Yerel yönetimler ekokırıma karşı pasif
Toplum/Yaşam Haberleri —

Eko-kırıma karşı eylem / Ahmet İnan
- Amed Barosu Çevre ve Kent Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan, “Yerel yönetimlerin pasif duruşu, doğa talanına karşı verilen mücadelede büyük bir boşluk yaratıyor. Yerel yönetimler davalara müdahil olmalı, halkla omuz omuza mücadele etmelidir” dedi.
ERDOĞAN ALAYUMAT
Amed’in Kulp, Ergani, Silvan ve Dicle ilçelerinde yürütülen maden ve enerji projelerine karşı açılan davalar sürerken, belediyelerin bu süreçlerde etkisiz kalması eleştiri konusu oluyor. Hukuki mücadeleyi yurttaşlar ve barolar omuzlarken, yerel yönetimlerin pasif tutumu şirketlerin önünü açıyor.
Kürdistan’da doğa; savaş politikaları ve kalkınma adı altında yürütülen projelerle yok oluyor. Askeri operasyon bölgelerinde asker ve korucuların sistematik ağaç kesimleri sürerken, kimi yerlerde ormanlar doğrudan yakılıyor. Maden arama sahaları, kum ocakları, petrol projeleri, Hidro Elektrik Santralleri (HES) ve Güneş Enerjisi Santralleri (GES) ile güvenlik barajları, dağlardan nehir yataklarına, tarım arazilerinden meralara kadar tüm ekosistemi parçalıyor. Elektrik dağıtım altyapısının yıllardır yenilenmemesi, eski direklerden çıkan kıvılcımların orman yangınlarına yol açması da tahribatı derinleştiriyor.
Amed Barosu Çevre ve Kent Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan, projelerin yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen ilerlediğini ve yerel yönetimlerin çoğu davada pasif kalarak şirketlerin önünü açtığına dikkat çekti. İnan, yerel yönetimlerin fiilen sahada olması ve halkla omuz omuza mücadele etmesinin önemine vurgu yaptı.
Yargıyı aşmanın yolu: Revize ÇED
Avukat Ahmet İnan, petrol arama adı altında yapılan ağaç kesimlerini durdurmak için suç duyurusunda bulunduklarını ancak henüz bir sonuç alamadıklarına dikkat çekerek şunları aktardı: “Kulp’ta planlanan güneş enerjisi sahaları, yerel halkın itirazlarına rağmen ilerliyor. Halkın katılım toplantılarında projeye itiraz ettikleri kayıtlı. Su kaynakları özel bir risk taşıyor. Baro olarak bazı proje sahalarının barajların koruma alanları içinde veya yakınında olduğunu, yerel içme suyu kaynaklarına mesafelerin kritik olduğunu tespit ettik ancak buna rağmen madencilik ve diğer faaliyetlerin ısrarla sürdürülüyor. Tüm uyarılarımıza rağmen projelerin ilerlemesi içme suyu güvenliğini tehlikeye atıyor.
Doğa lehine hazırlanan bilirkişi raporlarının sıkça geçersiz sayıldığını, bilirkişi heyetlerinin değiştirildiğini ve yeniden yapılan keşiflerin şirketler lehine sonuçlandığına dikkat çeken Ahmet İnan, ''İptal kararlarının ardından bazı projeler, 'revize ÇED' adı altında yeniden değerlendirme yapılmadan tekrar başlatılıyor. Bu uygulama, mahkeme kararlarının fiili sonuç doğurmasını engelliyor” dedi.
Kürdistan’da doğa talanı tartışmaları büyürken, Amed özelinde belediyelerin rolü ise giderek daha fazla sorgulanıyor. Özellikle Kulp’ta yürütülen maden projelerine karşı açılan davalar, bu eleştirilerin merkezinde yer alıyor. Amed’in birçok ilçesinde yürütülen maden ve enerji projelerine karşı hukuki mücadeleyi yurttaşlar ve barolar omuzluyor. Kulp, Ergani, Silvan ve Dicle’de açılan davalarda belediyelerin sessiz kalması ise eleştiri konusu. Avukat Ahmet İnan, belediyelerin hem imar planı yetkisi hem de ÇED süreçlerinde olumsuz görüş bildirme hakkı ile bu projelerin önünü erkenden kesebilecek durumda olduklarına dikkat çekerek, ''Ancak süreç ilerledikten sonra verilen sınırlı destek, etkisiz kalıyor” dedi
Şirketlerin işine yarıyor
Kulp’ta köylüler ve Amed Barosu, bölgede planlanan maden projelerine karşı dava açtı. Diyarbakır İdare Mahkemesi’nde süren davalarda yürütmeyi durdurma talepleri reddedildi. Belediyenin davalara baştan taraf olmaması ise eleştiri konusu. Ahmet İnan bu durumu şu şekilde değerlendirdi: “Yerel yönetimler ekoloji mücadelelerinde yalnızca temsili bir pozisyon alıyor. Oysa ÇED süreçlerinde olumsuz görüş bildirmekten, imar planlarında koruma hükümleri geliştirmeye kadar pek çok yolu kullanabilirler. Kulp örneğinde de belediyenin geç ve sınırlı bir tutum alması, şirketlerin önünü açıyor.”
Ergani ilçesinde geniş bir alana yayılan maden ruhsatına karşı dava açtıklarını ifade ede İnan, Diyarbakır İdare Mahkemesi’nde süren dosyada bilirkişi raporu beklediklerini aktardı. Ergani’de belediyenin davaya müdahil olmadığını aktaran İnan, “Oysa bu tür davalarda belediye halkla birlikte hareket ederse, hukuki süreçler çok daha güçlü hale gelir” dedi.
Söz sahibi, yetkisini kullanmıyor
Silvan’da ise baraj ve taş ocağı projelerine karşı köylüler adına ÇED raporlarının iptali için Diyarbakır İdare Mahkemesi’ne dava açtıklarını ve bu davanın hala devam ettiğini ifade eden İnan şöyle devam etti: “Silvan’daki tablo, Diyarbakır genelindeki pasifliği gösteriyor. Belediye en başta planlama süreçlerinde söz sahibi olabilecekken, bu yetkisini kullanmıyor. Bu da halkın yalnız bırakıldığı anlamına geliyor.”
Dicle Nehri üzerinde verilen ÇED olumlu raporunun iptali için de Amed Barosu olarak dava açtıklarını aktaran İnan, dava devam ederken belediyenin yalnızca Ekoloji Komisyonu üzerinden basın açıklaması yaptığını ancak hukuki sürece dahil olmadığını belirterek şu eleştirilerde bulundu: “Belediyelerin sahada fiilen olmaması, halkı ve baroları yalnız bırakıyor. Bu durum şirketlerin ve devletin işini kolaylaştırıyor.”
“Ekolojik yıkım karşısında belediyeler ya tamamen seyirci kalıyor ya da geç kalmış tepkilerle sınırlı bir pozisyon alıyor” diyen Avukat Ahmet İnan son olarak şunları belirtti: “Yerel yönetimlerin bu pasif duruşu, doğa talanına karşı verilen mücadelede büyük bir boşluk yaratıyor. Yerel yönetimler davalara müdahil olmalı, halkla omuz omuza mücadele etmelidir.”
* * *
Doğa savaşın bir parçası
Amed Ekoloji Derneği üyesi Elida Zerri askeri operasyonların ve güvenlik politikalarının ekosistemi doğrudan tehdit ettiğini vurgulayarak, “Barajlar, HES’ler, maden projeleri ve sınırsız ağaç kesimleri, ekonomik gerekçelerin ötesinde, devletin kontrol ve güvenlik politikalarının bir parçası olarak uygulanıyor. Doğa, savaşın bir aracı haline gelmiş durumda” dedi. Bu durumun uzun vadede geri dönülmez sonuçlar doğuracağına işaret eden Zerri, “Vadiler, nehirler ve ormanlar üzerindeki tahribat kalıcı. Devlet politikalarının doğa üzerindeki etkileri, ekolojik çeşitliliği ve bölge halkının yaşam koşullarını ciddi biçimde tehdit ediyor” diye konuştu.
Bölgede yaşayan halkın, doğayı korumak için mücadele ettiğini belirten Zerri, askeri operasyonlar ve güvenlik gerekçelerinin bu mücadeleyi hem fiziksel hem de hukuki olarak zorlaştırdığının altını çizdi. Zerri devamında şunları aktardı: “Halk her türlü risk ve engelle karşı karşıya kalarak doğayı korumaya çalışıyor. Bu çaba, savaş politikalarının yarattığı tahribatla sürekli yarışıyor. Nehrin yatağı değişiyor, tarım alanları kayboluyor, balıklar ve yaban hayatı yok oluyor. Bu sadece doğayı değil, bölge halkının geçim kaynaklarını da tehdit ediyor. Savaş politikaları, ekosistemle birlikte toplumsal yaşamı da hedef alıyor.”
Ekoloji mücadelesinin sadece çevreyi korumak değil, aynı zamanda savaşın yarattığı tahribatın görünür olmasını sağlamak anlamına geldiğine işaret eden Zerri son olarak şunları söyledi: “Halkın sesi ve sivil toplumun müdahalesi, doğa üzerindeki yıkımı sınırlayabilir. Ancak bunun için daha görünür, örgütlü ve kararlı bir mücadele şart. Savaş politikaları, ekosistemle birlikte insan yaşamını da tehdit etmeye devam ediyor.”
* * *
Tarım arazileri sular altında
Amed Barosu Çevre ve Kent Komisyonu hazırladığı raporla Kürt kentlerinde yaşanan ekoloji tahribatın boyutlarını gözler öne seriyor. Raporda, Amed’de bulunan Sarım Çayı üzerine planlanan BİRSU HES projesi, neredeyse yarım asır sonra yeniden tespit edilen ve yüksek koruma statüsünde değerlendirilen Batman Bantlı Çöpçü Balığı gibi hassas türlerin yaşam alanını tehdit ediyor.
İdari Mahkemesine açılan dava da mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermiş ancak dosya şu anda temyiz aşamasında. Davayı açan Amed Barosu, projenin bakanlık onayı aldığı ÇED raporunun bilimsel bulguları yeterince dikkate almadığını belirtiyor.
Yine raporda Amed’in Kulp İlçesi ile Batman’ın Sason ilçesi sınırları içerisinde yer alan ve Dicle nehri üzerine kurulmak istenen Kayser Baraj ve HES projesine ilişkin önemli miktarda verimli tarım arazisini baraj altında bırakma ve geniş çaplı kamulaştırma riski taşıdığı kaydediliyor.
Hassas türler tehdit altında
Raporda bölgede devam eden madencilik projelerine de dikkat çekilirken yapılmak istenen maden projelerinin bölgenin biyolojik çeşitliliğini tehdit ettiği vurgulanıyor. Dicle Nehri civarındaki kurşun-çinko maden projesinin raporlarında birçok sürüngen, kuş türü, endemik bitkiler ve nesli tehlikede ya da hassas kategoride türlerin varlığı tehdit altında olduğu belirtiliyor. Ayrıca raporda Lice’de planlanan bakır ocağı projesiyle geniş orman alanlarının yok edeceği de vurgulanıyor.
Petrol arama adı altında verilen ruhsatların verimli tarım arazilerini ve ormanlara zarar verdiği belirtilen raporda “Bazı ruhsat sahaları sulama kanalları ve derelerin geçtiği alanlara denk geliyor; köylüler acele kamulaştırma tehdidiyle karşı karşıya. Petrol faaliyetleri nedeniyle bölgede geniş çaplı ağaç kesimleri yaşanıyor” ifadelerine yer verildi.















