Yalan, dolan söz konusu ise hakikat teferruattır!

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • PKK‘nin tutumu merak ediliyordu. Bu satırları yazarken, uluslararası haber ajansı AFP, PKK’nin açıklamasını yayımladı. Açıklamada, “Bizim sivilleri, herhangi bir şekilde hedef almamız söz konusu olamaz“ deniyordu.
  • Mezopotamya kültürünün yaratacılarından biri, ana yurtlarının bingeh, kadim halkı Kürtlere sıra gelince, aynı dünya “sen dur“ diye el kaldırıyordu. Çünkü, Türkler onların çıkarlarına bekçi, gençleri de ucuz askerdi, kapılarında. O nedenle, onları küstürüp, çıkarlarını zedelemek istemiyorlardı.

Dersim il merkezine bağlı Körkez köyünden Bego Polat, 93 yaşında öldü. Bego, ana yurdunda esir muamelesi gören, vahşetin kurbanı naçar Kürt’ün hayat prototipiydi.  

O doğarken, Kürtler Ağrı dağı etekleri, Zilan tepelerinde kurşunlanıyor, ağlayan  bebekler, süngü ucunda havada kanatılarak susturuyordu.

9 yaşındayken, tüm halkı gibi, onun da “eşkıya“lığına da hükmedildi. Toplu katliam infazı emredildi. Dersim insan avcılarıyla dolduruldu.
Bego, dağa çıkıp izini kaybettirebildiği annesi Humar, ablası Elê, küçücük kardeşleri Bıra ve Xecê ile köyde kalmıştı. Asker giyimli katiller, onları yakaladılar. Oracıkta kurşunladılar. Cenazelerini de bulunmasın diye nehre attılar. (Mert insanlar yuvası Türk ordusu, 1990’lardan itibaren ölüleri soyuyor, kulaklarını hatıra eşya niyetine kesip alıyor, cesetleri asitli kuyuya atıyorlardı.)
 Bego yaralı ama yarası ölümcül değil, baygındı. Suya atlınca uyandı ve ilerde kıyıya çıkmayı ve daha sonra dağdaki ağabeylerine ulaşmayı başardı. Türk ordusu, “kıra kıra soy, kök kurutma zaferi“nden sonra çekilince birlikte köylerine döndüler.

Bego, 1938’de katillerin izinde girerek, tiksintili kötülüklere tanıklık etti. Bir anlatımında tanıklığını şöyle anlatıyordu:
“Dersimde canlı bırakmadılar. Çoluk, çocuk öldürdüler. Çocukları süngüye takar suya atarlardı. ‘Bu yarın bize düşman olur‘ diyerek, hamile kadınların göbeğine süngü vurur, bebeği çıkarıp yere atar, yakarlardı.”

Hitler’in askerleri bunu yapmadı. Guernica kasabasında vahşetin doruklarında bağdaş kuran İspanyol Faşist diktatör Franco da...

Bunlar yer yüzünde hiç bir buluşa, iyiliğe öncülük etmediler ama barbarlıkta Hitlere ilham verdiler. Mesela gaz ile toplu kırımda...

O nedenle Kürtler, bunlardan iyiliğe, güzelliğe ve insanca diyaloga dair beklenti içine girmenin nafileliğini, 1920 seçimlerinde, Koçgiri örneği ile anladılar. (Dürüst bir seçime yeltenmeleri isyan sayıldı ve kırıldılar) Koçgiri katliamı, Kürt umudunun tükenişi, kurtuluşa ilişkin arayışın başlangıcı oldu.

Arayış sürerken, 1924 yılı güzünde, terör aygıtı olarak ortaya çıktılar. Kürt önderleri esir almaya (tutuklama) başladılar. 1925’de, ayaklanmayı bırakın. Başkaldırının kokusu daha yokken, Şeyh Said’i muhasaraya alıp, sonra yoluna çıktılar. Bu inceden inceye hazırlanmış plan, aşılması zor bir tuzaktı.

Şeyhin karşı koymasını bahane edip Ermeniler, Rumlara yaptıklarının aynısı ile soykırıma geçtiler. Batıdan başlayıp Zilan’ı, Botanı kana buladılar. Dersim sırasını bekledi, bu arada. Yollar, kışla inşaası bitince, 1937‘de oraya saldırdılar.

Kürtler, 13 yılık kırım boyunca, elbette yer yer -güçleri oranında- direndiler. Düşmandan can alıp zarar verdiler. Ama Türk kamuoyunu etkileyen hiç bir şey yapamadılar. Türk şehirleri, varlıkları savaşı hissetmedi bile.

O dem ve dönemde Afrika soyulan sömürge, insanları kendi topraklarında çalışan köleydi. Bugün bölge bölge özgür topraklardır, Afrika.

Elbette her ulus, ırk gibi Afrikalıların da hakkıydı özgürlük. Dünya onları bu çabalarında destekledi. Ama Mezopotamya kültürünün yaratacılarından biri, ana yurtlarının bingeh, kadim halkı Kürtlere sıra gelince, aynı dünya “sen dur“ diye el kaldırıyordu. Çünkü, Türkler onların çıkarlarına bekçi, gençleri de ucuz askerdi, kapılarında. O nedenle, onları küstürüp, çıkarlarını zedelemek istemiyorlardı.            
Kürtler, her türlü vandallığı, vahşetin en iğrenç hallerini göze alarak, çaresizliğin çaresi olarak yönlerini dağlara verdiler. Dünyanın unutulmuşları olarak, barbarlığın kıyamet yağmurları altında bir nefes özgürlük için direnler.

Türk kamuoyu bir kere daha vahşete kör baktı. Ölümün sesine sağır oldu. “İnsanoğlu sen neredesin?” demede lal kesildiler. Terör devleti, kötülük üzere keyfini getirmede hür haldı.

Kürtler öldüler. Evleri, köyleri yakıldı. Şehirleri enkaza çevrildi. Ama bir tek Türk köyüne ilişmediler. Türk varlıklarına dokunmadılar. Kürtler kırılırken, lokmaları çalınır, varlıkları talan edilir, ölüleri soyulurken, Türkler, rahatsızlık hissetmeden normal hayatlarını sürdürdüler. Hiç bir kayba uğramadılar. Cephede oğulları ölünce de şükrettiler. Cephede ölüm şehit, şehidin ailesine para demekti...

Uzun zaman var ki Türk devleti, İslami terör çeteleriyle ortaklaşa Suriye ve Irak Kurdistan’ında haydutlukla meşgul. Bölge boyunca, hedef seçilmiş insanları kaçırıyor, havadan veya yerden vuruyor, çocuk oyun bahçelerini, kreşlerden giderek köyleri bombalayıp katliam yapıyor, cinayetler işliyorlar. Dünya seyrediyor sadece, haydut ve kanlı eserlerini...

Ama kazara, kendi alanlarında bir dal kımıldasa “teröristler“ diye diye dünyayı Kürtlere karşı ayaklandırıyorlar.

Pazar günü, benzer bir olay yaşandı ve İstabul’da İstiklal caddesinde 6 kişinin ölümü, pek çok kişinin yaralandığı bir patlama meydana geldi. İçişleri Bakanı olayı derhal PKK’nin üstüne yıktı. Failin de Ahlam Albahsır adında Suriyeli bir kadın olduğunu açıkladı. Soyluya göre, bombacı genç kadın Kobanê’den emir aldı ve İdlib’den içeriye girdi.

Ama kazın ayağı öyle değildi. Rahmetli Çetin Altan’ın deyimiyle, herhangi bir olay kime menfaat sağlıyorsa fail oydu. Dolayısıyla tekmil Mafyanın babası Süleymanın sözü, kesin söz değildi.

Ayrıca Türk çete devletiyle, hırsızlar, tecavüzcü ve kiralık katiller resmen ilan edilmemiş bir çatışma, çekişme gelişiyordu. Birbirinin önünden mal kaçırıyor, mülke konuyorlardı. O nedenle işin aslını bilenler İstanbuldaki patlamadan sonra DAİŞ’e bakıyor, onu tarassut altında tutuyorlardı. Nitekin fail olarak gösterilen kadının fotoğrafı yayımlanınca tuhaflık ortaya çıktı. Kadın Kürt profilinden uzaktı. Yüz ve dudak yapısı, teninin rengi, saçlarının kıvrımı ile uzaktan “ben bir Kuzey Afrikalıyım“ diyordu. İslamo Faşizmin propaganda aygıtı olmayan medya, bu yüzden olaya ihtiyatla yaklaşıyor fail hanesine, kersin bir vurguyla adını yazmıyordu.

O arada PKK‘nin tutumu merak ediliyordu. Bu satırları yazarken, uluslararası haber ajansı AFP, PKK’nin açıklamasını yayımladı. Açıklamada, “Bizim sivilleri, herhangi bir şekilde hedef almamız söz konusu olamaz“ deniyordu.

Ama Recep komutasındaki Türk medyası, hedefinden şaşmadan atmaya devam ediyordu. Çünkü kandırıp dolandırma söz konusu ise eğer onların dünyasında hakikat teferruat ve ona yer yoktu.

Hey gözüyle birlikte adaletini, ek olarak vicdanını sevdiğim dünya uyanıp yer yüzünün son haramileri, haydutlar oligarşisini görsene artık...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.