"Güneşimizi Karartamazsınız" fedaileri anısına

Forum Haberleri —

.

.

  • Fedai eylemlerini duymuştum. Dörtleri okumuştum, şehit Berivan ve Ronahi’nin eylemlerini duymuştum; Önderliğin, "Özgürlük kolay olsa Berivan ve Ronahi kendini yakmazdı" deyişi çınlıyordu kulaklarımda.

Nejla ARİ

"Yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra raslantısal sonuçları, daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza bir şey geldiğinde, bulunduğumuz yerde çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık."

Bu kısa pasaj, Nobel edebiyat ödülü sahibi Josê Saramoga’nın körlük romanına ait… Kürt halkı açısından bu sözün doğruluğunu en iyi kanıtlayan tarihsel süreç, 9 Ekim 98’de, Önderliğe Suriye’den çıkmaktan başka seçenek bırakılmamasıyla başlayan devletlerarası komplo sürecidir.

O süreçte ateşten bedenleriyle Önderlik etrafında çember oluşturan fedailer, "Güneşimizi Karartamazsınız" eylemlerini yapmadan önce hiçte bu eylemlerin kesin, olası veya rastlantısal sonuçlarını düşünmeden yaptılar bu eylemleri. Onlar için eylemin her tür sonuçlarından çok kesin olan bir neden vardı. Bu neden Önderliğin fiziki imhasını amaçlayan büyük komplo gerçeğiydi. Komploya zemin hazırlayan eksik ve yetersiz yoldaşlık gerçeğiydi.

Muhakkak herbiri büyük birer düşünce eylemiydi de ama duyguların da birer düşünce dalgası olduğu düşünülürse daha çokta içte ve dışta Önderliğe dönük yanlış yaklaşımlara karşı Kürt halkında patlayan duyguların eylemiydi bu eylemler…

Önderlik ve özgürlük hareketi tarafından büyük anlam verilen, her zaman sevgi, özlem ve minnetle anılan "Güneşimizi Karartamazsınız" eylemcilerinin anıları hiçbir zaman unutulmayacaktır. Herbiri birer özgürlük meşalesi olan ve Kürt halkının tarihsel kollektif hafızasında her zaman yaşayacak olan fedailer, komplocu güçleri adeta yaptıklarına pişman ederek Önderliğe doğru yoldaşlığın timsali oldular.

Bunları yazarken, bugün de bu tarz eylemleri doğal veya olağan eylem tarzları olarak göstermeye çalıştığım anlaşılmamalıdır. Önderliğin fiziki imhasının hedeflendiği Olağanüstü koşullarda, Kürt halkının ve hatta başka halklardan en güzel ve fedakar insanların, kendi insiyatifleriyle Önderliği savunmaya yönelik her alana yaydığı olağanüstü bir direniş hamlesiydi o günlerde yaşananlar.

Tarihte böylesi bir eylem ve savunma tarzı başka hiçbir Halk Önderi için yapılmamıştır. Uç bir örnek olarak benzetmek gerekirse, türlü şekilde karikatürize edilişine ve tüm anlam çarpıtmalarına rağmen Hasan Sabbah ve fedaileri tek örnek olarak gösterilebilinir.

Yazması bugün dahi çok ağır olan bu cümleleri yazabiliyorsam, bu birazda benim de bu hamle de yer alışım ve 16 Şubat 99’da Londra’nın merkezinde bedenimde yaktığım ateşle Önderliği savunmak isteyişimden dolayıdır.

O günlerin unutulmaması ve "Güneşimizi karartamazsınız" eylemcilerinin anılarının yaşaması adına, beni yaptığım eyleme götüren duygulardan ve o günlerde yaşananlardan biraz olsun bahsedeceğim.

Önderliğin hain bir komplo ile kaçırılması ve TC devletine teslim edilmesi adeta sonun başlangıcı gibiydi. Akşam saatlerinde Yunan konsolosluğuna varışımızla İngiliz polisleriyle kıyasıya bir mücadele başlamıştı. Konsolosluğu işgal eden insanların akibetini bilmiyorduk. Bizler yanlarına gitmek istiyorduk fakat her yaklaşmamızda polisin korkunç şiddetiyle karşılaşıyorduk. Bir an beni sırtımdan tutup insanların üzerine fırlatmalarını anımsıyorum. Neyseki kimse ciddi yaralanmadan sabahı etmiştik. Bütün hukuksal talepleri görmezden gelinen, tüm insani hakları yok sayılan Önderliğin, Roja Reş dediğimiz o günde yani 15 Şubat sabahı tutuklandığı, TC devletine teslim edildiği açıklaması geldi. O an ne hissedeceğimi bilemedim. Kızılca kıyamet dedikleri bir andı benim için. Sanki tüm zamanın ve varoluşun durduğu hissi yaratıyordu. Anlamsızca etrafıma baktım sadece… O an gözüme başka toplumlardan, olanları bilmeyen ama anlamaya çalışan gözlerle bizi izleyen insanlar çarptı. 'Bunlar neden burada, ne yapıyorlar' dercesine garip gözlerle bize bakıyorlardı.

O an birşey yapmak gerek dedim. Fedai eylemleri duymuştum. Dörtleri okumuştum, Şehit Berivan ve Ronahi’nin eylemlerini duymuştum. Önderliğin, "Özgürlük kolay olsa Berivan ve Ronahi kendini yakmazdı" deyişi çınlıyordu kulaklarımda. Ve Mazlum Doğan ve Zekiye Alkan ve Sema Yüce ve Zîlan ve Berîtan ve eylemleriyle karanlığı aydınlatan daha nice kahraman gelmişti aklıma. Güneşe sevdalı evlatları vardı bu halkın ve bu duygularla ben de güneşimizi karartanların üzerine ateş olmak istedim.

Önderliğin Kürt halkının arasından koparılması demek Kürt halkının tüm özgürlük umutlarının yeniden karanlığa gömülmesi demekti.

Kolay değil, karamsarlığın kör karanlık mahzenlerinde zincire vurulmuş, unutulmaya yüz tutmuş bir halkı yeniden özgürlük şarkılarıyla halaya ve isyana kaldırmak. Önder Apo bunu başarmıştı. Ruhunda özgürlük şarkılarıyla halaya duran, yıllarca süren kanlı savaşta canla başla direnen hiçbir Kürt için kolay değildi o günler.

Geçmişe dair hafızam pek iyi değildir fakat o an hissettiklerim halen dün gibi aklımdadır. O karanlık günde umutlarını yani Önderlikle Özgür Kürdistan’da yaşama dair ümitlerini yitirmek üzere olan O insanların, halkımızın gözlerinde birşeyleri değiştirmek istedim. Zor günlerdi ve benim için de kolay olmadı bu kararı almak.

Tüm gün yaşanan kaos ortamında ve saatler geçtikçe Kürt halkı daha fazla Yunan konsolosluğu önüne akın ediyor, öfke büyüyor fakat polislerinde sayısı artıyor ve Kürt halkının öfkesi zamana yayarak dindirilmek isteniyordu. Oysa bu öfke dinmemeli, daha da büyümesi gerekiyordu…

Bu duygularla tüm gün boyunca kararlaşma süreci yaşadıktan sonra ertesi gün yani 16 Şubat günü yola koyuldum, şehrin içinde gerekli malzemeleri aramaya başladım. Gerekli malzemeleri alınca muhafaza edeceğim yere geldim. Yeniden eylem alanına geçtim. Kısa bir oyalanmadan sonra, ellerinde ağır silahlarla kuşanmış asker ve polislerin aralarına karıştığı ve engellemeye çalıştığı insanların konsolosluk kapısına doğru ilerlediğini gördüm. Tam bir kaos ortamıydı o an. Kolluk kuvvetlerinin sert müdahale edeceğini net görebiliyordum…

Tam o anda yapmalıydım yapacağımı. Koştum döktüm üzerime yanıcı maddeyi. Sırtımdaki ıslaklığı hissetmemle çakmağı sırtıma götürüp ateşledim. O an dünyanın en güçlü insanı bendim. Yanan ellerimle Zafer işareti yaparken, bedenimin eridiğini ama sanki bir Anka kuşu gibi ruhumun ise alevler içerisinde yeniden dirildiğini, özgürlüğe doğru kanatlandığını hissediyor ve gururla sloganlarımı atıyordum sadece. Tebessüm etmeye çalıştım ama eriyen dudaklarımla zor oluyordu bu. Etrafı izliyordum ve görebildiğim tek şey, insanların inanılmaz bir panik içinde oluşuydu. Bir ara yere uzandığımı hatırlıyorum. Onlarca insan bedenimdeki ateşi söndürmeye çalışıyordu. Bense sönsün istemiyordum. Sonsuza kadar tutuşsun istiyordum. Bir an bir polisin ellerimi sımsıkı tuttuğunu ve bana 'sen bir kahramansın' dediğini hatırlıyorum. Nedendir bilmiyorum; komploda rolü olan bir devletin bir polisinden bunu duymak daha da güç katmıştı bana. İngiliz polisi anlıyordu bizi diye düşündüm o an. Tam da o an Onca kızıl kıyamete rağmen şarkı söylemeye başladım. Panik halinde onca insan. Birşeyler yapan sağlıkçılar ve ben… Enerjim tükeniyor ama yine de fısıldıyordum bildiğim marşları, stranları…

O günkü koşullarda Önderliğin yaşam hakkını bu şekilde savunabilme gücünü gösterebilmek benim için halen büyük bir moral ve mücadele gerekçesidir. Önderlik ve "Güneşimizi Karartamazsınız" eylemcilerinin büyük emekleri ve fedakarlıkları sayesinde komplo boşa çıkarılmış ve Önderlik savunulmuştur.

Bugün için artık Önder Apo’nun özgürlük hakkını savunma ve bunun için mücadele etme zamanıdır. Mehmet Halit Oral şahsında tüm "Güneşimizi Karartamazsınız" eylemcilerinin anıları önünde saygıyla eğiliyorum…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.