41 yıllık ama yeni

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • 41 yıldır sıcak para girişlerinin kesintiye uğramasıyla, iktidarların yıkımı ve yoksulluğu pazarlama girişiminin adı bu yeni ekonomi politikası.

Türkiye sokaklarında mitingler ve hak arayışları için muazzam bir hareketlenme var. “Geçinemiyoruz” diyerek çarşı pazar gezen, Pazar günü İstanbul Kartal’da miting ve yürüyüş düzenleyen işçi sendikaları ve siyasal partiler bir yanda, öğrencilerin “barınamıyoruz” diyerek başlattıkları parklarda yatma ve sokaklarda basın açıklamaları yapma eylemleri ve yaşadıkları şiddet diğer yanda.

Hukuksuzluğun en somutlaşmış halleri sokakları esir almışken, hapishanelerdeki kadınlar da bu şiddetten payını savaş hukukunda bile kabul edilmeyecek tutumlarla yüz yüze gelerek alıyor ne yazık ki.

Gözümüzün önünde susturamadıkları kadınları öldürmeye devam ediyor eril iktidar, eril devlet; hem evde hem sokakta hem de gözetimin somut mekanı olan hapishanelerde.

Kadınların bu hayatta kalma mücadelesine, birbirlerini destekleme ve birbirlerinin sesi olma girişimlerine de aynı şiddetle yanıt veriyor, boğmaya çalışıyor.

Türkiye gündemi “geçinemiyoruz”, “barınamıyoruz” ve “ölüyoruz” çığlıklarıyla ve yaşam mücadelesinin en politize olmuş haliyle dolu.

Bu çığlıklar, Erdoğan’ın “yeni” olduğunu iddia ettiği bir ekonomi politikasına geçiş sürecinin sonucu ve nedeni.

Erdoğan, bir türlü yerinde tutamadığı türk lirasının değerinin yabancı paralar karşısında düşmesini bir ekonomi politikası olarak satmaya başladı.

Kısacası “Avrupa’nın Çin’i olmak” cümlesinde özetlenen bir söylem yeniden yaygınlaşmaya başladı. Kısaca sıcak para girişlerine dayalı büyüme sürecinin sonuna gelindiği; spekülatif paranın Türkiye’ye girmesini sağlayan yüksek faizlerin dini referansları da işin içine sokan söylemle “artık” kabul edilemez olduğunu ve TL’nin düşük değeriyle ihracatın arttırılmasının hedeflendiği, bunun için de düşük ücret, düşük üretim maliyetlerinin mümkün kıldığı düşük fiyatlı ihracat malları satışının artmasına dayanan bir modelden bahsediliyor.

Bu model oldukça eski. 1980 darbesinin asli nedeni olan 24 Ocak kararlarında da benzer bir yaklaşım vardı.

O dönemlerde yine üst üste yapışan devalüasyonlarla TL’nin değeri düşürülmüş, yüksek enflasyon ile çalışanların reel ücretleri düşük seviyelere çekilmiş ve ihracat mallarının değeri düşük tutularak iç pazara değil, dış pazarlara yönelik üretime destekler verilmeye başlanmıştı.

O dönemki koşullarda bile ekonominin enerji ve üretimin teknoloji ağırlıklı ürünleri için “dışa bağımlılık” yani dışarıdan mal alma gerekliliği nedeniyle sadece ucuz emeğe dayalı tekstil ve gıda ürünleri gibi sektörlerde ürünler, yurtdışı pazarlara satılabilir hale gelmiş ve rekabetçi olarak değerlendirilmişti. Ucuzlaştırılan ve güvencesizleştirilen emek gücü kapasitesini ise yabancı yatırımcılara bir cazip teklif olarak sunmaktan geri kalmamıştı hükümetler.

O dönemden bu döneme bakarak bu modelin yeni olmadığını da, başarısızlıklarını da, halkı geniş ölçüde yoksullaştırmaktan başka bir işe yaramadığını görecek kadar bilgimiz de var.

Çin’e baktığımızda ise bu modelin aslında günümüzde doğru bir tanımlama olmadığı da aşikar hale gelecek.

Neden Çin modeli? Bu kısa yazının konusu olmamakla beraber, Bangladeş modeli olarak tanımlamanın daha doğru olduğunu ifade edeyim.

Zira Türkiye hem tohumlar üzerindeki uluslararası anlaşmalar hem de ekolojik yıkım nedeniyle kendi tarımsal kapasitesini bile önemli ölçüde kaybetmiş, geçmişten çok daha büyük ölçüde döviz kuru değeri ile üretim maliyetlerini yükselten bir ülke olarak, sadece daha da güvencesiz, geleceksiz ve daha da yoksul bir işçi sınıfını rekabetçi güç olarak dünyaya pazarlamaya niyetleniyor.

Gerçekten dünyada en uzun çalışma saatleri ile rekor üstüne rekor kırıyor. İşçilerin çok önemli bir kısmı asgari ücretli durumda olmasıyla da.

Bu haliyle markaların, dünyanın dört bir yanına uzanan üretim zincirlerinin en korkunç şartlarla üretim yapıldığı Bangladeş ve benzeri ile rekabet edebilir durumda.

Bangladeş modelini, 2013 yılında içindeki ünlü markaların fasonlarının olduğu atölyeler çalışırken çöken ve 1138 işçinin hayatlarını kaybetmesine neden olan Rania Plaza felaketi ile somutlaştıralım.

Coğrafi olarak bu ülkelerin aslında Çin’in Çin’i olarak değerlendirilebileceğini düşünüyorum.

Ne ekonomi modeli yeni, ne yaratacağı bir başarı var bu modelin.

41 yıldır sıcak para girişlerinin kesintiye uğramasıyla, iktidarların yıkımı ve yoksulluğu pazarlama girişiminin adı bu yeni ekonomi politikası.

Her seferinde daha çok canımızı yakan, kar uğruna ekolojik yıkımı ve cinayet düzenini getiren; bunları örtmek için ise iç ve dış düşman demagojisine sarılmaktan başka bir anlamı yok. Hayır, karnımız tok. Avrupa’nın Bangladeş’i de, Çin’i de olmayacağız; sermayenin kar hırsı uğruna ölmeyeceğiz! 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.