Modayla manipülatif bir ilişkimiz var

Kültür/Sanat Haberleri —

Seda Yılmaz

Seda Yılmaz

  • Aslında modadaki sömürünün en büyük sebebi taşeron sisteminin varlığı. İngiltere'de satılan bir ürünün her bir parçası bambaşka üçüncü dünya ülkelerinde üretiliyor. Üretim hammadde ve işçiden kısmak için çok dağınık bir alanda gerçekleştiriliyor. Temel amaç daha ucuza getirmek. 

 

MIHEME PORGEBOL

"Giysiler Ne Anlatır" kitabının yazarı Seda Yılmaz'la moda sektörünün iç yüzünü, bireysel ve toplumsal yaşamdaki izdüşümünü konuştuk. Yılmaz moda sektörü için "Gelinen noktada moda sektörünün refleksleri dehşet verici şekilde hızlı. Bu yüzden de moda bizim zaaflarımızı sürekli besliyor diyebiliriz. Ama moda bizi sadece tüketime iten bir alandır da diyemem. Çünkü içinde zevkler var, yaratıcılık var ve en önemlisi de insanın kendini ifade etme biçimlerinden biri olarak da değerlendirilebilir" diyor. Peki bu sektör tasvir ihtiyacımızı nasıl karşılıyor? Bireysel ve toplumsal yaşamda ve hatta bu iki yaşamın iç içe geçtiği alanlarda nasıl konumlanıyor? Seda Yılmaz sorularımızı yanıtladı.

Bize modadan ve onun tarihsel süreç içerisinde kat ettiği yoldan bahseder misin?
Tarihsel olarak önce giyinmek vardı. Moda dediğimiz şeyin ortaya çıkışı sanayileşmeyle ortaya çıktı. İlk çıktığı dönem Avrupa'da üst sınıfları ilgilendiren bir şeyken endüstrinin yaygınlaşması, hammadde olanaklarının artıp ve pazar olanaklarının gelişmesi, üretim ve tüketimin daha seri bir şekilde gerçekleşmesiyle birlikte toplumun her kesimine sirayet etmeye başlıyor. Çünkü herkes giydikleriyle kimliğini yansıtmak, kendini anlatmak ihtiyacı hisseder. Bu sebepten de modayla ilişkileniyor. Bireylerin modayla ilişkilenme biçimi de üretim ve tüketim alışkanlıklarıyla birlikte değişiyor. 

Bu sektör endüstrileştikçe bir de sömürü boyutu arttı. 2013'te Bangladeş'te gerçekleşen Rana Plaza faciası sömürünün vardığı boyutları da ortaya çıkardı. Özellikle dünyanın gözü önünde yaşanan bu felakete rağmen tekstil ve moda sektöründeki sömürüye dair neden bir şey yapılmıyor?
Aslında Rana Plaza'dan sonra bir parça iyileşme oldu. Özellikle pandemi sürecinde uluslararası kurum ve örgütlerin markalara yaptığı baskılar sonucu bir dizi düzenlemeye gidildi. Başta Amerika'da canını dişine takıp bu alanda farkındalık oluşturmaya çalışan örgütler var. Sosyal medyada bir nebze de olsa bir farkındalık oluşturdular. Markaların üzerinde tekstil işlerinin haklarını gözetmeleri için baskı oluşturdular. Çünkü pandemi sürecinde büyük markalar fabrikalara verdikleri siparişleri iptal etmek istediler. O iptalin sadece fabrikaya değil bütün çalışanlara bir bedeli olacaktı. Ancak bahsettiğim örgütler bu markaları afişe ettiler. "Eğer siz bu siparişi iptal ederseniz, bu kadar tekstil işçisi de maaşından olacak" dediler. Bangladeş, Kamboçya gibi ülkelerdeki tekstil işçilerinin aldıkları maaşlar sadece hayatta kalmaya yetecek miktarda oluyor. Bir nevi kölelik ücreti, karın tokluğu... Bugün Türkiye'nin geldiği nokta da biraz ona dönüştü ama bahsettiğim bu ülkelerde bu düzen uzun yıllardır sürüyor. 

Türkiye boyutuna gelmeden evvel: Bu sistemin bu kadar vahşileşmesinin sebebi ne peki?
Büyük markaların ürünlerini taşeronlara ürettirmesi. Farklı farklı taşeronlara ürettiriyorlar. Aslında modadaki sömürünün en büyük sebebi taşeron sisteminin varlığı. İngiltere'de satılan bir ürünün her bir parçası bambaşka üçüncü dünya ülkelerinde üretiliyor. Üretim hammadde ve işçiden kısmak için çok dağınık bir alanda gerçekleştiriliyor. Temel amaç daha ucuza getirmek. 
Pandemi sürecinde bu duruma dair farkındalık bir nebze de olsa gelişti ve kimi markalar işçilerin temel haklarını asgari düzeyde de olsa gözeten anlaşmalara imza atmak zorunda kaldılar. Bu bir başarıdır. Bu başarının sosyal medyada konuyu sürekli tartışmanın çok büyük etkisi vardı. Çünkü markalar imajlarının bozulmasını istemez. Eğer işçisine zulmeden bir marka olarak tanınıyorsan bu moda sektöründeki markalar için de hayati bir sorundur. Dolayısıyla sosyal medyanın bu anlamdaki gücünün bilincinde olmak ve onu bu amaçla kullanmak gerekir. 

Türkiye'yle ilgili kısma gelirsek: Özellikle Antep, Batman ve Siirt gibi illerde tekstil sektörü çok gelişti. Ağrı'da da Belediye Başkanı Savcı Sayan büyük markaların o şehirde fabrikalar açacağını söylemişti. Az önce sözünü ettiğimiz ülkelerdeki korkunç şartların gelecekte Türkiye'de de görülmesi muhtemel midir? Ne dersin?
Kamboçya ve Bangladeş gibi ülkelerdeki durum Türkiye'den biraz farklı. Orada devletin sağlayabileceği iş imkanları yok denecek kadar az. Tekstil alanında kitleler halinde çalışılmasının sebebi de bu. Türkiye ekonomik gelişmişlik anlamında da o ülkelerle aynı kategoride değil. Aslında Türkiye gibi ülkeler markaların gözünde ara klasmanda bir ülke olarak görünüyor. Böyle bir konumda olunca markaların senden beklentileri de değişiyor. Üretim ve tüketimin hangi pozisyonunda olacağı da belirlenmiş oluyor. Markaları aklamak için söylemiyorum ama Türkiye gibi ülkelerde markalar imajlarını gözettikleri için ara ara denetimlere çıkıyorlar. Birkaç yıl önce Suriyeli çocuk işçiler buldular fabrikalarda. Türkiye toplumunda bu gibi durumlara karşı bir tepki olduğu bilindiği için en azından yakın zamanda Türkiye için Bangladeş'teki sömürü koşullarına benzer koşullar geleceğinden bahsetmek zor. 

Modanın beslendiği başka bir boyut da insanların beğenileri. Biraz bu konudan bahseder misin? Moda sektörü bir şey üretip piyasaya sunarken insana dair neleri baz alıyor?
Aslında moda kendinden menkul bir alan gibi görülüyor ancak öyle değil. Moda toplumsal ve politik gelişmelerle o kadar ilgili ki; mesela bugün insanların çevreye karşı bir duyarlılığı gelişiyor. Sürdürülebilirlik, veganlık gibi durumlarla insanlar bu bilinçlerini yaşamsal pratiklerine uygulamaya çalışıyorlar. Markalar da bunların bilincinde. Nike gibi daha önce işçi sömürüsüyle defalarca kez gündeme gelen bir marka ananas yapraklarından vegan spor ayakkabı üretiyor. Bireysel ve toplumsal bütün yönelim ve tercihler modanın ilerleyişini ve ürün yelpazesini belirliyor. Bunu çok da iyi bir şekilde yapıyor. 
Sektör, insanların yaşam koşullarına göre hızlı pozisyon belirliyor. Örneğin; pandemi sürecinde insanlar zamanın çoğunluğunu evde tayt ve eşofmanla geçirdiği için hem bu alana dönük markalar türemeye başlıyor hem de hızlı giyim markaları 'ev giysileri koleksiyonları' üretmeye başlıyor. Gelinen noktada moda sektörünün refleksleri dehşet verici şekilde hızlı. Bu yüzden de moda bizim zaaflarımızı sürekli besliyor diyebiliriz. Ama moda bizi sadece tüketime iten bir alandır da diyemem. Çünkü içinde zevkler var, yaratıcılık var ve en önemlisi de insanın kendini ifade etme biçimlerinden biri olarak da değerlendirilebilir. Bu anlamda da hakkını vermek gerekiyor. 

Bizim zaaflarımızı beslediğini söyledin. Hiç de masum olmayan kapitalist sistem içerisinde zaaflarımıza dair bu kadar hızlı refleksler geliştirebilmiş bir sektör, egemenler tarafından aynı zamanda toplumu kontrol etme aracı olarak da düşünülüyor mu?
Ben toplumu kontrol etme aracı demezdim buna. Fakat baktığımız zaman kitaplar bile bir hayat tarzının parçaları olarak sunuluyor önüne. Sen de hayat tarzını yansıtmak için bu ürünleri kullanıyorsun. Bizi kontrol etmiyor ama belirli açılardan kontrol edilmemize fayda sağlıyor. 

Şöyle bir örnekle soruyu biraz daha açabilirim: Bir yandan ABD askerleri çekildikten sonra Taliban kontrolüne giren bir Afganistan var. Taliban, dünya devletleri tarafından günden güne politik mesajlarla meşrulaştırılmaya çalışılırken diğer yandan da moda dergilerinde Taliban militanlarının kıyafetleri üzerine değerlendirmeler yapıldı. İkisini bir arada düşündüğümüzde sonuca dair bir paralellik görüyoruz. 
Evet, o konuda hemfikiriz. Sanırım Taliban'a dair ilk servis edilen fotoğraflar kıyafetlerine ilişkindi. Ayakkabılarından tut, giydikleri entari benzeri kıyafete kadar yorumlandı. Ben o tiplerin de seçilmiş olduklarını düşünüyorum. O fotoğraflar bana göre "Taliban artık eski Taliban değil" dedirtmek için bilinçli olarak servis edildi. Daha ılımlı bir Taliban fotoğrafı çizilmek istendi. Adamın elinde koca koca silahlar var ama biz kalkıp kıyafet kombinlerini okuyoruz. Bunun sosyal medyada komik bir şeymiş gibi tartışılması da abuktu. Çünkü ortada özellikle kadınlara ve kız çocuklarına zulmeden bir grup militan var ve biz onların kıyafetlerine bakıp bu yorumları yapmamalıyız. O adamlar birazdan bir kadını ya da çocuğu öldürecek ama bizim onların kıyafetlerini yorumlamamız istenerek gerçeklik sulandırıldı. 

Antoni Casas Ros "Uzun süre baktığın hiçbir şey çirkin değildir" der. Taliban'ın çirkinliğini de az önce senin bahsettiğin yorum ve değerlendirmeler üzerinden aslında normalleştirdik. Çirkinliğe dair kayıtsızlaştık. Moda sektörünün de çirkinlikleri bu tarz yorum ve değerlendirmelerle normalleştirip bunu kâr amacıyla kullandığını söylemek mümkün mü?
Kısmen söyleyebiliriz bunu. Çünkü bizi de çok edilgenleştiren bir yere koymak istemiyorum. Senden büyük her türlü sisteme karşı birey olarak senin de mücadele etme, seçim yapma, onu değiştirip dönüştürme gücüne sahipsin aslında. Modaya çok büyük anlam ve güç atfettiğimizde bireyin değişime katkısı olamayacakmış gibi bir sonuca varabiliriz. Fakat istediğimiz ve istemediğimiz şeylerle modaya biz de yön verebiliyoruz. Moda sektörüyle manipülasyon odaklı karşılıklı bir ilişki içerisindeyiz.

Peki tüm bunların toplamında, kitabının da ismine atıf olarak; giysiler bize ne anlatıyor?
Giysiler bize çok katmanlı anlamlar sunuyor. Bazen de hiçbir şey anlatmaz. Hiçbir şey anlatmadığı noktada bile aslında bir ifade barındırdığını düşünüyorum. Modayla hiç ilgimiz yoksa bile üzerimize geçirdiğimiz kıyafetle dışarıya kendimize dair bir şey söylemiş oluyoruz. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.