Yeniden kemer sıkma

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Kemer sıkma, açlık çektiği için zayıflamayı temsil eder. Bu politik atmosferde ücretler üzerinde büyük bir baskı yaratmayı ve vergilerle de ekonomide enflasyonun nedenlerinden biri sayılan alım gücü daraltılmaya çalışılır.

Türkiye’de 2024’ün ilk gününde hilafetçilerle ırkçılar arasındaki demokratik hakların sınırı tartışmasından Anayasa Mahkemesi’nin bağlayıcı kararına direnerek Can Atalay’ın tutukluluğunun devamı kararına kadar pek çok tartışma arasında asgari ücrete enflasyon zammı farkı yürürlüğe girmiş. TÜİK’e göre aylık yüzde 2,93 ve yıllık yüzde 64,77 olan enflasyon; ENAG rakamlarına göre aylık yüzde 4,12 ve yıllık yüzde 127,21 olarak açıklandı. Bu rakamların anlamı, Türkiye’de genel ücret seviyesiniN belirlemesinde, çalışan ve emekli olan herkesin cüzdanındaki harcama kapasitesini ve borçlanma gerçeğini görebilmemizi sağlamasında gizli. Herkesin öfkeye boğulmasını sağlayan ve iktidara oy vermenin asli göstergesi haline gelen, “Türkiye’de yoksulluk mu var?” sorusunun da ete kemiğe bürünmesini sağlıyor bu rakamlar.

Öncelikle TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından böylesi bir düşük rakamın hesaplanmış olması, 1970’lerden 2000’lere kadar popüler bir ekonomik kavram olan ve IMF (Uluslararası Para Fonu) ile anılsa da bugün IMF’siz olarak yürürlüğe sokulan bir kemer sıkma politikası dönemine girmiş olduğumuzu gösteriyor. Kemer sıkma, açlık çektiği için zayıflamayı temsil eder. Bu politik atmosferde genellikle, işçilerin hak talepleri de dahil olmak üzere ücretleri üzerinde büyük bir baskı yaratmayı ve vergilerle de ekonomide enflasyonun nedenlerinden biri sayılan alım gücü daraltılmaya çalışılır. Böylece ücretlerin artması ile ürünlere yönelik talebin artmasını sembolize eden fiyatlarda yükseliş, dolayısıyla enflasyonun yükselişini garantileyen ücret artışını yukarıya dönük silindirik bir harekete dönüştüren fiyat ücret sarmalının kırılacağı varsayılır. Zira emekçilerden, yani sadece emek gücü geliri ile yaşayanlardan fedakarlık yapması beklenir. Sermayedarlar, kira gelirine sahip olanlar da elde ettikleri kazançların gelir kısmı vergilendirilerek, kazançlarını yeniden sermayeye dönüştürmeleri beklenir. Ancak, gerçekte bu böyle olmaz, zira toplumun en geniş kesimini oluşturanların  harcamaları lüks harcamalara değil; kira, beslenme ve ulaşım giderlerinedir. Dolayısıyla tüm bu ekonomi politikaları sermayedarlara daha fazla biriktirme, iktidarlara daha fazla güç devşirme ve geniş emekçi kesimlere daha fazla yoksullaşma getirir. 

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2022 yılına ilişkin "hane halkı tüketim harcaması" istatistiklerine göre bu üç kaleme giderlerin neredeyse kişilerin gelirini 100 olarak düşünürsek, 66’ı harcanıyor, her ay ve düzenli olarak. Bunlar kısılamayacak kalemler tahmin edeceğiniz üzere. Dahası en düşük harcama payı ise yüzde 1,4 ile eğitim, yüzde 2,2 ile sağlık olmuş. O halde bu yüksek enflasyona karşı enflasyonun altında zam yapılması, kişilere kısabilecekleri tek harcama kalemi olan gıdadan kısmaları anlamına geliyor. Aynı istatistiğe göre temel gelir kaynağı maaş, ücret, yevmiye olan hane halkları ulaştırmaya yüzde 22.5, gıda ve alkolsüz içeceklere yüzde 21, konut ve kiraya yüzde 20,8 pay ayırmış. Biliyoruz ki büyük kentlerde, krizlerden fırsat doğuran emlak sektöründe kiralar gelirin neredeyse yüzde 50’sine varmış durumda. Bu durumda kişiler, bisiklete binerek işe gidebilecek veya çocuklar ücretsiz şekilde okula varabilecek altyapıdan yoksunsa, gıda tek kısabilecekleri kalem olacaktır. 

Açıkçası bu durum dünyanın pek çok yerine benzer. Gıda, ulaşım ve kira dünyanın tüm metropollerinde gelire göre yükselişte ve sağcı politikacılar hane içindeki bu karın ağrısını politik bir eleştiri yerine ırkçı ve yabancı düşmanlığına dayalı söylemleri ve nefret suçlarını yaygınlaştırmak, olağanlaştırmak için kullanıyor. Bildiğiniz gibi 2024 seçimler yılı olacak; sağcılar şimdiden yükselen işsizlik, düşen maaşlar, artan hayat masraflarının müsebbibini göçmenlerin hareketlerinde, LGBTİ+’ların varlığında, kadınların eşitlik taleplerinde, siyahların ve diğer ezilen halkların harcamalarında bulmaya başladılar bile. İktidar ortağı MHP’nin Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasına yönelik aslında terör suçu olarak isimlendirilebilecek söylemi de aynı zeminde. Ortadaki talanı ve yağmayı gizlemek, mağdurları suçlamak ve iktidarın belirlediği oyun olanında muhalefeti oynatmak için.

Bu seçimler dönemine, Türkiye’deki yerel seçimleri de katalım, muhalefet olarak kendini niteleyen geniş kesimin birbirine diş bilediği geniş puslu havada giriliyor. Gündelik hayatımız bir yanda izlemeye bile dayanılamaz olan etnik temizlik, diğer tarafta her gün deneyimlediğimiz açlık ve yoksulluk, direnen işçilerin çağrıları, hukukun kişiye göre uygulanmasıyla adaletsizlik ve deprem sonrasında en kutsal değerleri olan özel mülkiyeti bile hiç sayan bir talan ile işgal edilmiş durumda. Sokaklar ise hak diyene sopa gösterip, iktidarın gücünü arttıracak iç politikaya göre dizayn edilmiş muhalif gibi görünen lümpenlerin küfürlerine tolerans isteyenler tarafından doldurulmuş halde. Yerel seçimler, ne iktidarın ne de seçimlerin meşru olmadığı bir zeminde gerçekleşecek. Eğer bu sistemde yaşamak istemeyenler ve umudu sistem dışında yeşertenler, kısaca sol diyelim, hanelerin karın ağrısına, ortaklıkları güçlendirecek gıda ve ihtiyaç ağları gibi doğrudan müdahaleleri gerçekleştirmezse, hukuksuzluğu normalleştirerek kendine alan açanlara hayatlarımızı teslim edeceğiz gibi görünüyor. Zira iktidar bir süredir metropollerde yaşayanların kabusuna dönüşen doğalgaz faturalarını sıfırlayarak, bir nebze bunu yaptı bile. Bu kaderi ortadan kaldırmak için hayatımızın her ölçeğinde hukuksuzluğu ve ezme- ezilme ilişkilerini normalleştirmeden, yeni iktidarlar yaratmadan, imtiyazlarımızla eleştiren ilişkiler kurarak, doğrudan hayatı müşterek zeminlerde örgütleyici işler yapmak zorundayız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.