Umut biziz, umut direnenlerdir

Dosya Haberleri —

Tuncer Bakırhan

Tuncer Bakırhan

DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan ile iktidarın ülkeyi hapsettiği fotoğraftan çıkış yollarını konuştuk:

  • Sayın Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecrit, devlet aklının basit bir hukuksuzluk politikası değildir. Tecridin arkasında güçlü bir siyasal akıl vardır. Sayın Öcalan’ın ön açıcı fikir ve hamleleri ürettiğini bilen devlet ve iktidar temsilcileri çözüme ve barışa tecrit uyguluyor. Tecride karşı mücadeleyi toplumsallaştırmak, tecridi kırmanın en güçlü yolu.
  • Çetelerin hüküm sürdüğü yerde hukuk devleti olur mu? Olmaz, faşizm olur. Faşizm ile kol kola yürümeye çalışan her iktidar hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırmayı amaçlar, bu evrensel bir kural. Bu kısırdöngünün panzehiri örgütlenmektir. Birlikte mücadeleyi büyütmektir. Umut biziz. Umut direnenlerdir. Umut bugün bizi ayakta tutan güçlü fikriyatımızdır.

GÜLCAN DERELİ

DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan ile söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye ve Kurdistan'da iktidarın uyguladığı stratejiyi konuştuk. Bakırhan, partilerinin aynasında görünen ülkenin fotoğrafını çekerken, kendi hikayesini yazmaya odaklanıyor. Bakırhan'a göre ülkedeki tüm ezilenler kendi ortak hikayelerini yazmaya başladığında iktidarın ülkeyi hapsettiği flu fotoğraf netleşecek, yeni bir ülke manzarası ortaya çıkacak. Yine Bakırhan'a göre bu fotoğrafın değişmesinin en püf noktası deklanşör görevi gören Kürt sorunudur. Bunun çözümünü kapsamayan hiçbir fotoğraf, ülkenin huzurunu gösteren bir manzarayı göstermez.     

Hep söylenir, bir ülkenin durumunu anlamak istiyorsanız cezaevlerine bakacaksınız. Siz cezaevlerine baktığınıza nasıl bir ülke fotoğrafı görüyorsunuz?

Doğrudur, bir ülkenin gerçek yüzü cezaevleridir. Cezaevleri aynadır! Son 20 yılda cezaevi sayısında rekor artış var. Adalet bakanlığının verilerine göre şu an 403 cezaevi var. Onlarcasının da ihalesi yapılmış durumda. Bizdeki verilere göre ise 450 kadar cezaevi var.

Sadece son 3 yılda yaklaşık 100 yeni hapishane yapıldı. 350 binden fazla insan içeride. Bu da Avrupa rekoru…

AKP döneminin sosyo-politik dönüşümünü anlamak açısından son 20 yıldaki cezaevleri istatistiki çok öğreticidir. Toplumu hapsetmek üzerine kurulu bir akıl ve yönetim şekli var. Fakat dikkatinizi çekmek istiyorum. Hapsedilenler sokak ortasında cinayet işleyenler değil, kadınları katledenler değil, çocukları okul bahçelerinde uyuşturucuyla zehirleyenler, işçileştirenler, istismar edenler, milyon dolarlık vergi kaçıranlar, medyadan tetikçilik yapanlar, mültecilerin evlerini yakıp yıkanlar, cenazelerimize saldıranlar, işkenceciler değil…

Savaş halk sağlığı sorunudur diyenler, demokrasi yok diyenler, iktidar yanlış yapıyor diyenler, çocuklarımızın kemiklerini istiyoruz diyenler, çocuklar ölmesin diyenler, gerçekler ortaya çıkmalı diyenler, barış diyenler, katliamların failleri bulunsun diyenler içeride.

Ülkenin fotoğrafı şu an böyle.

Bu fotoğrafa güncel olarak güncelleniyor. Özellikle bir konuda kamuoyunun dikkatini çekmek istiyorum. Zamanında F tipi cezaevleri çıktığında tüm Türkiye’nin nasıl ayağa kalktığını hatırlarsanız. Daha sonra bu fiziki işkence hallerine T tipi cezaevleri eklediler.

Şimdi ise en korkuncu, tabut sistemi diyeceğimiz cezaevleri yapılıyor. Bunların adı S ve Y tipleridir. Bu yeni tip cezaevleri her şeyleri ile düşman hukukun evrimini bize anlatır. İçeriye alınan politik tutsakların artık insan olarak görülmediğini söylüyor bize. S ve Y tiplerinde Hücreler tek ya da üç kişilik, asla güneş girmiyor ve havalandırmaya açılmıyor…

Tutsakların bir parça dahi olsa gökyüzünü görmesi engellenmiş. Koğuşa pencereden girecek hava bile engellenmiş. 24 saat kameralarla izleniyorlar. Aynı mekânda tuvalet, banyo ve mutfak tezgahının bulunduğu, rutubetli gün ışığı almayan hücrelerde tek başlarına 22,5 saatlerini geçiriyor. Tüm bunlar ve daha fazlası tutsakların buraya neden tabutluk dediğini anlamaya yetiyor. Böyle bir yerde, böylesi bir tabutta maalesef çok sık cenaze çıkıyor. Ali Osman Yılmaz, Sezer Alan, Sinan Kaya, Ercan Çakar ve nice canlar…

Tekrardan saygıyla anıyorum hepsini.

 

Siz parti olarak sıkça 2015 yılında çözüm süreci bitirilip Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a tecrit uygulandığından beri ülkeye tecrit uygulandığını söylüyorsunuz. Sayın Öcalan'ın konuştuğu süreçler ile tecrit altında olduğu süreçler birbirinden keskin şekilde ayrılıyor. Adalet Bakanlığı tecrit olmadığını iddia etse de tecrit bir vakıa. Peki, size tecrit olup olmadığını değil, nasıl kaldırılacağını sormak istiyorum.

İmralı Ada Hapishanesi'nde Sayın Öcalan üzerinde mutlak tecrit ve iletişimsizlik politikaları uygulanıyor. Mutlak tecrit ve iletişimsizlik zulmünün arkasında bulunan politikaları kavramadan tecride karşı mücadelenin ekseni ve araçlarını da doğru şekilde bulamayız.

Sayın Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecrit, devlet aklının basit bir hukuksuzluk ve zulüm politikası değildir. Tecridin arkasında güçlü bir siyasal akıl vardır. Bu akıl, mutlak tecritle Kürt halkının güçlenen mücadelesini sekteye uğratmak, politika üretemez hale getirmek gibi bir amacı gerçekleştirmek istiyor. Çünkü Sayın Öcalan’ın siyaset kurumu tıkandığında ön açıcı fikir ve hamleleri ürettiğini, siyasal gelişmeleri okuyarak bir liderlik karakteri gösterdiğini en çok devlet ve iktidar temsilcileri biliyor. Sayın Öcalan’ın bu siyasal gerçekliğini sadece Türkiye üzerinden değil, Ortadoğu’nun tümü üzerinden değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki kör düğümü açacak bir çıkışın önü alınmak, siyasal alanın tıkalı kalmasını sağlamak hedefleniyor. İkincisi ise Sayın Öcalan’a yönelik mutlak tecridin başlamasıyla iktidarın Kürt meselesinde şiddeti esas alması arasında zamansal bir paralellik var. Bu paralellik bize gösteriyor ki, iktidar ve devlet katındaki ortakları Sayın Öcalan’a mutlak tecrit uygulayarak barış politikalarının gündeme gelmesini engellemek istiyor. Mutlak tecrit ve iletişimsizlik politikasını devreye koyan siyasal aklın amaçlarını arttırmak mümkün.

Mutlak tecride karşı mücadele en az tecridin devreye konulmasına neden olan siyasal akıl kadar güçlü bir stratejik mücadele düzeyi ortaya çıkarmalıdır. Bu kapsamda, tecride karşı mücadeleyi toplumsallaştırmak ve toplumu tecrit ekseninde siyasallaştırmak, bu siyasal aklın mağlup edilmesinin ilk yoludur. Bu karşı mücadeleyi her alanda büyütmek, toplumun farklı kesimlerini ve uluslararası kurumları dahil ederek genişletmek mutlak tecridin kaldırılmasını sağlayacak en güçlü yoldur.