Zayıf değiliz, çözümü arıyoruz
Dosya Haberleri —

Newroz Ehmed
- Yönetim ve hükümetler hep askeri darbe ve müdahalelerle devrildi ve yenileri ortaya çıktı. Fakat zihniyet değişmediği için, daha doğrusu bir siyasi kültür olarak sürekli devredildiği için her seferinde kendi sonunu getirdi. Bu zihniyet tarih boyunca bu coğrafyada kendi mezarını kazıp durdu. Bu yüzden de köklü bir zihniyet değişikliği zorunlu ve gereklidir.
- QSD ve Özerk Yönetim’e bağlı heyetlerimiz uzlaşma sağlanması, QSD güçlerinin orduya katılması gibi konularda çalışmalarını sürdürüyor. Ama bunun yanında her türlü duruma karşı hazırlıklarımız da sürüyor. Çünkü bahsettiğimiz gibi çok fazla tehlike var ve gördük ki bölge halklarımız için öz-savunma meselesi terk edilecek veya başkasına devredilecek bir mesele değil.
- Asıl ve doğru olan, demokratik esaslar üzerine kurulu bir uzlaşıya gidilmesidir.Bütün provokasyon ve baltalayıcı girişimlere rağmen biz çözüm için sonuna kadar açığız. Güçlerimizi provokasyonlara karşı elimizden geldiğince uyarıyoruz. Zayıf olduğumuz için değil, çözümü çatışma dışında aradığımız için dikkatli davranıyoruz.
ERDOĞAN ALAYUMAT
Suriye’de siyasi ve askeri gelişmeler yeniden kritik bir dönemece girmiş durumda. Mart ayında varılan entegrasyon anlaşmasının geleceği tartışılırken, Şam yönetiminin Rojava’daki tüm toplumsal bileşenleri bir araya getiren "Ortak Tutum Konferansı”nı gerekçe göstererek Paris görüşmelerinden çekilme kararı sahadaki dengeleri daha da kırılgan hale getirdi. Bu karar hem güvenlik risklerini hem de demokratik çözüm arayışlarının önündeki engelleri bir kez daha gündeme taşıdı.
YPJ Genel Komutanlığı Üyesi Newroz Ehmed, Şam’daki geçici hükümetin Türk devletinin istediği doğrultusunda Paris görüşmelerine katılmayacağını duyurduğuna işaret ederek, ''Açıkçası bugüne dek yapılan toplantılarda uzlaşı zemini yakaladığımız da oldu ama ne yazık ki dış aktörlerin geçici hükümet üzerindeki etkisi belirleyici oldu'' dedi. Hesekê’de yapılan Konferans’ın çok önemli olduğunu ve devamının da geleceğine dikkat çeken Newroz Ehmed, ''Suriye’nin geleceği için görüş ve önerilerimizi buluşturup birbirine yaklaştırmamız gerekir. Daha güçlü çözüm modelleri üretmemiz gerek. Konferans bu nedenle de ayrıca önemliydi’’ şeklinde konuştu. Son zamanlarda Şam ve Rojava yönetimi arasındaki ilişkilerin gerginleşmesiyle DAİŞ’in tekrardan ortaya çıktığını belirten Newroz Ehmed, ''Yalnızca bölgemizde değil, bölge dışında da örgütlenme ve harekete geçme imkanlarını arttırdı'' dedi.
YPJ Komutanı Newroz Ehmed, Yeni Özgür Politika Gazetesi’nin Paris görüşmeleri, Hesekê Konferansı, entegrasyon anlaşması ve güvenlik risklerine ilişkin sorularını yanıtladı.
Suriye hükümeti, Paris’te yapılması planlanan toplantılara katılmayacağını açıkladı ve görüşmelerin sadece Şam’da yapılması gerektiğini belirtti. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Şam’ın Paris görüşmelerinden çekilmesi, bu yılın Mart ayında Suriye Demokratik Güçleri ile yapılan entegrasyon anlaşmasının geleceğini nasıl etkiler?
Geçici Suriye hükümeti çok da güçlü durumda değil. Bu yüzden daha çok dışarıdan güçlerin baskısı altında hareket ediyor. Şu an kendini dışarıya kabul ettirmek için içerideki çelişki ve karışıklıkları bitirmiş, güvenli ve istikrarlı bir yapı olduğunun fotoğrafını vermeye çalışıyor. Açıkçası bugüne dek yapılan toplantılarda uzlaşı zemini yakaladığımız da oldu ama ne yazık ki dış aktörlerin geçici hükümet üzerindeki etkisi belirleyici oldu. Birçok kez üzerinde uzlaşılarak planlanan birçok şey, son dakikada müdahaleye uğrayıp gerçekleştirilemedi veya donduruldu, ertelendi.
Hükümetin de yeryüzündeki neredeyse diğer tüm devletler gibi bir anlayışı var; görüşme, toplantı ve çözümlerin kendi bölgelerinde ve kendi kontrollerinde gerçekleşmesini istiyorlar. Suriye’deki eski hükümetin de yaklaşımı böyleydi. Devletin sahibi olarak gücü kendinde toplamak istiyordu. Sanki biz onlara muhtaçmışız gibi, biz onların kapısına giderek çözüm aramalıymışız gibi dar yaklaşımları var. Çözüm için gerekenler doğrultusunda adım atmaktan ziyade bahsini ettiğim yaklaşım ve siyaset yapma biçimiyle hareket ediyorlar. Diğer yandan, dışsal faktörlerden bahsederken en çok Türk devleti üzerinde durmamız gerek.
Yapılması planlanan bu toplantının tarihi duyurulmadan birkaç gün önce, Türk heyetlerinin Suriye’ye alelacele ve çok sayıdaki ziyaretleri basına yansıdı. Ziyaretlerden sonra bu şekilde açıklamalar yapılmaya başlandı. Buradan, amacın çözüm ve uzlaşıyı engellemek olduğu anlaşılıyor. Eğer olacaksa da kendi dayattıkları koşullar altında olsun istiyorlar. Türk devletinin istediği şekilde olsun istiyorlar. Bütün bunların sonucunda geçici hükümet toplantıya katılmayacağını duyurdu. Oysa bu toplantı Suriye’de birlik, çözüm, güven ve ortak yaşamın sağlanması için önemli bir toplantıydı.
Şam geçici hükümetinin bu tutumu 10 Mart Mutabakatı’nı etkiler mi?
10 Mart’ta sınırları kalın hatlarla çizilmiş bir anlaşma yapıldı. Elbette ki bu anlaşmanın sekteye uğramasının etkileri olacaktır. Yalnızca biz ve Suriye’nin mevcut geçici hükümeti için de değil, Ortadoğu üzerine yapılan bütün planlara etkileri olacak. Dışsal faktörlerin siyaset ve yaklaşımları üzerinde de etkileri olacak. Bu anlaşmanın yalnızca QSD’nin kontrolündeki bölgelerde değil tüm Suriye’de; tüm şehirler, tüm inançlar, dinler, milletler ve kimlikler üzerinde etkileri olacaktır. Çünkü bizim çözüm için ortaya koyduğumuz plan ve projeler Suriye’nin demokratik dönüşümünü merkeze alıyor. Diğer yandan Türk devletinin de politikaları etkili. Mesele, Suriye’nin iç meselesi olmasına rağmen herkesten çok Türk devleti müdahalede bulunup dayatmacı bir tavır sergiliyor. “Küresel aktörler olmasın. Bölgesel aktörlerle çözülsün’’ veya ''Suriye’nin içindeki güçler kendi aralarında çözsün” diyorlar. Zaten kendi aramızda çözmemize müsade etseler bu daha doğru ve sonuç alıcı olur, ama buna da müsade etmiyorlar. Gördüğümüz üzere bu gibi erteleme ve sorunu derinleştirici yaklaşımlarla “iç savaş” adı altında bölge halkı arasında mezhepçilik ve milliyetçilik söylemleri üzerinden çatışmayı büyüttüler. Süveyda’da olan da buydu. Çelişki ve düşmanlıkları derinleştirdiler. Bu hiç kimseye fayda getirmeyecektir.
Hesekê’de düzenlenen Konferans’ta Kürtler, Dürziler, Aleviler ve diğer azınlıklar bir araya geldi. Bu toplantıda bölgede yaşayan hakların ortak geleceğine dair neler konuşuldu? Benzer toplantılara devam edecek misiniz?
Yapılan Konferans çok önemliydi ve devamı da gelecektir. Böyle çalışmalar sürekli olarak gereklidir. Sadece içinde bulunduğumuz süreç nedeniyle değil, Suriye’deki tüm bileşenlerin sürekli olarak bir araya gelmesi, kendi sorunlarını tartışıp çözebilmesi, bugününü çözümleyip geleceğini inşa etmesi için buna benzer konferansların her zaman yapılması, yapılabilmesi gerekir. Suriye’nin geleceği için görüş ve önerilerimizi buluşturup birbirine yaklaştırmamız gerekir. Daha güçlü çözüm modelleri üretmemiz gerek. Konferans bu nedenle de ayrıca önemliydi.
Konferans, bu anlamda önemli sonuçlar da ortaya çıkardı. Eğer herkesin haklarını ve iradesini içinde görebildiği demokratik bir Suriye yaratılamazsa savaş ve çatışma büyüyerek devam edecektir. Bu, Suriye’nin hiçbir bileşenine faydasına olmayacaktır. Dışsal faktörler tarafından kendi çıkarları için bölge halklarını kullanmak üzere dayatılan politikalar bir sonuçtur. Dolayısıyla biz Suriye’nin tamamındaki halklarımızın bu politikalara alet olmamasını, buna karşın halkların birbiriyle yakınlaşıp birbirini daha çok hissedip anlayacağı pratikler üzerine çalışmayı önemsiyoruz. Çözümün herkesi kapsaması gerektiğini düşünüyoruz.
Reuters’a konuşan Suriye hükümet kaynakları, Hesekê’deki forumun “bölücü figürleri bir araya topladığını” ve Mart ayında imzalanan entegrasyon anlaşmasını zayıflattığını iddia ediyor…
Bu çalışma daha çok Suriye’nin birliği, bileşenleri ve halkların bir aradalığını güçlendirmek amacına odaklanıyor. Geçici hükümet bunu bir gerekçe olarak duyuruyor, ama bunun gerçek bir sebep olmadığını gayet iyi biliyoruz. Daha önce de söylediğimiz gibi bunlar, dışsal faktörlerin gerekçe gibi öne sürdüğü şeylerdir. Fakat, bu Konferans onların öne sürdüğü gibi, daha önce yapılan anlaşmaya karşı bir çalışma değil. Çünkü anlaşmada Suriye’nin birliği için üzerimize düşen sorumlulukları yapmaya, çalışmalar geliştirmeye hazır olduğumuzu belirtmiştik ve bunun için çalışıyoruz.
Biz kendimizi Suriye’nin asli bir parçası olarak görüyoruz. Kendimiz hiçbir zaman Suriye’nin dışında veya Suriye’den ayrı görmedik. Konferans da bu anlamda değerlendirilmeli. Konferans, onların iddia ettiğinin aksine Suriye’nin birliğini merkezine alıyor. Onların ifade ettiği gibi, problemli kişi ve yapıları toplayıp görüşlerini öne çıkardığımız bir durum yok ortada. Bu doğru değil, çünkü katılımcıların tamamı Suriye’ye dair vatansever bağlılığını, Suriye’nin bütünlüğüne dönük niyet ve çalışmalarını ortaya koymuş, bunun aksini kabul etmeyen bir yerde duruyorlar.
Hesekê’deki Konferansı Paris’teki toplantının gerçekleşmesini engellemek için bir bahane olarak öne sürüyorlar. Zaten Paris’teki toplantıya gitme niyetleri önceden de yoktu. Çünkü halihazırda ortada toplantı sırasında onların ellerini güçlendirecek, işlerine yarayacak şartlar yok. Ya da onların ifadesiyle bu şartları göremiyorlar. “Biz hazır değiliz, yetkin değiliz, çözüm istemiyoruz” demek yerine “QSD ayrılıkçılıktan yana, bu yüzden onlarla masaya oturmuyoruz” diyorlar. Açıkçası bunun da bir formülü vardı. Çözüm için aracı olan taraflar vardı. Onlar da çözüm için irade gösterdiler fakat görüyoruz ki geçici hükümet buna da açık değil.
Paris sürecinden çekilme kararı, Suriye anayasasında mevcut yönetim modeliniz tanınmadan bir entegrasyonun mümkün olup olmadığı sorusunu yeniden gündeme getirdi. Tom Barrack’ın bazı ifadeleri oldu. Oysa Batı dünyasında başarılı federatif sistemler ve eyalet modelleri mevcut. Sizce bu sistemler Orta Doğu’da neden işlemez? Bu durum Kürtler açısından nasıl bir adaletsizlik veya sorun yaratıyor?
Yerel demokrasiye dayanan Özerk Yönetim modelinin yalnızca Kürtler için değil, Suriye’nin tamamında, tüm bileşenler için en doğru model olduğunu yıllardır savunuyoruz. Dünyanın birçok coğrafyasında buna benzer modeller var. Bizim önerdiğimiz çözüm modeli aslında ilk defa uygulanacak yeni bir şey değil. Bu modelde ısrarcıyız; çünkü halklara barış getirip sorunlara demokratik yollarla çözüm olabilecek, herkesin varlık ve iradesini mevcut siyasette ortaya koyabileceği model budur.
Tüm bölge ve farklılıkların aynı yöntem veya tek bir güç tarafından yönetileceği bir modeli de Irak’takine benzer bir modeli de çözüm olarak görmüyoruz. Daha önce Saddam ve Esad gibi birçok iktidarın sonunu getiren, Türkiye’de de “tek dil, tek bayrak, tek millet, tek renk” ifadesinde vücut bulan tekçi zihniyetin aşılması lazım. Ne yazık ki hala bölgemizde bu dar dogmatik ve tahakkümcü zihniyet hakim. Sanki bütün kimlikler katılırsa egemenlik zayıflayacak, parçalanıp dağılacakmış gibi bir anlayış var. Ama esasında tüm kimliklerin katılımının egemenliği güçlendirip pekiştireceğini anlamak gerekiyor.
O zaman egemenlik birleşik ve bütünleştirici olur, ordunun zoruyla değil. Bunu en iyi bu coğrafya bilir. Tarihe baktığımızda bu coğrafyaya her zaman askeri müdahale ve darbelerle hükmedildi. Yönetim ve hükümetler hep askeri darbe ve müdahalelerle devrildi ve yenileri ortaya çıktı. Fakat zihniyet değişmediği için, daha doğrusu bir siyasi kültür olarak sürekli devredildiği için her seferinde kendi sonunu getirdi. Bu zihniyet tarih boyunca bu coğrafyada kendi mezarını kazıp durdu. Bu yüzden de köklü bir zihniyet değişikliği zorunlu ve gereklidir.
Mevcut gerilim, sahadaki IŞİD tehdidi ve sınır güvenliği açısından nasıl bir risk oluşturuyor? Bu bağlamda askeri öncelikleriniz neler olacak?
Çelişkileri derinleştirip savaşı uzatarak bölgenin huzurunu bozan son gelişmeler DAİŞ ve diğer çete gruplarının güçlenmesi için bir zemin yarattı. Bunu, son zamanlarda saldırılarını artırmalarından da anlayabiliyoruz. Yalnızca bölgemizde değil, bölge dışında da örgütlenme ve harekete geçme imkanlarını arttırdı. Suriye ve Suriye’nin dışındaki birçok yerde DAİŞ ve benzeri yapılardan gözetim altında tutulanların serbest bırakılması, zaten birçok güvenlik açığı bulunan mevcut atmosferde çete yapılanmalarının büyümesine sebep oldu.
Bizim bölgemizde de bu yönlü bir tehlike mevcut. Çünkü halihazırda hapishanelerimizde birçok DAİŞ’li ve benzer çete gruplarının üyeleri mevcut. Kamplarda DAİŞ’liler ve yakınları tutuluyor. Bu nedenle de bölgemize dönük saldırılar yoğun bir şekilde öne çıkıyor. Güvenlik birimlerimizin artan bu saldırılara karşı verdiği mücadeleye odaklanması elbette ki farklı bağlamlarda güvenlik zafiyetlerine de kapı aralıyor. Dolayısıyla mevcut geçici hükümetin Suriye’nin tamamında hâkim olabileceği bir askeri güç yaratamamış olması; Serêkaniyê, Girê Spî ve Efrîn’in pozisyonu, ülke genelindeki parçalanmışlık, saldırı ve çatışmalar, Dürzî halkına dönük saldırılar, eski BAASçılarla girilen çatışmaların tüm bölgede olduğu gibi bizim bölgelerimiz üzerinde de etkileri oluyor.
Asıl ve doğru olan, demokratik esaslar üzerine kurulu bir uzlaşıya gidilmesidir. QSD ve Özerk Yönetim’e bağlı heyetlerimiz uzlaşma sağlanması, QSD güçlerinin orduya katılması gibi konularda çalışmalarını sürdürüyor. Ama bunun yanında her türlü duruma karşı hazırlıklarımız da sürüyor. Çünkü bahsettiğimiz gibi çok fazla tehlike var ve gördük ki bölge halklarımız için öz-savunma meselesi terk edilecek veya başkasına devredilecek bir mesele değil. Bu yüzden de sorunlar çözülmedikçe, mevcut durum değişmedikçe ve zihniyet dönüşmedikçe bizim için askeri anlamda hazırlıklı olmak bir zorunluluktur.
Türkiye ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan arasında devam eden barış görüşmeleri Suriye’deki gelişmeler ile bağlantılı olduğunu düşünüyor musunuz? Türkiye’nin, İsrail kaynaklı bölgesel tehdit karşısında Kürtlerle daha güçlü bir “iç cephe” kurmaya çalıştığı yorumları var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Rêber Apo’nun başlattığı süreç bölgede yaşanan sorunlar ve mevcut durumdan bağımsız değil. Bütün sorunlar askeri yöntemlerden ziyade diyalog ve demokratik yollarla çözülebilir. Dolayısıyla başlayan süreç savaş ve çelişkilerin derinleşmesinden bağımsız değil. Sürecin ilerletilmesi bölgenin tüm sorunlarının çözümü açısından olumlu olacaktır. Biz bu temelde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Görüşmeler sürüyor. Bütün provokasyon ve baltalayıcı girişimlere rağmen biz çözüm için sonuna kadar açığız. Güçlerimizi provokasyonlara karşı elimizden geldiğince uyarıyoruz. Zayıf olduğumuz için değil, çözümü çatışma dışında aradığımız için dikkatli davranıyoruz. Zaten Suriye halkı çok fazla bedel ödemiş, çok fazla kayıp vermiş bir halk. Bu yüzden savaşmak yerine uzlaşı ve barışçıl yollarla sorunlarımızı çözmek istiyoruz. Fakat bize dönük saldırılar artarsa da kendimiz savunmak bizim için vazgeçilmez temel bir haktır. Bu bizim savaşmak istediğimiz anlamına gelmiyor. Yabancı aktörler tarafından yönlendirilen kimi medya organlarının aktardığı gibi biz kimseye saldırmıyoruz, savaş ve çatışma istemiyoruz. Bunlar doğru değil. Biz bir koldan kendimizi savunmaya dair hazırlıklarımızı yaparken diğer koldan da süren görüşmeler ve ortaya çıkan çözüm ihtimalleri doğru bir sonuca ulaştırmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. QSD ve YPJ’nin de içinde olduğu komite ve heyetlerimiz güçlü bir uzlaşı için her türlü çabayı veriyor.
Diğer yandan bir uzlaşı sağlanırsa gerekli değişim ve dönüşümlerin ne olduğunu zaman gösterecektir. Bu da hemen kararlaştırılıp gerçekleşecek bir şey değil. Çünkü mevcut durum bunun o kadar da kolay bir iş olmayacağını gösteriyor. Anlaşılan, kısa bir süre içerisinde gerçekleşmeyecek. Bu çerçevede, mevcut pozisyonumuzu koruyup güçlendirmek zorundayız.
***
Kürtlerin durumu stratejiktir
Özgürlük Hareketi’nin geçmişte de çok defa barış ve huzur için hazırlık ve girişimleri oldu. Özellikle Filistin ve Lübnan’daki gelişmeler bölgedeki tehlikeyi tüm taraflara açık bir şekilde gösterdi. En çok da Türkiye’ye gösterdi. Sadece Suriye ve Türkiye için değil, tüm devletler için ortaya çıktı ki içerideki sorunlarını birliktelik ve uzlaşı halinde, kendi içerisinde çözebilenler dışsal ve küresel problemlere karşı da daha dirençli olabiliyor. Tıpkı Birinci ve İkinci dünya savaşında olduğu gibi, parçalayıp yönetme politikaları bugün de sürdürülmek isteniyor. Dolayısıyla bunu önden görüp sorunlarını kendi içinde huzur içerisinde tartışabilen, kendi içinde güçlenebilen; bünyesindeki tüm halk ve renklerin ortak ses ve ortak iradesiyle sorunlara karşı durabilenler, kendilerine dayatılan politikalara karşı direnç geliştirebileceklerdir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi dış aktörlerin kendi siyasetlerini dayatmalarını engelleyebileceklerdir. Dışsal aktörlerin zaaf ve boşluklardan faydalanmasını engelleyeceklerdir. Bu perspektiften bakılınca Türkiye’nin ortaya koyduğu yaklaşım akla uygun bir yaklaşımdır. Yalnız kendi ülken için istediğini başka ülkeler için de istemeli ve yapmalısın. Çünkü Türkiye tek başına bir güç olamayacak. Türkiye’nin güç olabilmesi Kürtlerin mevcut durumuna bağlı. Kürtler, bölgedeki dört devlette dağılmış durumdalar. Elbette ki birbirlerini etkileyecekler. Örneğin Türkiye’de Kürtlerin sorununun çözülmüş olması Suriye üzerinde de etkili olacaktır. Daha doğrusu etkili olabilmesi gerek. Türkiye’deki Kürt meselesini diyalog yoluyla çözüp Suriye veya Irak Kürtlerini ayrı ele alırsanız doğru ve gerçekçi bir siyaset yapmış olmazsınız. Bunu yalnızca Türkiye için söylemiyoruz, aynısını Suriye için de söylüyoruz. Türkiye ve Suriye’de bir barış ve bir arada yaşama durumu ortaya çıkarsa Kürtler Ortadoğu halklarının birlikteliği ve Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi için daha güçlü rol oynayabilir. Demokrasi zeminini yaratıp ileriye taşıyabilir. Oysa Türkiye devleti “Kürtler orada benim için tehlike yaratıyor. Kürtler orada herhangi bir kazanım elde etmemeli, Kürtler orada bulunmamalı” diyor. Suriye’de Kürtleri yok sayıp Türkiye’deki Kürtlerle süreç ilerletirsen bu siyaseten çelişkili olur. Böyle bir çözüm siyaseti olamaz. Dolayısıyla, elbette ki Türkiye’deki süreçle Suriye’deki süreç birbirini etkiliyor. Tüm Kürtleri özellikle etkiliyor. Bu yüzden Türkiye devleti şu anki söylemleriyle devam ederse kendi içerisindeki barış ve huzuru da sağlayamaz. Türkiye’nin yapması gereken, söz konusu dört devlette yaşayan Kürtlerin birbiriyle etkileşimini arttırmak, onları birbirine yaklaştırmaktır. Türkiye bölge devletlerinin Kürtlere karşı düşmanlık besleyip büyütmesine, ayrımcılık uygulamasına zemin yaratmamalı. Türkiye isterse böyle bir rol oynayabilir.







