Ve dostlar, Türk’ün devleti göründü!

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • İmdat çığlığı sesiyle “devlet yok mu?” diye haykırdılar. Ama yoktu. Bu bir gerçek. Devlet diye bir terör yapılanması vardı. Devleti sorarsanız, günümüzde Recep diye biri vardı. O, avuçlarında topladığı güç ile tek başına devletti.

Enkaz altında kalanlar iki gün boyunca “devlet nerede?” diye inlediler. Yakınları, beton yıkıntılarını tırnak ile kazıyarak, altta nefeslenen sevdiklerini kurtarma savaşı verirken, ara ara başlarını kaldırıp imdat çığlığı sesiyle “devlet yok mu?” diye haykırdılar.

Ama yoktu. Bu bir gerçek. Devlet diye bir terör yapılanması vardı. Devleti sorarsanız, günümüzde Recep diye biri vardı. O, avuçlarında topladığı güç ile tek başına devletti. Tek adamdı. Sözü üstüne söz söyleyene izin yoktu. Buna kalkışan Kürtler özel mahpuslarıydı.

Recep, günde beş vakit televizyon ekranlarını doldurup halkına gülümseyen adamdı. Ülkenin deniz ve karasında olmayan petrol ile gazı ara ara keşfettiğini  yeniden haber vererek, yoksulluktan ruhu kararmış ahaliyi gülümsetiyordu.  Aya uçmak üzere olduğunu,  ama ondan önce Kürtler’in kökünü kazıyıp, sonra bir gece ansızın Yunanistan’ın tepesine bineceğini müjdeleyerek yoksullara yoksulluklarını unutturuyordu. Sonra, karşıtlarını  ömür boyu hapiste tutmakla , malları, mülkleri, kazançlarına çökmekle tehdit eden ses ile görüntü oluyordu.

İşte bu Recep, iki günden beri kayıptı. Mahpus, bizim Selahattin bile meraklanmış, “gören var mı?” diye soruyordu. Derken, depremin üçüncü günü görünüverdi.

 Tarihin en büyük ve en namdar  Mafya Reisi, İtalyan asıllı Amerikalı Al Kapon gibi başı dik ve çalımı görmekli, “itibarı” yerindeydi. Halkın parası ile maaşlı ibrikçi, peşkircisi de yanında, tekmil hizmetkarları ardındaydı. Binali’nin başını çektiği erkanı ve alkışçıları yanı başındaydı. Canının muhafızı özel ordu dört yanındaydı. Ardından akan, tek renk (kara) 300 otomobilin önünde, muhafızları arasında zaferlerden Roma’ya dönen Sezar kadar mağrur görünüşlüydü. Yıkılmış Maraş’ın enkazı arasında “yalnız küçükleri değil, büyük dağları da ben yarattım” hallerde ve alkışlar arasında, matem yerine kurulmuş mikrofonların başına yürüdü. Kameralara karşı, derinden nefeslenip şişinerek vaziyet aldı ve haykırdı:

“Alçaklar, şerefsizler, namussuzlar!...”

Sultan Recep, taziye evindeydi, yani. “Devlet nerede?” diye soranlara, Al Kapon tarzı hiddet ve şiddetin dili ile cevap veriyor, acılı insanlara baş sağlığı dileklerini sunuyordu, Recepçe. Birikmiş kara kini boşaltıp, ruhuna huzur serpiyor, Sultani biçimde “Roleks” hale geçiyordu.

Ve bu, matem evinde kendini övme kampanyasına girişti. O günden sonra tutmayın Recep’i, almış başını gidiyordu. Meydanlar da, yollar da onundu. Devleti onun için seferberdi. Yıkıntılar altında umutla kurtarılmayı bekleyenler, açlar, sussuzluktan dili, damağı, kanı kuruyanlar, üşümekten donmak üzere olanlar, doktora ulaşmak yola çıkmış hasta ve yaralılar umurunda değildi. Enkaz bölgesinin tek egemen ilahıydı o. Ağır yaralılar ölüm için bekleyebilirlerdi, ama o asla...

Nerede iki kişiyi bir arada görse orada duruyor. O arada yollar kapanıyor, geçişler yasaklanıyor, hastalara, aç ve yaralılara hizmet duruyordu.

Örneklersek, depremin 6. günü, Hatay’da idi.  Hatay ise, yerde ve ölü kokuyordu. O geliyor diye şehre giriş ve çıkışlar kesikti. Keskin nişancılar, onun canı için, iş başındaydı. Hayatın akışı ölüydü. Bu durum tastamam 10 saat sürdü. Bu arada can kurtarma çalışmaları aksadı. Sağlara ekmek, su, ilaç yetiştirme, yaralıları doktora, hastaneye yetiştirme çabaları durdu. O arada doktorsuzluktan ölen öldü. Ama Recep keyfince nutuk atıp gitti.

Bu ahlaki çöküşün sayfasıydı. Öbür sayfalar da pislik doluydu. Mesela,  Mafyanın  günüydü. Hollanda’dan yola çıkarılan kamyon, uyuşturucu yüklüydü.

 Hırsızlık ve talan yıkım hattı boyunca iş başındaydı. Yardım getiren kamyonların yolu kesiliyor, yükleri yağma ediliyor veya topluca kaldırılıyordu. Ölü soyuculuk vahşeti, görülmemiş boyuttaydı. Asker kılıklı olarak, öldürülen Kürt gerillaları soyan, kulakları, burunlarını, kadınların meme uçlarını kesip alanlar, deprem alanlarında ölü kadınların yüzüklerini almak için parmaklarını, bilezik için bilekleri kesiyor, küpe için kulak koparıyorlardı. Devletin buharlaştığı, yargıçların rüşvetçi, savcıların çeteci kesildiği yerde, ahlak bu düzeydedi. Ve mafyanın günüydü. Hollandadan yola çıkan kamyon uyuşturucu yüklüydü.

Terör devleti, bu kez deprem alanındaydı. Irkçılık, bu ölüm tarlasında da üste çıkmıştı. Maraşta, Hatay, Adıyaman en başta, Kürtler her yerde “ırkçılık var, bize yardım” diyorlardı. Kürt’ün Kürt’e yardımı ise çete devletince gasp ediliyordu. Ama saldırılarda, Kürtler’in yükü hafiflemişti. Geçen yaz yaşanan yangında, Kürtler’i hedef alan Türk ırkçılığı, bu kez IŞİD’çıların yakınları diye bir zamanlar özel davetle getirilen Suriyeli’lere yürüyor, linç sahneleri düzenliyorlardı. Hatay’da, mahpusların ailelerinden haber alma isteği isyan kabul edildi. Üç kişi linç edilerek öldürüldü. Onlarca yaralı...

Recep’e, ülkelerinde gösteri düzenlemesine izin vermeyen Almanya ve Avusturya “gizliden” düşmandı. Can kurtarmaya gelmiş bu ülke ekipleri, ateş altında kaldıklarını söyleyerek işi bıraktılar. İsrailliler, can güvenliği derdiyle dönüp gittiler. Onları Yunanlılar izledi. Güney Kürdistan’dan gelen yardım heyeti, Adıyaman’a sokulmadı.

Yani demek istiyorum ki dostlar, Recep ücreti mukabilinde insanların malı, canı, hukukuna bekçilik, hizmetler için uşaklık, Kürtler’in “xulam”ı gibi, hizmet etsin diye seçilmiş biri. Ama hizmetkarlık, yani xulamlık yapması gerekirken, efendi kesildi onu atayanların başında. Halkın parasıyla saraylar yaptırdı kendine. 300 arabalık konvoylarla gösteri yapıyor, maaile yiyor, içiyor. Başkasının bağışı (sadakası) ile okuyan oğulları, kızları bu halkın parasıyla dolar milyarderi. Ayağında terlikle gecekondudan çıkıp gelen 'karısı', dünyanın en pahalı (bir milyon liralık) çanta takıyor koluna.

Ve denetleyici olması gereken Recep işini yapmadığı için, hayatlar alan, mala, mülke çöken, hırsız müteahhitlere kör baktığı için, milyonlarca kişi enkaz altında kaldı. Yani hizmete koşması gereken Recep, halkın sırtına bindi. Topluma eski çağların köle beyi gibi zorbalık etti. Yetmiyormuş gibi, ölüme yakalanan insanlara “alçaklar, şerefsizler, namussuzlar” diye küfürler dizdi...

Küfrün üstüne yatıp uyuyanlara afiyetler olsun da,  yerinde koyun sürüsü olsa yemezdi. Yutanlar kusar, dönüp çobana isyankarca “Meee!” derlerdi.

Diye diyeyim?  “Her halk, kendine layık olanlarca yönetilir” diye bir söz vardır ki, gerçeğin ifadesidir.

 

---------------------------------------

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.