'PKK sonu gelmemiş bir roman. Ve güzel’ 

Kültür/Sanat Haberleri —

.

.

  • Kürt vardır demek bile 40 yıllık amansız bir savaşa bedel olmuştur. Kürdistan’ı kurmak bizden çok daha büyük bir savaşı istiyor. İşte bu hakikati bilenler durmadan yürümeyi başarabilenlerdir.

 

STARA EZDA

Soluksuz hayatlar vardır; gerçeği açığa çıkarmak tutkuları Gothe’nin "Işık, ışık! Biraz daha ışık" çığlığı gibi yankılanır hayatlarında. Kendinde tarihin oluştuğu insanlar vardır; şairin muazzam biçimde keşfettiği "Aramakmış oysa sevmek, özlemekmiş oysa sevmek" hakikati gibidirler. Sevmek durmadan aramak ve uğrunda her tür özleme katlanabilmektir burada. Her tür sevgi ve özlemi "aramak" şartı ile yaşamak, Kürdistan sevgisi gereğidir. Ülkemiz böyle yaşamayı emrediyor. Onlar, yaşadıkları her ne olursa olsun tarihsel toplum gerçeğine dönüşürler ve bilincindedirler bunun. Bu nedenle an be an bu hakikate göre yaşamak fikri onlara şah damarlarından daha yakındır. Fikir gücü onlarda nefesten önce gelir. Nefis muammasını böyle aşarlar. Bu hayatların gerçeği çok önceden teori, sanat ve felsefede açıklanmış hakikatlerdir.

Önderlik "PKK sonu gelmemiş roman ve de güzel" diye bir hakikati açıkladı. Bu hakikat, devrimde gerçekleşen yeni insan ve yeni yaşamın, yeni bir tarihin yaratıcıları olduğunu dile getiriyor. Tarih artık özgür Kürt insanının da sözü, eylemi ve hayatı ile oluşacaktı. Roman yazımının temel kriteridir: çağının eski ve yeni toplum-insan gerçekliğini açıklamak. Açıklayabildiği oranda edebiyat da ölümsüzlük değeri kazanır. PKK’nin sonu gelmeyen roman diye tarif edilmesi bu gerçeğe işaret ediyor. Kölelik ve sömürgeciliğe karşı, özgürlük ve özgür Kürdistan gerçeğinin, birey şahsında amansız savaşacağı demekti bu. Kötüler ve çirkinler bir tarafa, iyiler ve güzeller bir tarafa ayrılacaktı. Ayrıldık! Bu romanın "güzel" kısmı işte bu ayrılma kuvvetinde olan PKK’nin güzel insanına işaret ediyor. Güzel insanların güzel hayatları PKK romanının sonu gelmeyen büyüsünün başlangıç yeridir o nedenle. 

‘Bir inancın güzelliğinde sevdim seni’

İrfan Güler ve Sait Üçlü yoldaşlar, bu romanın bağlılıkta iyi ve güzel insan temsilleriydiler. PKK’ye "Bir inancın güzelliğinde sevdim seni" biçiminde bağlanmış iki yüce insan… Urfa’da sömürgeciliğe köle olan hain ve işbirlikçi Kürt gerçeğine karşı 'Özgür Kürt' gerçeğini, teslimiyetçi çizgiye karşı direniş çizgisini, özgür halk isyanını tüm hayatları boyunca temsil ettiler. Kürdistan'daki sömürgecilik gerçeği her Kürdün önüne ilk olarak "Nasıl yaşamalı?" sorusunu koyar. Mesele, nasıl bir yaşam meselesidir çünkü. "Nasıl yaşamalı" sorusu bu nedenle devrimde her başlangıcın temel sorusudur. Cevap açık: Özgür yaşam.
Özgürlük kendini yönetmek demektir ve Önderlik bunu "Kendimizi yönetme gücümüz var" diye açıkladı. Yani özgür yaşama gücümüz var. Özgür bir halk olmanın ön koşulu kendini yönetme gücüne kavuşmuş bireyi gerçekleştirmektir. Bir stranda bu hakikat "Hevalê bargiran im, endamê Kurdistan im" biçiminde dile gelmiştir. Kürdistan üyeliğinin şartıdır, ağır yük omuzlamak. Kendini yöneten birey özgürdür. Özgür birey özgür Kürdistan’dır ama bu amansız bir devrim yükünü taşımakla mümkündür. Bu nedenle şehitler ve direnişçiler gerçekleşmiş özgür Kürdistan’ın ta kendisidir. 

‘Her anı bir buluşmadır’
İbni Arabi "Varlık bir harftir ve sen onun anlamısın" der. Yani her insan yaşamı, inancı ve eylemi ile kendi anlamını kendisi oluşturur ve kendini kavramlaştırır. Sait Üçlü ve İrfan Güler yoldaşlar bu anlamda "PKK" kavramı içinde varlık kazanarak kendilerini PKK kavramı içinde anlamlandırdılar. Önderlik "Yaşam yaşanılmadan anlaşılmaz" der ve her yaşantıyı anlamlaşma olarak tarif eder. İrfan Güler ve Sait Üçlü Yoldaşlar her zaman yaşayarak anlamanın doruklarındaydılar. Bu anlam arayışının içerdiği fırtınayı Fuat arkadaş "Her anı bir buluşmadır bu koşunun ve durmak yegâne korkum" biçiminde formüle etti.
Çünkü gerçeği görmek tanrı ile güreşmek gibidir. Gerçeğe dokunmak dönülmez bir yola girmektir ve durmak gerçeğe ihanet etmektir. Gerçek size bir yol gösterir çünkü. Ya o gerçeğe göre yaşarsınız ya da yalan dünyaya aldanmayı seçersiniz. Aldanmak veya aldanmamak, bütün mesele budur. Hayat ki her zaman bu temelde bir seçimde bulunmak demektir. Siz mi hayatı seçiyorsunuz yoksa hayat mı sizi seçiyor? Burada, sistemin izin verdiği hayatı seçmekten bahsetmiyoruz -ki o seçmek değil, seçilmektir-. Yasaklanmış hayattan ve onun gerçeklerini seçmekten bahsediyoruz. Lakin, seçimlerimiz ne olduğumuzu ve ne olacağımızı belirlediği kadar, özgür veya köle olup olmadığımızı da gösterir. Gerçeği seçmek de bir o kadar zordur. Hatta gerçek çağımızda ateşin ta kendisi olmuşken gerçeğe yanmadan dokunmak mümkün mü? Ateşi seçmek, ateşten bir tarihin koşucusu olmak ya da olmamak? Soru budur ve bu soru Kürt gerçeğinde her Kürdün hayatının temel sorusudur. İrfan Güler ve Sait Elçi yoldaşlar bu sorunun cevabıdır. 

‘Ateşi Gürleştirin!’ çığlığı
Hakikat arayışında ilk eşik soru sormaktır; yani doğru soruyu bilebilmektir. Doğru soruyu sorabilenler ancak doğru cevabı bulabilir. "Olmak ya da olmamak?" Kürt gerçeğinde de en doğru sorudur. Yani Kürt gerçeği bu denli varoluş sancısı içindedir; var olacak mı, olmayacak mı? "Olmak" ise cevabınız buna göre "nasıl olmak, nasıl yaşamak ve nasıl savaşmak" soru ve cevaplarını kesin biçimde vermek zorundasınız.
Dörtler, "Su dökmeyin, ateşi söndüren haindir" diye haykırmıştı ateş çemberinin içinde kol kola yanarken. Hakikat böylesi bir an dışında kendini daha öte biçimde kusursuz cevaplar ile yansıtamaz. Kürdistan’da gerçek ateş içinde hakikatini gösterir. "Su dökmeyin, ateşi söndüren haindir" sözlerini o an ki alevler ve su ilişkisi olarak görmek gerçeği çok eksik, yarım bilmektir. Dörtler "ateş" derken PKK mücadelesinin yükseltilmesini kastettiler ve su dökmeyi mücadeleyi durdurmak olarak tarif ettiler. Her an, her eylem, her yaşam direnişte bir buluşma olmalıydı. Durmak en büyük korkularıydı. "Ateşi Gürleştirin!" çığlığı, gerçeği terk etmeyin çağrısıdır. Gerçeği terk etmek bizi öldürecek tek şeydi çünkü.

Kürt olmak…
Büyük PKK devrimcileri İrfan Güler ve Sait Üçlü, işte her anı bir buluşma olan ve en büyük korkuları durmak olan ölümsüzlerdendiler. Onları anlatmak kolay değildir. Kolay değildir gerçeğin sadık koşucularının gerçeğini anlatmak. Her şey, nefes almak bile burada bir direniş demektir. Kürt olmak ve Kürdistan olmak bu çağın kıyametidir çünkü. Nedir bu kıyamet? Dünya devletler sistemi senin yokluğun üzerine kurulmuş. Yok edilmişleriz biz. İşte bu yok edilmişliği var etmek kıyamete denk bir dünya savaşını vermeyi gerektiriyor. Kürt vardır demek bile 40 yıllık amansız bir savaşa bedel olmuştur. Kürdistan’ı kurmak bizden çok daha büyük bir savaşı istiyor. İşte bu hakikati bilenler durmadan yürümeyi başarabilenlerdir. Durmanın neden en büyük korkuları olduğunu buradan anlıyoruz. Durmak Kürt ve Kürdistan’ın yok olmasıdır çünkü. Bundan daha büyük korku olabilir mi? Cesaretin burada güneş kadar yakıcı olması bundandır. 

40 yıllık ateşten koşucular
İşte yürüyüşlerinin Kürdün ayaklanışı, nefeslerinin Kürdistan’ın nefesi olmasının nedeni budur. Bir kıyamet koparıcısı olmak ve kıyameti yönetmek amansızdır. İrfan Güler ve Sait Üçlü yoldaşlar Hilvan-Siverek direnişi, 12 Eylül direnişi, Kuzey demokratik alan siyaseti, gerilla yaşamı ve PKK roman yazıcıları olarak kadim Kürdistan'ın son 40 yıllık ateşten tarihinin koşucularıydılar.
Heval İrfan emek, mütevazilik, bağlılık timsaliydi. Derviş gibi bir hırka bir lokma felsefesi ile yaşadı. O her zaman, her şart altında ezilen sınıf ve yoksul halk gerçeğine göre yaşamayı seçti. Anlamlandırma gücü muazzamdı. Spinoza’nın "Anlamak Özgürlüktür" sözlerinin ta kendisiydi. Her zor ve kaotik zamanı öngörü ve anlamlandırma gücü ile karşılardı. Bu nedenle yaşamı, savaşı, gerçeği yorumlama yeteneğiyle berrak bir düşünce gücü kazandırırdı bulunduğu ortama. Sabır onun karakterinin temel özelliğiydi. Çünkü, hakikati hiçbir şeyin karartamayacağına muazzam inanırdı. Yaşadıklarını, tarihini ve direniş gerçekliğini asla bir farklılık olarak görmedi, öyle de yansıtmadı kimseye. PKK'ye bugün katılan biri karşısında bile çok mütevazi, eşitlikçi ve demokrattı. Cenaze töreninde gazilerin, yeni katılan arkadaşların yoğun biçimde katılması herkesi çok şaşırtmıştı. Bu kadar yoğun bir emek isteyen bir romanın yazarlarındanken bu kadar çok arkadaşla ilgilenmişti. Zaten çok söylerdi: "Benim yapacağım en iyi çalışma genç arkadaşlarla ilgilenmek olacaktır." 
Heval Sait Üçlü, devrimci kimliği aydın ve entelektüel niteliklerle yetkinleştirme örneğiydi. Sayısız yazılar, kitap ve broşür çalışması oldu. Direniş kadar devrim teorisi ve edebiyatının oluşmasında da öncülük rolünü oynadı. O, Gramsci’nin 'Aydının Rolü ve Görevleri'nde söz ettiği "Her tür dehşet anında kendini kaybetmeyecek aydın" karakterini devrim içinde temsil etti. En şiddetli anda bile soğukkanlı kalabilmesi onun zihin dünyasıyla ilgiliydi. Ancak Sait Üçlü yoldaşın politika üretme özelliği de ç ok yetkindi. Pratik politikaya çok hâkim bir yoldaştı. Sait Üçlü ve İrfan Güler arkadaşlar emekçi ve mütevazi kişilikleriyle birbirlerine çok benziyorlardı. Roman çalışmasında iki ayrı bedende bir ruh gibi çalıştılar. Yoldaşlık sevgisi ve ilişkileri hepimize örnek oldu. Birlikte Hilvan-Siverek direnişinde devrime adım attılar, birlikte 12 Eylül vahşetine karşı direndiler, birlikte PKK romanını yazdılar ve birlikte şahadete yürüdüler. Şimdi birlikte aynı gökyüzünün altında sonsuzluk yolculuğundalar. 

Onlar için denmiş sanki;
‘’Yaşadım birkaç bin yıl, acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimizde.’’

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.