Varlığı ile özdeşleşen hakikat: Önder olma

Dosya Haberleri —

Öcalan'a özgürlük eylemi

Öcalan'a özgürlük eylemi

  • Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt realitesini ideolojik bir altyapıya ulaştırma mücadelesi, Kürtlerin varlık sorununu büyük bir direnişle gidermesi ve onları küresel düzlemde siyasal bir özneye dönüştürmesi, ancak mutlak varlık özellikleriyle gerçekleşebilirdi.

MİR ALİ KOÇER

Bugüne kadar birçok filozof, ideolog, sosyal ve tarih bilimci ‘varlık’la ilgili çeşitli saptamalarda bulundu. Neredeyse hepsinin de ele alış biçimleri günümüze değin süregeldi. Parmenides, Platon, Aristo, Farabi, Hegel, Kant, Heidegger… Yine modern ve postmodern yaklaşımlardan Sartre, Derrida ve Spinoza gibi. Yer yer birbirlerine karşıtlık, yer yer ise birbirlerinden etkilenerek söz konusu kavrama semantik olarak aynı kavşakta rastlaştıklarını görüyoruz. Ancak varlığa dair tanımda Şeyh Bedrettin’in kaleminden dökülenler hayli derinlikli; Varlığın, kişinin varlığı için gerekli olduğunu ve mutlak varlığın ise başka bir varlıktan 'oluş’unu kazanmasıyla mümkün olacağını söylüyor. Burada varlığa biçtiği anlamı, aynı zamanda bireye ve dolayısıyla topluma da biçtiğini görüyoruz. Varlığın yaşamsallığını, süreklilik ve akışkanlığına bağladığını, bunu da fiil ve tesirden azade görmediğini anlıyoruz. Tıpkı Aristoteles’in varlığı kategorize ederek madde, nitelik ve eylem alanlarına içkin bir tanımla açıkladığı gibi.

Gerek Bedrettin’in gerekse Aristoteles’in varlığa getirdikleri özgün ve aktüel tanım, birey ve toplum kolektifinin vücut bulduğu bir yeniye, yani varlığın kendini ispatına işaret ediyor. Bu da kuşkusuz etki ve eylemin yarattığı kuvvetin, karşıtına uyguladığı basınç ve elde ettiklerinin göreceliğiyle ölçülüdür. Demek oluyor ki varlığın, mutlak bir hâl almasının ön koşulları vardır. Bunlar, ortaya çıkacak olan etki ve fiildir. Paralelinde ise etkilenme dalgasıyla tamamlanmış bir devamlılıktır. Şeyh Bedrettin, mutlak varlığın olabilmesi için iki temel olguya ihtiyaç duyulduğunu söylüyor ve ekliyor: “Biri etki ve fiildir, diğeri de etkilenmektir”. Bundan hareketle ilkinde varlık oluşturandır, ikincisinde ise oluşandır diyebiliriz. İlkinde öncüdür, ikincisinde ise ardıldır. Özün, biçimlenmesidir. Birey ve toplum diyalektiğinden bakıldığında da varlık, özün biçime kavuştuğu merhaledir.

 

Öncü, fiil ve etkinin sahibidir

Öz, toplumsal ahlakın aşkın bir ifadeden çıkıp bireyin benliğinde yaşamsal bir forma eriştiği, akabinde de toplumsallıkla devamlılık kazandığı sürece mutlak varlığın konusu haline gelir. “Öz, bakidir ve ortaya çıkması için bir şekle ihtiyacı vardır” der, Bedrettin. Burada özün şekillendiği yer insandır. İnsan ise ‘özüne sadık’ olması hasebiyle toplumsaldır. İzole olmak, insanın özünde olmadığı için ve toplumsallığı referans aldığı sürece her fiili dışa dönüktür. Etraflı, çabalayıcı, öğretici ve örgütleyicidir. Aynı zamanda hakikati arama ve mümkün kılma gayretindedir. Anlam ve anlamlandırma yetisi aktiftir. Bu da özün biçimlendiği insana has bir pratiktir. Bilhassa da ardılına vaat ettiği hakikatin arayışında olan bir öncünün pratiğidir. Öncü, mutlak varlık olmanın getirdiği haklı bir direnişçidir. Zira fiil ve etkinin sahibidir. Etkilediği âlem ise onun yolundan giden, onu kendine rehber edinen toplumudur. Toplumun özünü kendinde şekillendiren, öncüdür. Özüne yabancılaşmış topluma, yeni bir yaşamın öğretisini sunan da O’dur.

Heidegger’in ise varlığı ele alma biçimi çok temel bir soruya ve oradan da yanıtı kendinde barındıran bir tanıma dayanır; “Varlık, var olanlarda nasıl açığa çıkar?” der. Klasik filozofları var olanlarla ilgilenen ama varlığın kendisine odaklanmamakla eleştiren Heidegger, sorduğu ve cevabını da verdiği tanımda, öze ve onun dışavurumu olan biçime işaret etmektedir. Bu nitelemeye göre varlığı öz, açığa çıkma halini de biçim olarak görür. Böylelikle öncüyü ve ardılını, varlığın olmazsa olmaz iki temel unsuru olarak yorumlamak yanlış olmasa gerek. Ancak öncüyü, mutlak varlık düzeyinde değerlendirmek gerekir.

 

Aristoteles, Heidegger, Şeyh Bedrettin…

Öncüyü mutlak varlık kılan şey, kuşkusuz onun kendini inşa etmeyi ve bu inşayı toplumsal gerçekliğe yansıtarak bir yaşam kültürünü yaratmasına bağlıdır. Kendini inşa etmedeki kasıt, özü, yani hakikati içselleştirmek iken, toplumsal gerçekliğe yansıtmak ise hem kendinde hem de en mühimi çevresinde bunu biçimlendirmektir. Kendisi dışındakileri öze dönüşe, hakikati aramaya ve kendini gerçekleştirmeye davet etmektir. Birey ve toplum, karşılıklı etkileşimlerle birbirlerini güçlendiren iki olgu olarak hakikatin izini sürer ve bunu mutlak varlığın kendini sürekli kılmadaki katalizörüne dönüştürürler.

Hakikat arayışı ve özün biçimlenme serüveni neredeyse tüm toplumlarda ve zamanlarda tecessüm etmiştir. Kimi toplumlarda metafizik yaklaşım, kimilerinde ise sembolik veya ontolojik yaklaşım esas alınmıştır. Ancak hem Aristoteles hem Heidegger hem de Şeyh Bedrettin’in mutlak varlık ve öz/özne kavramlarını değerlendirme aşamalarına baktığımızda, ekseriyetle sembolik ve politik-felsefi anlamda bir çıkarıma rastlıyoruz. Bedrettin’in metafiziğe delalet başlangıç cümleleri olsa da, neticeyi sembolik ve ontolojik özneye bağlaması diğer tüm düşünürlere göre daha zihin açıcıdır. Ama bizim burada mutlak varlığı konu edinmemiz, kavramı aşkın ve metafizik yönlerinden sıyırarak gerçekleşmek zorundadır. Aksi taktirde tartışmanın boyutu teolojik bir kulvarda yorumlanır ve bu da hem cümleleri anlamsız kılar hem de niyetten bağımsız bir sonuca götürür. Burada varlık ve mutlak varlığı sembolik, politik, ontolojik ve felsefi bir disiplinden ele alarak hareket ettiğimizi vurgulamakta fayda var. Zira soyut ve görünmez bir temel üzerinden değil, ziyadesiyle yaşamda yer edinmiş, bilinen ve görünen olay, olgu ve özneler üzerinden şekillenen bir düşüncenin olduğunu söylemek gerekir.

 

Varlık bilinciyle özdeşleşen Önderlik

Mutlak varlık, sembolik ve politik-felsefi yörüngenin dışına çıkılmadıkça günümüzün siyasal ortamında karşılık bulabilecek bir kavramdır. Özellikle siyasallık ve toplumsallık senkronizasyonundan bakıldığında, mutlak varlığın tanımsal karşılığını örnekler üzerinden açıklamak daha kolay olur. Bunu en çok da Kürt ve onun önderi Abdullah Öcalan entitesinde görmek mümkündür. Öcalan’ın bir halkın hakikatini, tarihsel sürekliliğini, direnişini ve etik bir yaşam biçimini temsil eden sembolik bir varlık olarak kabul gördüğünü bilmek gerekir. Çünkü tarihsel, sembolik ve halkın kolektif bilinci açısından bakıldığında, bir halkın ontolojik öznesi haline gelmiş ve varlık bilinciyle özdeşleşmiş bir siyasi liderdir. Bu da O’nu, politik-felsefi anlamda mutlak varlığa erişmiş bir temsil gücüne kavuşturur.

Abdullah Öcalan’ın eylem ve etki sahibi olması, yine etkileme gücünü benliğinde bulundurması, onun mutlak varlığa eriştiğinin somut bir göstergesidir. “Bizim tarihimiz düşmüşlerin tarihidir. İşte bugün bize dayattıklarınız, yaşadığınız öğretilmiş tarihtir. Aslında bu tarihsizliktir. Tarihsizlik demek de, insanlık gelişiminden yoksun olmaktır. Bu sizi sarsmıyorsa, kesinlikle bitmişsiniz demektir. Tarihsizlik size büyük acı vermiyorsa, yüce değerler sizi etkilemiyorsa, sizin yeriniz burası (hareket) değildir. Bu basit kişiliğinizle buranın ruhuna, onuruna sıradan bir biçimde ortak olmak bile asla kabul edilemez” diyerek, Heidegger’in ‘varlık yoluyla özneleşme’ tespitiyle örtüşen bir anlatıya yer vermiş oluyordu.

 

Kendinde toplumsallaşmış hareket olmak

Öz ve hakikati kendinde şekillendirmesi ve bunu toplumsallaştırma mücadelesine bakıldığında, Kürt halkı için mutlaklığa ulaşan bir yere geldiğini görüyoruz. Nitekim söylediklerinin bağlayıcılığı ve etki alanının kendi kitlesini dahi aşan bir düzleme ulaşma gerçekliği, O’nun tek başına toplumsallaşmış bir hareket olduğunu gösterir. Toplumsal gerçekliğin dışında göremeyeceğimiz, en güçlü ve en yoğun toplumsallaşma örneğidir. Çünkü dar anlamda bir bireyin oluşumundan ziyade, kendisinde bir toplumu oluşturmuştur. Hatta sadece bir kesime, ulusa, halka, siyasi organizasyona ve benzerine hitap etmiyor; aksine tüm insanlığa ve son çağın egemen sistemine karşı direnen her şeye sesleniyor.

Bilhassa Kürtlerin varlık mücadelesinde tek ideolojik ve uzun erimli hareket olan son 52 yıllık isyan hareketine liderlik yapması ve günümüz koşullarında çok tartışmalı bir sürece tüm tarafları ikna etmesi, Önderlik ve öncü rollerinin toplumsallaşmış bir karaktere nasıl eriştiğini gözler önüne seriyor. Bunu 27 Şubat çağrısı, PKK Kongresi’ne gönderdiği politik rapor (genişletilmiş haliyle Manifesto) ve 9 Temmuz tarihindeki görüntülü mesajında yer verdiği kavramlar ve fikirlerinin yarattığı gündemlerden de anlamak mümkündür.

Etkileme gücü, dahası bugüne kadar ortaya koyduğu fiilleri, kitlelerin O’ndan etkilenmesiyle birleştiğinde, bizleri ‘mutlak varlık’ mefhumunun hissiyatına götürüyor. Bu sadece soyut bir kavram olarak açığa çıkan değil, aynı zamanda somut göstergelere evrilmiş ve gerek bireysel gerek toplumsal dönüşüm ve etkileşim süreçlerini tetikleyen bir gerçeklik olarak da açığa çıkmaktadır. 9 Temmuz’daki görüntülü konuşmasında “Varlık tanınmış, dolayısıyla ana amaç gerçekleşmiştir” ifadesi, iki sütun üzerinden temelleniyor; birincisi, Kürt varlığının tanınması iken, ikincisi ise son 200 yıllık Kürtlere statü sorununun Abdullah Öcalan’ın ve liderliğini yaptığı hareketin muhatap alınmasıyla çözüm yollarının aranmasıdır.

Söz konusu ifadedeki ‘varlık’, sadece egemen ulus- devletinin ve onun ricalinin söylem düzeyinde Kürtleri tanımasıyla sınırlı bir ifade olmadığını bilmek gerekir. Aynı zamanda Kürtlerin kendilerine siyasi irade ve önder olarak gördükleri bir aktörün, asırlardır devam eden ve bölgesel siyasi istikrarsızlıkla beraber küresel bir kriz haline de gelen Kürtlerin statüsel taleplerini yuvarlak masaya taşıdığı gerçeğini de barındırır. Yine şahsında gerçekleşen tecrit politikalarının toplum üzerinde de bir panoptikonla derinleştiği tabloyu göz önünde bulundurduğumuzda, Öcalan toplumsallığının tahminlerin ötesinde bir oranda ve geniş daire içerisinde hayat bulduğunu görürüz. Bu nedenle mutlak varlık olma halinin, kişinin eylem, etki, devinim ve yansıdığı kitlesellikle bağıntısal bir temastan ileri geldiğini söyleyebiliriz.

 

Sonuç yerine:

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt realitesini ideolojik bir altyapıya ulaştırma mücadelesi, Kürtlerin varlık sorununu 50 yıldan fazla bir direnişle gidermesi ve onları küresel düzlemde siyasal bir özneye dönüştürmesi, ancak mutlak varlık özellikleriyle gerçekleşebilirdi. Zira Orta Doğu toplumlarının ontolojik yatkınlıklarını tersyüz etmek ve sarsmak veya ona yenilikler yükleyerek çağın gerekliliklerine uygun bir formatta örgütleyebilmek her ideolog ya da halk önderinin kolaylıkla üstesinden gelebileceği bir süreç değildir. Nitekim Abdullah Öcalan, Kürt varlığını yüzeye çıkarmakla yetinmemiş, aynı zamanda ve paralelde, varlığın politik ve ideolojik bir çerçeveye yerleşmesini de sağlamıştır. Bugün ise varlığın statü elde etmesi ve siyasallığının kalıcı bir toplumsallıkla birleşmesinin teorisini yapmaktadır. Bu nedenle Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu, Kürt ideolojisinde tarihsel bir role sahiptir. Daha genişletilmiş ve geliştirilmiş hali ise Kürtlerin tarihten bugüne kadar ve bundan sonrası için de dizgesi niteliğinde olacaktır.

Kürt dizgesi olarak tarihe geçecek olan manifesto ve dahası bütünsel fikirleri, sadece varlığın tanınmasını değil; özgürleşme sürecinin rasyonel, etik, siyasi ve diplomatik boyutlarının niteliğinin artmasına da hizmet edecektir. Bu da kuşkusuz Kürtlerin varlık mücadelesi verirken ıskaladığı içsel mücadele alanlarının da yeniden açılmasına olanak sağlayacaktır. Nitekim manifestonun işaret ettiği ve belki ilerleyen vadelerde içerik olarak açımlanacak olan kavram veya açıklamaların tanımsal karşılıklarına da gözden kaçırmayacak bir titizlikte yaklaşmak gerekiyor. Örneğin, Manifesto’da işaret edilen veya giriş mahiyetinde açımlanan fakat kavramsal tanımın okuyuculara bırakıldığı ya da onların tartışmasının istendiği bölümleri de irdelemek lazım. Bunların başında gelen yeni materyalizm, parlamenter kretenizim, separatizm, neo-kolonyalizm (yeni sömürgecilik) veya sömürgesellik, yeni yaşamı/insanı inşa etme, temsili siyaset, demokratik siyaset, sınıf ve komün gibi kavram ya da onların açımlamaları, önümüzdeki dönemde çokça üzerine yazılıp tartışılacak hususlar olacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.