9 Ekim komplosu niye gerçekleşti?

Dosya Haberleri —

Roma yürüyüşü/foto:AFP

Roma yürüyüşü/foto:AFP

  • 1998'de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan sıkça, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği uluslararası bir komplodan söz ediyordu. 9 Ekim’di, o akşam Öcalan MED TV’de bir programa katılarak bu konuda konuşacaktı. Ancak o akşam MED TV yayınları kesildi.
  • Kürtlerin Öcalan bağlılığı biliniyor fakat oluşabilecek tepkilerin niteliği ve boyutu bilinmiyordu. Kürt halkı huzursuz, tedirgin ama ayaktaydı. Tufan günlerinde gemiden ilk atlayanlar, kendilerini deniz korsanlarına teslim edenler kadar, "Ha gayret kara işte orada!” diyenler de az değildi.
  • Öcalan’a yönelik bu büyük operasyon, daha sonraki tüm verilerle aydınlandı. Kürt halkı açısından kapalı-gizli bir tarafı kalmadı. Özeti: Hukuksuzluk, ahlaksızlık, riyakarlık, sahte dostluk ve güç sahibi egemenlerin kirli çıkar ilişkileri. Ancak tüm bunlara rağmen Öcalan, İmralı duruşu ile komployu boşa çıkardı.

24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için uluslararası komplonun başlangıcı olan 9 Ekim'de Türkiye, Kürdistan, Avrupa ve dünyanın birçok yerinde "Özgürlük Yürüyüşleri" yapılacak. Öcalan'a yönelik 9 Ekim 1998’de başlayan, "Uluslararası Komplo”ya giden süreç adım adım nasıl gelişti? Komplonun arka planındaki devlet hangileri, kimler? Dosyamızda, "Uluslararası Komplo” giden süreci analiz edeceğiz. 

ABD, 21. yüzyılda yeryüzünün tek hakimi olarak girmek istiyordu. ABD bazı güçlerin tümünü çoktan "terörist” ilan etmiş, eski ulusal güvenlik danışmanlarından Zbigniew Brzezinski’nin daha 1997’de yazdığı "2000’li yıllara sıfır terörle girme” senaryosunun çekimlerine başlanmıştı. Bu plan zaten Balkanlarda, Yugoslavya’da hayata geçirilmiş, Kürdistan, Afganistan ve Ortadoğu için yeni planlamalar yapılıyordu. Master planın adı Büyük Ortadoğu Projesi idi. Dönemin Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in, Suriye’ye tehditler savurduğu 16 Eylül 1998 tarihli konuşması da bu planın bir parçasıydı. Ardından dönemin TC. Cumhurbaşkanı Demirel, bu konuşmanın aynısını 1 Ekim 1998'de TBMM’de tekrarladı. Mısır devlet Başkanı Hüsnü Mübarek hem Hafız Esad’la hem Demirel’le paralel görüşmeleri bu süreçte gerçekleştirdi. Mübarek’in Demirel’le paylaşacağı, müzakere edeceği pek bir şey yoktu. Suriye yetkilileri de bu durumu doğrudan Öcalan’la ve PKK ile paylaştı. Aynı günlerde Öcalan sıkça, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği uluslararası bir komplodan söz ediyordu. 9 Ekim’di, o akşam Öcalan MED TV’de bir programa katılarak bu konuda konuşacaktı. Ancak o akşam MED TV yayınları kesildi.

MED TV siyasi bir kararla kapatıldı

MED TV’nin yayın lisansı 1995’te İngiltere’den alınmıştı. İlk ve tek Kürt televizyonu olarak o tarihten beri yayın yapıyordu. 9 Ekim’de yayını kesen kurum İngiliz Bağımsız Televizyon Komisyonu (ITC)’ydu. MED TV’nin kapatılma kararının veren kurumun koordinatörü Robin Biggem, aynı zamanda Britishairspare (BAS) şirketinin de ortağı ve tepe yöneticilerindendi. BAS silah üreten ve satan bir şirketti. Türkiye de iyi müşterilerinin başında geliyordu. Türkiye’ye önemli oranda silah ihracatı yapıyordu. İngiliz gazeteleri bu ilişkileri aylar sonra öğrenip açığa çıkarmış, bu kirli ittifakı "rezalet” başlıkları ile duyurduklarında iş işten geçmişti. İngiltere hükümeti, Öcalan’ın Suriye’den çıkarılacağı süreçten de, sonrasında geliştirilecek uluslararası plandan da haberdardı. Kürtlerin Öcalan bağlılığı biliniyor fakat oluşabilecek tepkilerin niteliği ve boyutu bilinmiyordu. Gelişmeleri anı anına izleyen Kürt halkını etkisizleştirmek için haber kanallarının kapatılması en etkili yoldu. Böyle düşünenler, MED TV’yi siyasi bir kararla kapattılar.

Öcalan ve PKK, 9 Ekim 1998’de başlayan süreci, "Uluslararası Komplo” olarak nitelemekte, bu komploda ABD ile birlikte İngiltere’nin rolüne de sıkça atıfta bulunuyordu.

İngiltere’nin çıkarları 

İngiliz politikasının temel ve hiç değişmeyen özelliği, eşit-adil partner ilişkileri yerine bağımlı-işbirlikçi ilişki tarzıdır. Bu geleneksel politikayı en iyi W. Churchill’in "İngiltere’nin ebedi dostları da ebedi düşmanları da yoktur. İngiltere’nin ebedi çıkarları vardır” sözleri anlatmaktadır. "Bir damla petrol bir damla kandan daha pahalıdır” sözü de onundur. PKK’nin devletlerarası bu denklemde ve işbirlikçiliğe dayalı dönemsel "dostluk”larda İngiltere nezdinde kabul edilebilir bir yanı yoktu. Çünkü PKK Önderliği ve geleneği, kendi dinamiklerini esas alan bağımsızlıkçı bir çizgiyi ifade ediyordu. Öcalan ABD, İsrail, AB, Rusya ve Yunanistan’ın açık destekleri ile Kenya’da Türk devletine teslim edildikten iki ay sonra, İngiltere’deki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi (IISS) bir rapor yayınladı. Raporun özeti şuydu: Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi sonrasında örgüt yönetiminde çatışma yaşanacak, PKK yönetim krizi yaşayacaktı. İkinci aşamada, yönetimsiz halkın örgütlülüğü dağılacak; son yirmi yılda Kürt halkının emeği, çabası ve fedakarlığı ile oluşturulan yasal kurumlar, dernekler, vakıflar ve bürolar kapanacak; devletsiz ama örgütlü bir ulus olan Kürtlerin "sistem”i dağılacaktı. "Final” aşamasında ise tasfiyesi kaçınılmaz hale gelen PKK’den sonra, Kürt halkı yeni bir arayış için girecek ve PKK dışında yeni alternatifler ortaya çıkacaktı.

Almanya'nın planı!

Nitekim 15 Şubat 1999 tarihinden sonra, yurt dışına çıkmış ve o tarihe kadar ciddi hiçbir varlıkları olmayan, esasında siyaset sahnesinden de çekilen ne kadar eski Kürt örgütü, şahsiyet varsa bir hareketlilik içine girdiler. Almanya’nın teşvik ve destek verdiği NAVEND isimli bir hareket oluşturulmaya çalışılıyordu. Toplantılar yapılıyor, PKK’den sonra yapılacaklar üzerinde tartışmalar yürütülüyor, pratik işbölümleri yapılıyordu. PKK’den ayrılarak Süleymaniye’de toplanan şahıslarla Almanya’daki PKK karşıtları yoğun bir ilişki içine girmiş, bu şahısların bazıları Alman pasaportu ile Avrupa’ya taşınıyordu. Kamuoyuna açıklanan IISS raporu, ABD’nin ve İngiltere’nin ortak görüşü ve ortak arzusunun özetiydi. Avrupa devletleri, Kürt partileri hatta PKK içinde ve yakınındaki kimi kişiler de bu planın gerçekleşmesinden kuşku duymuyordu. Büyük bir psikolojik savaş yürütülüyordu. Kürt halkı huzursuz, tedirgin ama ayaktaydı. Tufan günlerinde gemiden ilk atlayanlar, kendilerini deniz korsanlarına teslim edenler kadar, "Ha gayret kara işte orada!” diyenler de az değildi.

Yunanistan, Rusya, İtalya, Fransa

Öcalan Suriye’de iken, 1997 yılında, 300 üyeli Yunan parlamentosunda, 175 Yunan parlamenter, imzalı bir çağrı ile Öcalan’ı Yunanistan’a davet ediyordu. Suriye’den ayrıldıktan sonra Öcalan 9 Ekim 1998’de Yunanistan’a gitti ve iltica başvurusunda bulundu. Öcalan’ın iltica başvurusu parlamento ikinci Başkanı Ziguridis tarafından yırtılıp atıldı. Bu Öcalan’ın ilk gidişiydi, daha sonra ikinci kez, 29 Ocak 1999'da Yunanistan’a geldiğinde de benzer bir yaklaşımla karşılaşacaktı. Öcalan Yunanistan’dan ayrılarak Rusya’ya geçtiğinde Duma, Öcalan’ın Rusya’da kalmasını 298 oyla kabul etmiş, bir oy çekimser çıkmıştı. Ancak Boris Yeltsin kararı onaylamadı. Öcalan 33 gün sonra Rusya’dan da ayrılmak zorunda kaldı. 12 Kasım 1998'de Öcalan uçakla Roma’ya geldi. Roma İstinaf Mahkemesi Öcalan hakkında gözetim altı kararı aldı. Bu karar Almanya Carlsruhe Federal Mahkemesi’nin Öcalan hakkında verdiği, 12 Ocak 1990 ve 1 BSJ 195/88-3 BGS 9 /90 sayılı kararına dayandırılıyordu. Alman devleti bu karara dayanarak Öcalan hakkında yakalama ve tutuklama kararı almış, 1990 yılının Haziran ayında bu kararı İnterpol Genel Sekreterliği’ne iletmiş, İnterpol de tüm ülkelere iletmişti. İtalya hükümeti, uluslararası hukukun kendisine yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getiriyordu. İtalya yasalarına göre gözetim altında tutulan kişinin, bu karardan sonra İtalya dışına çıkması da mümkün değildi. Böylece İtalya’nın önünde sadece üç seçenek kalmıştı:

1. Öcalan, hakkında kararı veren Almanya’ya iade edilecekti.

2. Öcalan, Uluslararası bir mahkemede yargılanacaktı.

3. İtalya Öcalan’ı kendisi yargılayacaktı.

İtalya ve Almanya başbakanları 27 Kasım 1998'de Bonn’da bir araya geldiler. İki saatlik görüşmeden sonra D’Allema ve Schröder, Kürt sorununun barışçıl çözümü için, Avrupa’nın harekete geçeceğini belirtiyor, iki ülke dışişleri bakanlarının çalışmaları başlatmak üzere görevlendirildiklerini açıklıyordu. Bu açıklamanın ertesi günü ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Sandy Berger, Öcalan’ın uluslararası hukuk çerçevesinde yargılanamayacağını, Türkiye’ye teslim edilmesi gerektiğini belirterek İtalya’yı suçluyordu.

ABD'ye teslim oldular

ABD’nin bu açıklamasına rağmen İtalya Dışişleri Bakanı Dini ve Almanya Dışişleri Bakanı Fischer bir gün sonra, 29 Kasım 1998 günü Roma’da bir araya geldiler. Toplantı sonrasında iki bakan, "Kürt sorununa Avrupa çözüm inisiyatifi çalışmalarına başladıklarını, Öcalan konusunda ise uluslararası bir mahkeme kurulması konusunda görüş birliğine varıldığını” açıkladılar. İki ülke uzmanlarından oluşan komisyonun, mahkemenin oluşturulması ve işleyişini incelemek üzere bir hafta içinde çalışmalara başlayacağı da basın önünde açıklanıyordu. 27-28-29 Kasım 1998 tarihlerinde, derinden ama diplomatik teamüllere göre hayli radikal bir restleşme yaşanıyordu. Almanya ve İtalya, Öcalan ve Kürt sorunu konusunda ABD’nin istediklerini değil, Avrupa’nın inisiyatif almasında diretiyorlardı.

Öcalan'ın kaldığı ev basıldı

3 Aralık 1998 günü AGİT Bakanlar Konseyi toplandı. Toplantı sonrasında bir açıklama yapan Almanya Dışişleri Bakanı Jocka Fischer, "İtalya ve Almanya Öcalan konusunda uluslararası bir mahkeme kuramazlar” dedi. Böylece Fischer 29 Kasım günü bizzat kendisi yaptığı Öcalan için uluslararası mahkeme kurulması fikrinden vazgeçildiğini açıklamış oluyordu. 7 Aralık 1998 günü istisnai bir olay yaşandı. Fransız Savcı Jean François Richard sınır ötesi bir operasyon gerçekleştirdi. Roma’da Öcalan’ın kaldığı evi bastı. Evde arama yaparak, Öcalan’ın ifadesini almak istedi. Öcalan savcıya ifade vermeyi reddetti. Öcalan’a mesaj veriliyordu: İtalya’da veya başka bir Avrupa ülkesinde kalsa dahi rahat edemeyecekti. İkinci mesaj, ihtimal de olsa Öcalan Fransa’ya gelmemeliydi. Aynı tarihte, yani 7 Aralık 1998 günü İtalya Başbakanı D’Alema’nın İngiliz Danışmanı Philip Robins, Londra’ya giderek Başbakan Tony Blair ile görüştü. Robins, Blair ve diğer İngiliz yetkililerinin kendisine, "Avrupa’nın Öcalan’ı kabul etmeyeceğini” kesin bir dille belirttiklerini söyledi.

'Mavi Akım' projesi ve Rusya'nın tutumu

Bu arada İtalya ve Rusya arasında da kritik bir görüşme yapıldı. İtalya Dışişleri Bakanı Dini ve meslektaşı İgor İvanov Öcalan konusunda Moskova’da bir araya geldiler. Bu görüşmede Dini, Öcalan’ı kabul etmeleri halinde, Rusya’nın İtalya’ya olan 8 milyar Dolarlık borcunu silmeyi vaat ediyordu. Bu pazarlık Giornale gazetesine yansıdı. Anlaşılmıştı ki İtalya hükümet de bir biçimde Kütlerden ve Öcalan’dan kurtulmak istiyordu. Ama Rusya bir taraftan Türkiye ile "Mavi Akım” adı ile bilinen, doğal gaz projesi ortaklığı görüşmeleri yapıyor, diğer yandan ABD’nin yoğun baskısı altındaydı. O günkü Rusya’nın pozisyonu, "Kim daha çok para verirse onunla olurum” düzeyindeydi. Aralık ayının ilk günlerinde, İsviçre devleti de bir aracı yoluyla PKK yetkililerine haber gönderiyor, Öcalan’ın İsviçre’ye gidemeyeceğini bildiriyordu. Oysa ne İsviçre’ye gitmek isteyen birileri ne de böyle bir talep vardı. Bu süreçte Öcalan’ın avukatları, Hollanda hükümetine, Öcalan adına iltica başvurusu ve ülkeye giriş izni talebinde bulundular. Hollanda hükümeti, aynı gün bu başvurulara yanıt vererek talebi kesin bir dille reddetti.

'Komplo ispatlanmışsa hata yapılmıştır'

Avrupa devletleri, Kürt sorunu ve Öcalan konusunda inisiyatif alamamış, ABD’nin politikalarına teslim olmuş, geliştirilen komploya müdahil olma yolunu seçmişlerdi. Avrupa devletleri hep birlikte, Öcalan’a "Avrupa’da sana yer yok” mesajı veriyordu. Mel Gibson, "Eğer komplo ispatlanıyorsa hata yapılmıştır” sözü, 9 Ekim komplosuna çok uyuyor. Çünkü komplo tahminler, yüksek şüpheler ve yakın olasılıklar üzerine inşa edilir. Eksik kanıtlara rağmen komplo teorisi kanıtlanmaya çalışılır, hiçbir zaman mutlak sonuçlara ulaşılamaz. Öyle herkesin göreceği veya anlayacağı şekilde açıklanması da zordur. Bu işlerle uğraşanların sevdikleri bir deyimle, "en iyi komplo ispatlanmamış komplodur.” Ama Öcalan şahsında Kürt halkına karşı geliştirilen 9 Ekim komplosu, komplo olmaktan çıkmış; organizatörleri, payandaları, taraftarları ve kanıtları ile tamamen teşhir olmuş, ipliği pazara çıkmış, hukuk ve ahlak dışı, uluslararası bir açık tezgah olarak tarihteki yerini almıştır.

Kriz başladı

Almanya ve İtalya’nın, Kürt sorununda Avrupa adına inisiyatif alma kararı on günlük bir süre sonunda, aynı devletlerin açıklamaları ile sona erdirilmişti. ABD daha evvel Yunanistan üzerinde oluşturduğu baskının aynısını İtalya üzerinde de kurmuş, Rusya’ya da bu konuda işbirliği çağrısı yapmıştı. İngiltere başından beri Öcalan’ın Avrupa’da kalması ve uluslararası bir mahkemede yargılanmasına karşıydı. ABD ve İngiltere sadece bununla da yetinmiyor, Öcalan’ın Türkiye’ye iade edilmesi gerektiğini belirtiyorlardı. Öcalan’ın durumu Avrupa’da bir krize yol açmıştı. Bu konuyu görüşmek üzere toplanan Avrupa Konseyi Temsilciler Komitesi bir karar alamadan dağıldı. Bu görevini, teknik bir komite olan Avrupa Suç Sorunları Komitesi'ne (CDPC) devretti. Bu komite de Öcalan, Roma’dan ayrılıncaya kadar hiçbir karar almadı. Öcalan, Almanya Karlsruhe Federal Mahkemesi’nin 12 Ocak 1990'da verdiği karar gereği tutukluydu. Öcalan’ın İtalya makamlarına yaptığı iltica başvurusuna ise yanıt verilmiyordu. D’Allema’nın görevlendirdiği aracılar, Avrupa’nın İtalya’ya yardımcı olmadığını, İtalya’nın tek başına bu sorunu çözmeye kalkışmasının da krize yol açacağını Öcalan’a bildiriyorlardı. 20 Kasım 1998'de, Federal Almanya Hükümet Sözcüsü Uwe-Karsten Heye, düzenlediği basın toplantısıyla Öcalan hakkındaki tutuklama kararının kaldırıldığını açıkladı. Eğer Almanya ve İtalya tutuklama ve gözetim altında tutma kararlarını kaldırmasaydı komplo imkansız olacaktı.

Cinayetler...

Öcalan şahsında Kürtlere karşı geliştirilen uluslararası komploda etkisi en az olan ülke Türkiye idi. Türkiye’nin tek başına ne Suriye’yi ne Yunanistan’ı ne Rusya’yı etkileme ne de Avrupa devletleri üzerinde baskı kurma gücü vardı. Ancak Türk devleti, ülke dışında iki cinayet işledi. Bu cinayetlerle, Kürt halkının ve Öcalan’ın dostlarına "mesaj” verildi. 17 Kasım 1998 günü Rusya’da, Petersburg’da, Rusya Devlet Başkanı Yeltsin’in Azınlıklar Danışmanı Galina Starowojoya evinin önünde yaylım ateşine tutularak katledildi. Starowojoya Rusya’da, Öcalan’a siyasi statü isteyen siyasetçilerin en önde gelen ismiydi.

İkinci cinayet 21 Kasım 1998'de İran’da işlendi. İran Eski Çalışma Bakanı Dariush Forouhar ve eşi Pervaneh öldürüldüler. Forouhar, öldürülmeden birkaç gün önce, İran hükümetine başvurarak, Öcalan lehine bir miting için izin istemişti. Türkiye gazeteleri bu cinayetleri, "İtalya’ya Gözdağı” haberleriyle sundu. Her iki cinayet de TC. patentliydi.

Kürt Halk Önderi Öcalan’a yönelik bu büyük operasyon, daha sonraki tüm verilerle aydınlandı. Özeti: Hukuksuzluk, ahlaksızlık, riyakarlık, sahte dostluk ve güç sahibi egemenlerin kirli çıkar ilişkileri...

Diğer yanda boyun eğmeyen, direnen ve özgürlük mücadelesinde ısrar eden bir halk. Tüm bunlara rağmen Öcalan, İmralı duruşu ile komployu boşa çıkardı. 

HABER MERKEZİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.