Yerlerdeki karizmanın sefilliği

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kendini beğenmişin karizması yoktu artık. Sefil haller vardı. Gelen vuruyordu. Sessizliğin sesiyle “ver elini öpim abi” diyen bir zavallı vardı. Ama düştüğü durum nedeniyle, intihar etmeyi asla düşünmeyen.

Türk’e, Türk güzellemesi yapanlara göre, Türk halkı düşünme sistematiği, beyinsel kapasite, onursal duruş ve vurdu mu deviren pazu gücüyle “büyük”tü. Aziz Nesin’e göre ise bu halkın yüzde 60‘ı “aptal”dı.

“Aptal-maptal” her neyse, bu halk diktatörünü, tiranını yaratıp tapınıyordu. Osmanlı sultanlarını gördüğü yerde, iki büklüm eğilerek secde edenler, bir sonraki gün padişahı deviren Mustafa Kemal adındaki Osmanlı askerine secdeye geçiyor, onu “Atatürk” ünvanı ile yüceltiyorlardı.

Sonraki devir ve dönemlerde de, “bir adam yaratma” ve yarattıkları başı kutsamayı pek sevdiler. Onu beslediler, zengin ettiler. Omuzlayıp yollar boyu koştular.

Recep Erdoğan’a sıra geldiğinde, Aziz Nesin’in yüzde 60’lık kalabalığı bütünüyle coştu. Recep Erdoğan da cehaleti ve sokaktan gelme cesaretiyle tam olarak dini, camiyi yeniden keşfeden edalıydı. Kafa kesen, Ankara ve İstanbul’da köle pazarları kuran, dinci terörist IŞİD’le dost, kardeş ve işbirlikçilikten aldığı güçle, Osmanlı’nın hırsızlık, talan ve gaspçı hallerine özendi. “Emperyalist devlet” sevdasıyla, Kürt kırımı ve Kürdistan parçalarına işgal seferleri düzenlemeye başladı. Irak ve Suriye’nin güçten düşmüş hallerini fırsat bildi. IŞİD’le birlikte işgale, talana, yakıp yıkma seferine çıktı.

IŞİD’in gücünü yedekleyince, Osmanlı’nın hortlak ruhu kesildi. Yunanistan’ı işgale sulandı. Düne kadar beslendiği Amerika Birleşik Devletleri’ne, “emperyalist” haykırışlarıyla saldırmaya başladı. Bu naralarla, para ve askeri destek almak üzere, Rusya’ya  Çin’e yanaştı. “Kahrolsun Siyonizm” haykırışları ile İsrail’in üstüne yürüdü. Filistin’in dinci örgütlenmesi, Hamas’ın koruyucusu rolüne büründü. Müslüman Kardeşler (İhvan) iktidarını yıktığı için, Mısır Devlet Başkanı Sisi’ye “katil” dedi. İhvan karşıtı Birleşik Arap Emirlikleri’ni, kendisine karşı darbe hazırlamakla suçladı. Bıreh-bıreh, bir katilik salvosunu da Suudi Arabistan’a yöneltti.   

Yani Potamyalı Recep, çok fazla saf kan Türk’tü. Karikatürlerinde Nazi kokartlı ama Kuran’ın Arapçasını okuyacak kadar dindardı. Dünyayı titreten adam, öteki deyimle “asrın lideri”ydi. Polonya kapısına dayanmış Hitler gibi dünyaya posta koyuyordu. “Asrın lideri” olarak, her yana şantaj okları fırlatıyordu.

Ve de dibi delik pabuçlu çığırtkan işportacılık ve pazar artıklarıyla beslenerek geldiği günlerinden intikam alırcasına, “görkemci”ydi. Halkın vergilerinden oluşan “ülke hazinesi”nin anahtarı elindeydi. Oradan, ihtiyacı kadar değil dilediği kadar alıyor, kadim çağların Tiranlarını da aratan şekilde, görkeme bürünüyordu. Görkem içinde debeleniyordu. Ömür boyu sürecek saltanatı için, manzarasını beğendiği yerlere saraylar oturtuyordu. Osmanlı’dan kalma köşk, kasır ve saraylar ile bir filo uçağı, kullanıma hazır tutuyordu. Altın varaklı koltuklarıyla, Almanya Başbakanı Merkel’i kendine güldürüyordu.

İnsanlar aç, ekmek kuyrukları uzarken ve etten vazgeçtik, domates, biber bile seyirlik unsurken o, halkın parasıyla, saraylarda yüzlerce kişilik iftar sofraları düzenliyordu.

Tiranlık, böyle bir şeydir. Tiran olmak için önce cahil, utanma da bilmeyen görgüsüz biri olmak gerekir. Başka türlü tiran olunmaz. Ve devlet kasasından istemediği kadarını da alıyordu.

Ama her tiranlık ve faşist rejimin de bir sonu vardı. Erdoğan da bu sonu yaşayacaktı. Yaşadı...

Hırsızlıklar, talan ve lüks, görkem içinde debelenme, geride kalan ile de Kürt soykırımına yaptığı harcama, hırsızlar ve komisyonculara ödemeler sonucu, gün geldi kaynaklar kurudu. Kendini alemlerin efendisi sanan Erdoğan, dımdızlak kaldı. Londra bankerleri de para vermez oldu. Tam bu süreçte, burnu yere geldi. Önce “dostum” dediği Rus Vladimir Putin tarafından aşağılandı. Görkemli karizması yere düşürüldü. Çamura düşmüş izmarit gibi, ayak altında ezildi. Sefil düştü. Putin, onu kapısında bekletti. Ayakta kalmaktan yorulunca hademe sandalyesine çökerek içeriye alınmayı bekledi.  

Kendini beğenmişin karizması yoktu artık. Sefil haller vardı. Gelen vuruyordu. Sessizliğin sesiyle “ver elini öpim abi” diyen bir zavallı vardı. Ama düştüğü durum nedeniyle, intihar etmeyi asla düşünmeyen.

O arada Yunanistan’a şantaj ve tehdit, Avrupa Birliği tarafından karşılanıp kabadayılanmasının yolu kesildi. Kabadayılanma geri çekildi. Doğu Akdeniz’den ricat etti.

Bu kadarla da kalmadı, aşağılama. IŞİD’li katil ve tecavüzcülerle yaptığı Libya yığınağı, karşısına çıkan güç ile darmadağın oldu. Bunun üzerine, İsrail’e “ver elini öpim abi” deme adına, Hamas’ı sattı. İsrail’den sonra, Mısır’a yanaştı. Topraklarını işgal ettiği Suriye ve Irak’ın kapısını çaldı. Ancak, “önce, işgal ettiğin topraklarımızdan çekil” denilerek, kapı kilitlenince de Birleşik Arap Emiri’ni öpmeyi başardı.

Ama Suudi Arabistan’da fena halde aşağılandı. İstanbul Konsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı dosyasına karşılık, ülkeye giriş vizesi aldı.

Sonra, tarihte görülmemiş bir görgüsüzlük örneği ile akraba-i taallukatı toplayıp bütün avanesiyle dört uçak dolusu kişi ve en az 300 koruma ile Suudi Arabistan’a indi. Mısır devlet başkanını karşılayan Kral, onu karşılamaya vali yardımcısını gönderdi.

“Kimsenin kulak asmadığı” haberleri üzerine, Suudiler vaziyete açıklık getirdiler: “Biz, onu davet etmedik. Kendisi çıktı geldi.”

Erdoğan, bir kaç dolar koparmak için, görkemli bir gösteriyle çıkıp gitmişti. Suudi medyası, onu IŞİD’li kılıklı bir karikatürle karşıladı. Karikatürde, elinde dilenci “şerbiki” (tası ile...

Asrın lideri, sonunda, bu hallere düştü. Düşüş her faşistin kaderidir. Bu haller, başlangıcın ortalarıdır. Sefilliğin rezaleti başladı mı, sonu mutlaka gelir. Sonunda ne olacağı ise henüz belli değildir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.