bizler de yerimizi aldık ve uzun yıllar bu uğurda mücadele ettik. Bu yolda şehitler verdik, işkenceler gördük, zindan yattık, sürgünlerde yaşadık. Bu özverileri, durup dinlenmeden de ikame etmeye çalıştık. Yani Türk solu şemsiyesi altında görevlerimizi hakkıyla yerine getirdik ve bir dönem öyle kapandı. Bu açıdan Türk solu kavramı asla bir hakaret değildir, bölücülüğü ise asla kabullenmez. Zira kendimiz Türk solu idik, terk edip gidiciliğimiz de yoktu. Bu satırları da bu birlik için, özgürce örgütlenip, dayanışma içinde eylem çabası amacıyla kaleme alıyorum.

Türk solu iken, kendi ulusal aidiyetimize ve halkımızın özgün davasına ilişkin bir tek cümle bile kurmadık. Kendi adıma, Hatay davası üzerine 74-80 kesitinde bir tek yazı bile yazmışlığım olmadı. Türk solu da dün olduğu gibi bu günde Hatay davasına ilişkin ciddi bir araştırma ve siyasal söylem geliştirmedi. İlerleyen zamanla görüldü ki ait olduğum devrimci yer ve dava ortak mücadelede omuz omuza olduğum hiç kimse tarafından zerre kadar dile gelmiyordu. Bu gerçek bizden önce Kürt halkının kurtuluş mücadelesi için de aynıyla geçerliydi; Başkan Öcalan, Kürt halkının bağımsız siyasal iradesini ortaya koyduğunda bu süreci erken tamamlamıştı ve buna rağmen Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kuruluşunda dile gelen, o büyük birliktelik için (14 devrimci örgüt ilk kez bir araya geliyordu – 1 Haziran 1982 / Şam) canla başla çalışıp önderlik ediyordu.

Bu çabalara, 12 Eylül rejimi karşısında tutunamayan, mevzilerini birer birer, bir tokat yemeden, direnmeden terk ederek hezimete uğrayan aynı sol tarafından arkadan hançerlenme gibi ahlaki olmayan çabalar eklendi. Dev-Yol adına önderlik yaptığı iddiasında olan Küçük Enver (Taner Akçam) kadar, bu büyük cephe oluşumuna bin bir bahaneyle, katılmaktan çekinenlerin olumsuzluklarını da eklemek gerek. Bizler başkan Öcalan’la birlikte, samimi devrimci örgüt lideriyle birlikte Devrimci Birlik Platformunda (DBP) ısrarla yürümeye çalıştık. Ama bu yeni Platform Türk solunu temsil etmeye yeterli değildi. Bu da kısa sürede söndü. Bu noktadan sonrası her ezilen varlığın kendi kaderini belirlemek üzere bağımsız örgütlenmesi ve eylemi gündeme geliyordu. Ağustos 1984 eylemleriyle Kürt halkı PKK önderliğinde kimseyi bekleme gibi bir lükse sahip değildi.

Buna rağmen, Türk solu mevta haliyle bir türlü ayağa kalkamadı. Bu alanın omurgası olan DEV-YOL ve TKP gibi geniş tabanlı yapılar, üzerlerindeki ölü toprağını silkeleme belirtisi göstermiyordu. Tersine Kürt kurtuluş hareketinin karşısında milliyetçi bir refleks göstererek ölü gövdesine derinlere gömüyordu. Bu süreç Başkan Öcalan’ın öngörüleriyle gelişen siyasal yasal çizginin Türk solunu da içine alan hamlesiyle yeni bir boyut kazanıyordu. Bunun adı “sırtta taşımaktı”, nefes aldırmaktı. Bunun asla unutulmaması gerek.

Kürt yasal siyasi parti çalışmaları, ardı arkası kesilmeyen kapatma davalarına ve kapatılmalarına rağmen yılmadan Türk solunun kitlesel anlam ve değeri olan liderlerini içene alarak onları koruma ve yükselme görevini üstlendi. Kimi milletvekili oldu, kimi belediye başkanı ama bu Türk solunu diriltmeye yetmedi. Çünkü bu sol ilk kuşaklarının oluşumuyla birlikte sağlıklı bir büyüme içinde değildi ve daha çok ezilen ulus ve inançların omuzları üzerinde yükseliyordu. Onlarda asıllarına dönüp kendi örgütsel yapıları içinde yer alınca yeniden diriliş, bu güne kadar süren aksaklıklara müptela oldu. Bunu anlamak için DEV-YOL hareketinin bitip tükenmez parti kurma çalışmalarını hatırlatmak yeterlidir; Türkiye solunun en geniş tabanlı hareketi, bir tüzük, bir program ve verili kadro sayı ve nitelikleriyle parti kurması gerekirken, gösterdiği güvercin tedirginliği esasında iç dünyalarında, kendilerince açık bilinen kendi tabanını temsil edememe sorunları nedeniyle partileşmeye gidemiyordu. Buna, bu çevrelerin dünden bu güne gösterdikleri milliyetçi tutum nedeniyle Kürt halkının kurtuluş mücadelesine olumsuz yaklaşımlarını da eklemek gereklidir. Kendi kitlesini temsil etmede sorunu olanlar başka halkların bağımsız örgütlenme ve bağımsız siyasi iradelerini ortaya kayma karşısında sınıfta kalıyorlardı. 1980 sonrası dönem bu güne kadar, ana hatlarıyla öyle geçti. Türk solu tüm saygı ve sevgimize rağmen mevta bir soldur. Zaten üç kuşaktır bir tek milletvekili bile çıkaramayan bu solun, halkı temsil ettiği pek iddia edilemez.

Burada uzunca anlatmayacağım, dünyada koşullar değişince, Sovyetlerin yıkılmasıyla ulusal süreçlerini tamamlamamış uluslar kendilerini bulma çabası içinde siyasal hareketlenmeleri artınca bunun yansımaları Türkiye gerçeğini de dinamik hale getirdi. Kürt kurtuluş hareketi yükselmeye ve çekim merkezi olmaya başladı. Daha da ötesi baskıcı rejimler karşısında demokrasinin geride kaldığından söz edilebilecek esamesine, nefes aldırdı. Bu nefes Türk solu içinde yaşamsal bir oksijen çadırıydı.

Sonuçta her halk kendi örgütlenmesine gideceği açık hale gelince, bu tarihsel görevi de ihmal etmedik yola böylece devam ettik. "Bağımsız örgütlenme ortak eylem" dedik.

Bu bizim hakkımızdı, bunu kimse gasp edemez, birlik adı altında yok sayamaz ya da birliğin karşısındaymış gibi gösteremez. Türk solu, bu aşamadan sonra yani doğal ayrışmadan sonra, kendi yoluna, ortak mücadelede devam etmesini bilmelidir. Ama Türk solu 74-80 kuşağının ardından Kürt kurtuluş mücadelesinin içinde bir unsur olmayı tercih etti ya da bu koşullar içinde kendini bulmaya çalıştı. Kürt kurtuluş hareketi bunu seve seve kabul etti, destek oldu, nefes verdi. HDP'nin bir dizi milletvekili Türk solundandır. Kürt kardeşlerimiz ülkedeki mücadelenin ana dinamiği olmanın verdiği imkanlarla kendini toparlama içinde olması doğaldı. Buna refleks gösterenler ise ağır ırkçı milliyetçi sol olarak, diktatörlük rejimine yedeklenmek durumunda oldu. Bu kesimlerin bazıları ise Suriye’ye dayatılan İslami terörden yana bile oldu; Kobanê’de Kürtlerin yenilmesini bekledi, Direnen Suriye halkının dize gelmesini gözledi. Bu durum Türk solunu mevta olmaktan kurtaramadı, süreç böyle devam ediyor.

ANLATMAYA ÇALIŞTIĞIM

Türk solu, milliyetçiliğe taviz vermeden mevta olmaktan çıkmalı ve kendini yeniden yükseltmelidir. Türk solunun en tehlikeli handikabı milliyetçiliktir ve bu durum, onun yeniden canlanması önündeki en büyük engeldir.

Türk solu, ezilen ulusların hak ve hukuk mücadelesi uğruna kendi bağımsız örgütsel yapılarını içselleştirerek kabul sınırlarında görerek onlarla dayanışma içinde kendi yolunu bulmalıdır. Doğal olanda budur. Belki bu bir 10 yılımızı daha alacak ama dengeli olana da böylece kavuşacağız. Bundan gocunmamak gerek. Makalemde kimseyi inkar ya da küçümseme yoktur. Olamaz da. Tüm çabam verili koşulların kabulüne ve oradan yola çıkarak dengeli direngen bir sol oluşturmaktır. Olması gereken organik sol, sera solu değil; Türk solunu devrimci evrensel kıstaslara, ezilen ulusların haklarını yiğitçe savunmaya kazandığı mevzileri asla terk etmeyecek, teslim etmeyecek direngenliğe kavuşturacak bir dengeli gelişim yaşaması gereklidir.

Türkiye koşullarında sözünü ettiğim Türk solunun kendini yeniden tanımlaması, Kürt kardeşlerimize omuz vermek, onların dağdaki mücadelesini şehirlerde üstlenmesi anlamına gelmelidir. Yoksa hep birilerinin omzuna binerek bir yere gelinmeyecektir. Türk solu, kendisiyle her türden milliyetçilik arasında var olan ortak paydalardan sıyrılmalıdır. Bunu başaramayan Türk solu asla ciddi bir demokrasi gücü olamaz bunun öncelikle binmesi gereklidir.

Bu kıstasla Türk solunun, “Hatay davası” konusunda nasıl bir tutum alacağı da ayrı bir sınav sorusudur. O büyük bir dava bu küçük bir dava diye ikiyüzlülük içine asla girmemelidir. Demokratik siyasi haklar, arkasında talibi olan bir halkı bulunduruyorsa bu davalar asla bitmez. Türk solu bu türden bir dizi davanın kül altında da olsa kaynamaya yüz tutmuş olduğunu bilmesi gerek. Sınav da bu davalarda tamamlanacaktır.

Kendi adıma, halkımın davasını yükseltmeyi tarihsel bir görev olarak görüyorum. Ama kendimi artık "Türk solu" içinde tanımlayıp bir sonuç alınacağına inanmıyorum. Bağımsız siyasal örgütlenme, eylemde ise dayanışmayı esas alacağız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.