Yeni Oscar’ı neden sevmedik?

Toplum/Yaşam Haberleri —

Michelle Yeoh / Everything Everywhere All At Once (Her Şey Her Yerde Aynı Anda) film afişi

Michelle Yeoh / Everything Everywhere All At Once (Her Şey Her Yerde Aynı Anda) film afişi

  • Akademi ödüllerinin mantığını eskiden beri pek anladığım söylenemez. Hele ki son yıllarda, izleyiciye yön vermesi gereken bu ödüllerin artık izleyiciler tarafından yönlendirildiğini iddia etmek bile abes değil.

BİLGE AKSU

95. Oscar Ödülleri bu pazar gecesi yapılan törenle kazananlarına teslim edildi. Akademinin son yıllarda birçok değişikliğe imza attığı ödül kategorilerinden sonra bu yıl da törenin bazı geleneksel imgelerinde değişikliğe gidildi. Örneğin hemen herkes için sembolleşmiş o meşhur kırmızı halının, alınan görüntülerde fazla öne çıktığı ve kostümleri düzgün göstermediği gerekçesiyle değiştirilmesine karar verildi. Kırmızı halı seromonisi bundan böyle şarap rengi seromonisi olarak adlandırılabilir.

Geçen yıl Will Smith’in sahnede Chris Rock’a attığı tokattan sonra bu yıl törenin nasıl geçeceği merak konusuydu. Yeni sunucu, ABD’li mizahçı Jimmy Kimmel, törenden önce yaptığı kendi üslubunca bir açıklamada, bu yıl öyle bir şeye asla izin vermeyeceğini, bu yüzden herkesin gönül rahatlığıyla gelebileceğini belirtmesi de yüreklere su serpti elbette.

Halkın gönlündeki şampiyon

Gecenin öne çıkan filmi, uzun zamandır tahmin edildiği üzere Everything Everywhere All At Once (Her Şey Her Yerde Aynı Anda) oldu. Zaten vizyona girdiği 2022 Nisan ayından bu yana epey konuşulan bu film, birçok törende irili ufaklı ödüllerle taçlandırılıyordu. Akademi ödüllerine yaklaştığımız sırada açıklanan 11 daldaki adaylığı da dikkate alındığında, klasikleşmiş bir vaka olarak, belirli bir filmin masadaki her şeyi silip süpürmesine bu kez böyle bir film üzerinden tanık olacağımız belliydi. Eleştirmenlerin değilse bile biz sıradan izleyicinin kalbinde yatan The Banshees of Inısherin ise 9 adaylığa rağmen tek bir ödüle bile ulaşamayarak halkın gönlünde yatan şampiyon olma özelliğini korudu.

Şahsen bu yılki bütün filmleri izlemediğim için gecenin kazanan filmiyle ilgili, ödülleri hak edip etmediği üzerine söyleyecek çok fazla sözüm yok. Fakat özellikle bu filmin bende yarattığı hissi bazı yorumlarda da gördüğüm için tartışmaya açmakta fayda var.

Kafası karışık Evelyn

Everything Everywhere All At Once, günümüzde iyice suyu çıkarılan ve geniş kitleleri yakalamanın sihirli bir yoluna dönüşen paralel evrenler temasını ele alıyor. Orta yaşlarda Çinli bir kadının göç ettiği ABD’de sürdürdüğü zorlu yaşantısıyla açılıyor film. Bu giriş sekansında kafasının oldukça yoğun olduğunu gördüğümüz Evelyn karakteri, boşanmak isteyen kocası ve ergenliğin zirvesindeki kızıyla uğraşmak bir yana, iyi gitmeyen bir çamaşırhaneyi de iflastan kurtarmanın yolunu arıyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Çin’den kalkıp gelen geleneksel düşünce yapılı babasını da ağırlamak zorunda. Aynı güne denk gelen Çin yeni yılı ve burada hazırlaması gereken parti ise işin cabası. Bütün bunlara yetişmeye çalışan Evelyn karakterinde gördüğümüz ilk şey, disiplinli ve mükemmeliyetçi bir karakter olması. Fakat çamaşırhanenin vergi kayıtlarını kontrole götürdüğü o soğuk yüzlü devlet dairesinde olanlar oluyor, tam manasıyla film kopuyor.

Çoklu evren

Anlatı bu noktadan sonra çoklu evren anlatısına görece yavaş bir giriş yapıyor. Görece yavaş diyorum çünkü birçok filmle kıyaslanınca epey hızlı bir giriş sayılacak bu sekans, bu filmin geri kalanına göre oldukça yavaş. Evet, filmin en büyük iddialarından biri de tam burada yatıyor. Yönetmenler, filmin anlatım hızını, zihnimizin algılama hızına neredeyse eşitlemiş. Sayısız çoklu evrende birbirinin alternatifi olan karakterlerin, her bir versiyonda farklı bir iş, farklı bir hayat ve sosyal/sınıfsal çevre edindiğini görüyoruz. Bütün bu versiyonlar birbirinden farklı ya da diğerini tamamlayıcı değil. Örneğin Evelyn bazı evrenlerde bir kung fu üstadı ya da mutfak şefiyken, bazılarında sinema yıldızı ya da opera sanatçısı… Bu farklılıkların anlatıya katkısı ise, dünya evrenindeki versiyonuna bir çıkış kapısı sunmaları. Zorlukla karşılaşılan her anda karakterler saçma sapan bir hareket yapıp (altına işemek, nemlendirici yemek, vücudunun olmadık yerlerine bir takım fallik nesneler sokmak vb) diğer evrendeki zihni buraya transfer ediyor. Ve o anda dünyadaki karakterlerimiz, çağırdıkları evrendeki versiyonlarının bütün becerisiyle savaşa dahil oluyor.

Filmin göz alıcı sekansları olduğu kadar, felsefi bir meseleyi tartıştırdığı kısımları da var. Benim filme dair eleştirilerim de işte orada başlıyor.

Ergen kızın ‘tuhaf’ halleri

Filmin duygusal yatırımı, bu orta yaşlı annenin ailesine olan düşkünlüğü üzerine kurulu. Özellikle kendi babasına çektiği ya da çekemediği restler onun içsel çatışmasını oluştururken, ergen kızının ‘tuhaf’ hallerine karşı sergilediği tavırlar da iki karakter arasındaki nihai çatışmayı yaratıyor. Çin’den gelen babasına kızının lezbiyen olduğunu dahi söyleyemeyen bu anne, dahil edildiği çoklu evrenlerden öğrendiklerinden sonra bu durumu aşmak ve değişmek zorunda. Tabii hikayenin absürt yanlarından biri gibi görünse de, bu çoklu evrenlerde ortaya çıkan kadim kötülük sorunu da buna bağlı… Mükemmeliyetçi karakteri sebebiyle, her şeyin başladığı alfa evreninde, kimsenin cesaret edemeyeceği bir deneyi kızında gerçekleştirmiş Evelyn. Sonucu pek hayırlı olmamış. Kızı, bütün bu evrenlerin yükünü kaldıramayınca zihni paramparça olmuş ve evrenler arasında öylece salınıp durmuş. Bütün bu salınımlar esnasında görebileceği her şeyi görüp, sonunda kendini nihilist bir noktada bulmuş. Hissiz, çaresiz ve hiçliğin ortasında çok büyük bir güce sahip olan genç kızımız, bütün bunları sonlandırmak ve gerçek bir hiçliğe kavuşmak için can atıyor kısacası. Fakat Evelyn’in anlatıdaki işlevi, bu mesajı tersine çevirmek. Bu yüzden kendi kızının temsil ettiği o hiçlik özlemiyle savaşmak zorunda.

Sanatsal üretimin bir yönü yaratıcılık. Şimdi burda Aristo gibi ahkam kesmiş olmayayım, bu elbette benim vardığım sonuçlardan biri. Yani bana göre bir işin sanatsal değer taşıması ya da birinin sanatçı payesi edinebilmesi için yaratıcı bir üretim anlayışı olmalı. Bu film bunu hakkıyla yerine getiriyor. Kimi zaman sinema tarihine verdiği referanslarda bile yaratıcı yöntemler bulunmuş.

Marksist sanat teorisi

Ama işte bana göre sanatsal üretimin ikinci bir yönü de var ki, onu çözümleyecek ya da tüketecek kitlede bir duygu uyandırmalı. Neticede filmlerin, kitapların, müziklerin ya da dansların; bilumum sanatsal üretimin vermeye çalıştığı temel bir mesaj var. Sinema dilinde bunu sembolize etmek için mekanlara, zaman kurgusuna, karakter yapısına ve daha birçok şeye ihtiyaç duyuyoruz. Vermek istediğimiz bir cümlelik felsefi metin, bütün bu yöntemler ve oyunlarla ortalama iki saatlik bir görsel metne dönüşüyor. Everything Everywhere All At Once, vermeye çalıştığı mesajla ilişkili bir aksaklık taşımasa da, bunu yaparken biraz da olsa tadını tuzunu eklemeyi pek becerebilmiş gibi görünmüyor. Sanatsal üretimin ve tüketimin doğal bir parçası olan duygusal aktarım filmin neredeyse hiçbir yerinde önümüze çıkmıyor. Elbette burada bir yapımın seyirciye katharsis yaşatması gerektiğinden bahsetmiyorum. Neticede Marksist sanat teorisinde bu tartışmalar çoktan aşıldı. Ama yine de, katharsis’e alan açmadan, onun davetkarlığına kapılmadan da olsa, birilerinin neyi neden yaptığını ve eylemlerindeki motivasyonlarının temel duygusunu bize geçirmek, bana göre sanatçının devam eden bir görevi. İşte bu film, iddialı olduğu bazı meseleler sebebiyle bu kaygıyı ikinci plana atmış görünüyor.

Yepyeni bir anlatım tarzı

Akademi ödüllerinin mantığını eskiden beri pek anladığım söylenemez. Hele ki son yıllarda, izleyiciye yön vermesi gereken bu ödüllerin artık izleyiciler tarafından yönlendirildiğini iddia etmek bile abes değil. Birkaç yıl önce yine büyük sükse yapan bir Uzakdoğu işi, birçok izleyici ve eleştirmenin anlamsız bakışları altında ödülleri toplayıp ortadan kaybolmuştu. Parasite’den bahsediyorum. Yine o filmde de birçok farklı kaygının benzer şekilde bir kutuya atılıp, içinden ne çıkarsa mantığıyla çorba edildiği bir anlatım mevcuttu. Hatta vurguladığı bazı karşıtlıkların çok temel düzeyde, bir giriş dersi niteliğinde basite indirgenişi birçok kişiyi çileden çıkartmıştı. Ama örneğin bu yılın kazananına göre, Parasite’in çok temel bazı duyguları ve karakter motivasyonları vardı.

Kendilerini ‘Daniellar’ olarak adlandıran bu senenin şampiyon yönetmenleri, yepyeni bir anlatım tarzı denemek marifetiyle övgüyü hak ediyor. Özellikle filmin akış hızının yeni kuşağın muzdarip olduğu dikkat dağınıklığına asla izin vermemesi epey zorlu bir başarı. Ya da filmin bir sahnesinde gördüğümüz ve yine aşırı yaratıcı bulduğum kayaların sohbet sahnesi de takdire şayan. Ama işte temel meselelerden biri olması gereken duygusal etkilerin neredeyse hiç olmayışı, bütün bu yaratıcı girişimlerine rağmen filmi uzak bir geleceğe taşımayacak gibi görünüyor. Çünkü tarihsel önemi olan, kült nitelikli filmlerin ortak noktalarından biri, hissettirdiği o evrensel duyguyu anında aktarabilmesiydi. Bir bilimkurgu olarak Space Odyssey için de geçerliydi bu, uzak doğunun çerezlik Jackie Chan filmleri için de…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.