29 Haziran ve sembolleri tersine çevirme

Forum Haberleri —

  • 29 Haziran’da hesap edilmeyen şey, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın iradesi idi ve bu irade, 29 Haziran’ı “yargılayanın” yargılanmasına dönüştürmüş, bu pratiği ile de Kürt’ün tarihten, bilinçten, hafızadan bihaber olmadığını göstermişti.

DOĞAN AMED

Zaman ve mekan insanlığın varoluş düzlemidir. Mekanı ve zamanı anlamlandırmak hayata dair söz söyleme iddiasındaki insanın çıkış noktasıdır; düşünmenin, harekete geçmenin esasını bu anlamlandırma çabası belirlemektedir.

Kendini tanımak, esasında zamanı, mekanı ve hayatı tanımaktır; hayatta karşına çıkan zorlukları aşmak kadar, bunlarla var olmak, anlamlandırmaktır, kendini. Eyleyerek hakikatine varmaktır. Sadece bireyler için değil, toplumlar açısından da bu yalın gerçeklik geçerlidir. 

Tarih boyunca tüm egemenler ve özel olarak da kapitalist modernite ürünü ulus devletler, egemenlikleri altında tuttukları halkların zamana ve mekana dair hakikatini çarpıtmak ve algılarını yönetmek için türlü yöntemlere başvururlar. İnsanı tanınmaz hale getirmek, sunulan veriler dışında bir şey görmemesini, duymamasını, konuşmamasını ve düşünmemesini sağlamak en başta gelendir.

Türk egemenlik sistemi 19. yüzyılın sonlarına kadar feodal görünüm arz ederken egemenliğini kaba zor ve kimi ideolojik-dini söylevler ile sürdürüyordu. İttihat ve Terakki hareketi ile derinleşen “modernleşme” çabaları Türk egemenlerinin kapitalist modernitenin hem siyasal yöntemlerini ve hem de sembolleri yaygınca kullanma kültürünü de geliştirdi.

Geçmişi İttihat Terakki’ye dayanan “Türklük Sözleşmesi”, “Güneş dil teorisi” ve Kemalist tarih tezi bu coğrafyada yaşayan halklara ait mezarlara varıncaya kadar, tarihi ve toplumsal değerleri tahrip ve tahrif ederek, herkesi Türkleştirmeyi hedefledi. Bunun için onlarca halk-kültür-dil ve inanç grubu siyasal, kültürel-dilsel, dinsel ve ekonomik katliamlardan geçirildi, milyonlarca insan katledilerek, coğrafya bir çöle çevrildi. Katliamlar sonrası, isimlendirmeler, kavramlaştırmalar, semboller yaratılarak, bunun bir “kültür” haline gelmesi sağlandı.

Kürt coğrafyasının yeni baştan isimlendirilmesi, Kürt önderliklerine olumsuz sıfatlar takılması, sonraki saldırılarını bu katliam günlerine denk gelecek zamanlarda yapması, ortaya çıkan direnişlere sürekli bu günleri hatırlatacak biçimde yaklaşması, bu kültür ile alakalı olarak gelişti.

Türk egemenlik sistemi, günümüzde de bu çabasını derinleştirerek sürdürmekte ve bir yandan tarihsizleştirerek, köksüzleştirme bu olmadığında halkları-toplumları tarihteki katliamlarla tehdit etme, sindirme çabasını belirgin bir siyasal mesaj olarak öne çıkarmaktadır. Örnek olsun: 29 Haziran 1925 böylesi bir tarihsel sembolizm olarak Türk egemenlerinin en çok kullandığı tarihlerin başında gelmektedir.

29 Haziran, 1925

Bir ihanet sonucu esir edilen Şeyh Said ve 46 halk önderi, göstermelik bir yargılama sonrası, bugün Dağkapı olarak bilinen, Amed surlarının hemen dibinde, eski Ermeni mezarlığının olduğu bölgede (ki o mezarlık Ermeni katliamı sonrası mezar taşları kırılarak düzleştirilmiştir) 28 Haziran’ı 29 Haziran’a bağlayan gece göstermelik bir ’’yargılama’’ sonucunda idam edilirler.

“İdamları yerinde izlemek için yerli ve uluslararası basının yanı sıra onlarca ülkenin büyükelçilikleri temsilciler, elçiler göndermişlerdir” (Doza Kürdistan-Kadri Cemil Paşa) idamlar kayıt altına alınarak, 29 Haziran tarihi, hegemonik sistemin şahitliğinde Türk egemenleri tarafından, Kürt’e reva görülen soykırımın sembolik ifadesi kılınırken; Kürt toplumu, isyanın öncüleri şahsında bir mezar taşından dahi yoksun bırakılarak yok edilmek istenir.

Ardı sıra gerçekleşen Lozan Anlaşması ile Kürdistan, kapitalist hegemonyanın öncülüğünde 4 parçaya bölünür. 4 parçaya bölünen Kürdistan Türk egemenliği tarafından işgal ve ilhak edilir. 1940 yıllarına dek, Kürdistan’ın dört bir tarafında bu soykırım uygulamalarına karşı direniş olsa da, sonuç alıcı olamaz.

İsyanlar sonrası sömürgeciliğin tüm uygulamaları, kurum ve kuruluşlar, Kürt halkının dil-kimlik-kültür kıyımına uğratılarak, karşıtına dönüşmesi amacına uygun olarak çalıştırılır.

İsyanların kanla bastırılması, toplumsal öncülüğün yok edilmiş olması ve Türk sömürgeciliğinin Kürtlük adına var olan her şeyi kırımdan geçirme politikalarının sonucu olarak, Kürt toplumu her geçen gün toplumsal vasıflarını, halk olma özelliklerini yitirmeye, karşıtına dönüşmeye başlar.

Bu andan itibaren Kürt; dalga geçilen, hakaret edilen, alavere-dalavere ile her türlü işe koşturulan, dilsiz-kimliksiz ve tanımlanamayan bir “varlık” haline gelir.

1970 ortalarında PKK’nin ortaya çıkması ve yaşanan büyük direniş sonrasında Kürt siyasal iradesi yeniden oluşturuldu. PKK öncülüğündeki bu direniş sonucu Kürt toplumu yeniden kimlik kazanırken, askeri-siyasal-sosyal-ideolojik kurum ve yapılarıyla Türk egemenlik sistemini reddeden, bir ulus olarak dünya ulusları nezdinde kendi özgür gelişimini esas alan bir kararlılığa ulaşır. 

Mezara konulup üzeri betonlandığı söylenen Kürt’ün bu dirilişi karşısında, hegemonik güçler ve Türk sömürgeciliği bir kez daha harekete geçti; 15 Şubat 1999 yılında, Kürt halk Önderliği, başını ABD-İngiltere ve Almanya’nın çektiği ve onlarca devletin dahil olduğu ‘Uluslararası Komplo’ ile Türk devletine teslim edilerek Kürtler tekrar yok oluş sürecine alınmak istendi.

29 Haziran 1999

Uluslararası komplo ile tutsak edilen ve İmralı tecrit rejimi içerisine alınan Kürt Halk Önderi, tiyatro olmaktan öteye gitmeyen hızlandırılmış bir “mahkeme” ile 29 Haziran 1999 günü “idam” cezasına çarptırıldı. “Kararın” 29 Haziran gününe denk getirilmesi, “karar” günü, tüm basın-yayın kuruluşlarının mahkemeyi canlı vermesinin sağlanması, komploda yer alan ülkelerin temsilcilerinin mahkemeye davet edilmesi-kimilerinin sözde “gözlemci” olarak yer alması özel olarak seçilmişti ve bunda bir amaç vardı; bir kez daha Kürt’e 1925 29 Haziran’ı hatırlatılıyor, bir kez daha Kürt’ün yerinin darağaçları olduğu belirtiliyordu.

Kürt önderleri şahsında, geçmişte Kürt halkına ne yapıldıysa aynısının yapılacağı söylenen 1999 29 Haziran’ı işte böylesi bir arka plan ile sahnelenmişti. 29 Haziran “kararı” ile Kürtler, sindirilmek, umutsuzluğa sevk edilerek iradeleri kırılmak, inanç ve umutlarından koparılmak ve tarihten silinmek isteniyordu.

İmralı ve 3. Doğuş

Ancak 29 Haziran’da hesap edilmeyen şey, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın iradesi idi ve bu irade, 29 Haziran’ı “yargılayanın” yargılanmasına dönüştürmüş, bu pratiği ile de Kürt’ün tarihten, bilinçten, hafızadan bihaber olmadığını göstermişti.

Kürt Halk Önderinde ifadesini bulan Kürt’ün iradesi bununla da yetinmemiş, 23. yılına giren insanlık tarihinin en vahşi ve kaskatı tecrit işkencesine rağmen, kendisini zamana ve koşullara uyarlayarak gelişimini sürdürmüş; kesintisiz bir direniş ve mücadele ile Ortadoğu sahasında ve uluslararası sistemin tüm politik ve stratejik hesaplamalarında dikkate almak zorunda kaldığı bir güç olmayı başarmıştı.

Kürt Halk Önderi, kendi deyimi ile bu tarihi süreci yeni bir doğuş olarak tanımlamış, Kapitalist modernite ve onun gayri meşru çocuğu ulus devletin sahtekarlığını ve toplum karşıtlığını yargılamakla kalmamış, demokratik modernite paradigmasını geliştirerek insanlığa ve tüm ezilenlere alternatif bir gelecek sunmuştu.

Bu doğuş ile insanlığın hapsedildiği ulus devlet cenderesi zihinlerde yıkılırken, paradigmanın adım adım inşası Kürdistan da somut olarak hayata geçirilmeye başlanmış, Mexmûr, Rojava, Şengal tüm insanlık için bir vaha olmuştu.

‘Anlamak Adalettir’

“Tarih Günümüzde Gizli, Biz Tarihin Başlangıcında Gizliyiz” sözü boşa dile gelmiş değildi. Bu söz, Kürt Halk Önderi tarafından yaratılan Kürt toplumsallığının tarih-toplum ve gelecek bilincinin dile gelişiydi: Türk egemenlik tarihi, nasıl ki, sembolleri kullanma, bunlara göre hareket etme tarihi ise Kürt halkının da bunu bilmesi, buna göre hareket etmesinin kaçınılmaz ve gerekli olduğunun ifadesiydi.

PKK’nin ortaya çıkış, mücadele ve gelişimine bakıldığında, bu durum çok açık olarak görülebilmekteydi. Örnek olsun: ne 27 Kasım rastgele bir tarihtir, ne 14 Temmuz, ne 15 Ağustos; ne PKK’nin Newroz partisi olduğuna ilişkin, ne tarihsel intikam hareketi olduğuna dair belirleme rastgele sözler değildi; hepsi de derin bir tarih bilinci ve gelecek perspektiflerinin sonucuydu.

Nitekim 15 Şubat ve 29 Haziran günlerinin neden seçildiğini, bu günlerin Kürt toplumu için ne anlama geldiğini engin tarih bilinciyle ortaya çıkaran Kürt Halk Önderi, buna karşı nasıl davranılması gerektiğini de kendi duruşu ve yaşamıyla göstermiş ve anlaşılmasını istemişti. 

***

PKK’nin ilk çıkışından beri ama özellikle son 23 yıldır kapitalist modernitenin ve hegemonik güçlerin saldırıları esas olarak demokratik modernite paradigmasınadır ve 2 ayı aşkındır Medya Savunma Alanlarına gerçekleştirilen saldırılar da bundan bağımsız değildir.
Bu saldırılarda görülmesi gereken bir diğer yön ise şudur: Garê işgal saldırısı 10-20 Şubat tarihinde gerçekleştirildi, şu anda devam Zap-Avaşîn-Metîna saldırıları ve tüm Başûr Kürdistan’ın işgalini hedefleyen saldırı 24 Nisan’da başlatıldı ve Haziran sonuna dek sonuç alınmak isteniyor… Burada sömürgeciliğin Kürdistan özgürlük hareketine ve Kürt halkına verdiği mesaj açıktır; komplo, soykırım ve dara çekilme!

Türk devleti, her üç tarihte de bu tarihleri bilerek seçmiş ve kesin sonuç almak istemiştir.

Bugün de yaptığı-yapmak istediği budur; 2021 Şubat ayından beri, gerek direnişin öncü kadrolarına dönük gerçekleştirdiği saldırılar, gerekse de gerillaya yaptığı imha harekatlarının böylesi bir amacı vardır. Bu tarihlerde saldırıya geçerek, hem kendi tarihine bir kez daha “zafer” yazdırmak ve hem de Kürt halkına geçmişte yaşattığı travmayı bir kez daha yaşatmak istemektedir.

Ne yapmalı?

Geçmişin olumlu-olumsuz olması kuşkusuz ki önemli, ancak daha önemlisi, toplumların geçmişten çıkarılan dersler ışığında kendilerine bir gelecek perspektifi oluşturması ve bunun için savaşmasıdır. Bu, kimi zaman bir tarihi tersine çevirmek, kimi zaman egemenlerin elinde olan bir sembolü işlemez kılmak, kimi zaman da kendi sembollerini yaratmaktır. Kürt Özgürlük Hareketinin bugün yaptığı tam olarak budur; Kürt’e dayatılan sembolleri tersine çevirme ve sömürgecilik için bu tarihleri “zafer” değil, bir travma haline getirmek!

Özgürlük Hareketinin ilk gününden bu yana kat ettiği izlek dikkatli biçimde takip edildiğinde, bunu rahatlıkla görebilmek mümkündür; gerek Garê saldırısında, gerek 24 Nisan’dan bu yana sürdürülen imha-işgal saldırılarının, sömürgecilik için bir bataklık halini almasında bunu görebilmek mümkündür. Mümkün olan bir şey daha vardır: Sömürgeciliğin yıkılması, Kürt Halk Önderinin özgürleşmesi ve özgür Kürdistan’ın gerçekleşmesi...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.