AB’nin Türkiye’ye ödediği paranın akıbeti belirsiz

Dosya Haberleri —

HISYAR OZSOY

HISYAR OZSOY

  • Türkiye’de devlet bütçesinin nasıl kullanıldığını kimse bilmiyorken Avrupa’nın (mülteciler için) ödediği paranın nereye harcandığını takip etmek çok zor. Türkiye kendi vatandaşının vergisini nasıl kullandığını bile kimseye söylemiyor. 

BARIŞ BALSEÇER

STRASBOURG

 

HDP Dış İlişkiler Komisyonu Eşsözcüsü Hişyar Özsoy, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin 21-26 Haziran 2021 tarihleri arasında yapılan oturumları dolayısıyla Fransa’nın Strasbourg kentindeydi. Özsoy ile bu oturumları ve Türkiye-Avrupa ilişkilerinin geleceğini konuştuk.

 

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) oturumlarında Türkiye hangi başlıklarda ele alındı?

Türkiye, spesifik olarak iki başlıkta değerlendirildi. Birinci başlık, Türkiye ve İspanya’da bulunan HDP’li ve Katalan siyasi tutuklular içerikli bir rapordu. Pazartesi görüşülen raporun neredeyse yüzde 60’ı HDP, yüzde 40’ı Katalonya ile ilgiliydi. Raporda HDP’nin ceza alan 35 milletvekilinin, eşbaşkanlarının durumu, Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararının uygulanmaması, belediye eşbaşkanlarımızın tutuklanması ele alındı. Ayrıca Katalonya’daki referandum sonrası tutuklanan Katalan siyasetçilerle ilgili iki saatlik bir tartışma yürütüldü.

Rapor, ezici bir çoğunlukla kabul edildi. Bu rapora karşı çıkanlar, Türkiye ve İspanya delegasyonlarıydı.

Türkiye’de yaşananlarla ilgili son iki yılda üç acil gündemle oturumlar düzenlenmiş ve Türkiye izlemeye alınmıştı. Ayrıca güçlü karar tasarıları çıktı fakat AK’deki bu tartışmalar Türkiye’de –basın da iktidar yanlısı olduğundan- neredeyse tartışılmıyor. Diğer taraftan iki haftadır İspanya’da bütün medya ve siyaset, AK’nin bu raporunu konuşuyor. Raporu engellemek için inanılmaz uğraştılar. Saldırgan ve agresif bir diplomasi de yürüttüler. İspanya, AK tarafından hazırlanan böylesine bir rapora maruz kalmak, AK tarafından demokratik standartları gerilemiş bir ülke olarak ele alınmak istemedi. Aslında bu biraz demokratik duyarlılığı gösteriyor. Raporun çıktığının ertesi günü İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, Katalonya’nın 2017’deki bağımsızlık girişimi sonrasında hapse atılan 9 Katalan liderin affedileceğini açıkladı.

Elbette Katalanların istediği bir sonuç değildi ama buradaki tartışmaların sonucunda Katalan liderler şartlı salıverildiler. Bu bir parlamento karar tasarısıydı. İspanya’da çok ciddi etkisi oldu. Ama Türkiye ise AİHM Büyük Daire kararını bile uygulamıyor.

 

HDP’yi kapatma davası, Türkiye ile Avrupa Konseyi arasında ilişkileri nasıl şekillendirecek?

AK, tüm kurumlarıyla Türkiye’den Demirtaş ve Kavala kararlarını uygulamasını, insan hakları eylem planı çerçevesinde doğru düzgün hukuk reformu gerçekleştirmesini bekliyordu ama Türkiye tam tersi istikamette HDP’yi kapatma ve 451 siyasetçiyi siyasetten men etme gibi bir yola girmiş bulunuyor. Dolayısıyla Eylül ayından itibaren Türkiye ile Avrupa Konseyi arasında ilişkiler gerilecek. Çünkü Osman Kavala kararı Demirtaş kararından daha önce alındı. Eylül ayı itibariyle Türkiye’nin önüne çok sert bir karar koyacaklar.

Yine HDP’nin kapatılmasına yönelik çok ciddi bir tepki ve öfke var. Ne kadar etkili olur, bu ayrı bir konu ama bir takım girişimlerde de bulunulacak.

 

HDP’nin kapatılmasına Avrupa’nın net bir tavrı söz konusu mu?

Herkes Kürt ve Türkiye siyasetinde HDP’nin çok güçlü bir rol ve dinamiği olduğunu kabul ediyor. Avrupa’nın bütün kurumları, liderleri ve siyasetçileri, “HDP Türkiye’nin geleceğinde siyaset yapacak. Partiniz kapatılsa dahi sosyolojinizle Türkiye’deki siyaseti dönüştürmeye devam edeceksiniz” diyorlar. Öte yandan “başkanlık sisteminde” ittifaklar zorunlu olduğu için HDP olmadan kimsenin iktidara gidemeyeceğini de biliyorlar. Dolayısıyla HDP’nin bu merkezi rolü, iktidarı tayin eden bir noktadadır. İstanbul seçimlerinde ya da Türkiye’nin batısındaki birçok kentte olduğu gibi sonucu belirleyen bir noktadayız fakat alternatifi tam anlamıyla görmeden de Avrupa kolay kolay yanaşmıyor. Düşüncesinin kendisine yakınlığı, özgürlükçü olması, Avrupa değerlerine daha yakınlığı, evrensel hukuk, insan haklarını esas almasını elbette önemsiyor ama Avrupa reel düşünüyor. “Bu siyasi parti meselesi değildir” diyorlar ve iktidar kimse onunla ilişkileniyorlar. Örneğin mülteci meselesini HDP ile değil mevcut iktidar kimin elindeyse onlarla çözeceklerdir.

 

  • Bu, halkın parası; akıbetini nasıl sormayacağız? Tabii ki hesap verilmeli. Bu konuyu Avrupa Birliği yetkilileriyle de paylaştık fakat Avrupa, “Parayı verelim, o da mültecileri tutsun, parayı nereye harcıyorsa harcasın” düşüncesinde.  

 

Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyi’nin Türkiye ile ilişkiler konusunda ortaklaşmadığı görülüyor, bunun nedeni nedir sizce?

Avrupa Konseyi, 47 ülkeden oluşan, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü korumaya, ilerletmeye çalışan bir kurum. Avrupa Birliği ise 27 ülkeden oluşan, ekonomik ve daha sonra siyasi bir karakter kazanan bir topluluk. Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkileri Avrupa Konseyi gibi insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne değil ticaret, güvenlik, göç, terörle mücadele gibi konulara dayanıyor. AB bu konularda Türkiye ile partnerlik yapmak istiyor. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi ama Avrupa Birliği’ne aday bir ülkedir. Şu an da ise fiiliyatta durmuş bir müzakere süreci bulunuyor.

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler birkaç maddeye dayanıyor. Birincisi katılım müzakereleri -ki bu müzakereler de uzun bir süredir donmuş durumda. Bir ilerleme sağlanamıyor. İkincisi vize liberalizasyonu dedikleri vize serbestliği. Bu konuda da görüşmeler, altı kriter yerine getirilmediği için donmuş durumda.

 

Zirvedeki bir diğer tartışma, “Gümrük Birliği”nin güncellenmesiydi. Bu kapsamda Erdoğan’ın bu zirveden beklentisi neydi?

Erdoğan’ın yapmak istediği, “Gümrük Birliği”nin modernize edilmesi ve genişletilmesi idi. Bu çerçevede Erdoğan, AB liderlerinden taviz koparmaya çalışıyor. Türkiye’de ekonomi çok kötü durumda ve Erdoğan böylelikle iş çevrelerine “Gümrük Birliği’ni güncelleyeceğiz” diyerek bir imaj yaratmak istiyor. Bunun karşılığında mülteciler için para alıp AB’ye, “Sizin adınıza mültecilere bakarım” diyor.

AB Zirvesi gerçekleşirken Almanya Başbakanı Merkel, Türkiye’deki sığınmacılar için 3 milyar Euro ek kaynak aktarılmasının söz konusu olduğunu söyledi. Merkel, giderayak Erdoğan ile mülteci anlaşmasını güncellemek istiyor. Bundan dolayı Erdoğan’a yönelik iyimser mesajlar veriyor. Elbette Erdoğan bu noktada AB ile ilişkilerin düzelmeyeceğini biliyor ama o da sorun çıkmasını istemiyor. Çünkü şu anda Türkiye’de büyük bir ekonomik kriz var. Avrupa’yı büsbütün karşısına alırsa nefes almasının imkansız hale geleceğini biliyor. Erdoğan bunu bildiği için belli bir dengede ilişkileri yürütmeye çalışıyor.

 

AB’nin “Gümrük Birliği’ni güncelleyeceğiz” açıklamasına karşı Avrupa Parlamentosu nasıl bir yol izleyecek?

AB-Türkiye ilişkilerinde adım atılacak alan, “Gümrük Birliği”nin genişletilmesidir. Avrupa Birliği Komisyonu, “Gümrük Birliği” müzakerelerini sürdürür. Bu müzakereler uzun zaman alacak. En nihayetinde bu güncelleme Avrupa Parlamentosu’na gelecek ve orada oylanacak. Avrupa Parlamentosu ise şimdiden bunu oylamayacağını, oylama olsa dahi bunu reddedeceğini söylüyor. Hatta Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Komisyonu’nun uygulamadığı kararlardan dolayı, Avrupa Birliği’ni şimdi mahkemeye vermeye hazırlanıyor.

Avrupa Birliği kurumları içerisinde de ciddi gerilimler söz konusu. Avrupa Parlamentosu bu durumdan kesinlikle son derece rahatsız. Yani Avrupa Birliği Komisyonu’nun hiçbir ilkeyi, demokrasi ve hukuku baz almadan tüccar mantığıyla Türkiye ile ilişkilenmesine, Avrupa Parlamentosu son derece sert bir tavır gösteriyor.

 

Avrupa Birliği, mültecileri bir tehdit olarak kullanan Türkiye’ye mülteciler için kullanılması amacıyla birçok kez para gönderdi. Avrupa verilen paranın mültecilere harcanıp harcanmadığını denetliyor mu?

Bu konuyla ilgili birçok tartışma yürütüldü. Bu paralar verildikten sonra Avrupalıların bu paranın nereye harcandığını takip etmesi gerekiyor. Bu para illegal yapılanmalara mı gidiyor, kamplarda kimlere ödeniyor gibi sorular sıkça sorulan sorular. Türkiye’de devlet bütçesinin nasıl kullanıldığını kimse bilmiyorken Avrupa’nın ödediği paranın nereye harcandığını takip etmek çok zor. Türkiye kendi vatandaşının vergisini nasıl kullandığını kimseye söylemiyor. “128 milyar dolar nerede?” sorusuna cevaben, “Sizin ne haddinize bana bu soruyu soruyorsunuz” deniliyor. Bu halkın parası, vergisi, nasıl sormayacağız. Tabii ki hesap vermeli. Bu konuyu Avrupa Birliği yetkilileriyle de paylaştık fakat Avrupa, “3 artı 3 milyar parayı vereyim, o da mültecileri orada tutsun, parayı nereye harcıyorsa harcasın” düşüncesinde.

 

Mülteciler için verilen paraların işgal saldırılarında kullandığı yönündeki tartışmaları da göz önünde bulundurursak Avrupa’nın bu konuda insani bir kaygısı yok diyebilir miyiz?

Kesinlikle Avrupa’nın tek insani kaygısı yok. Avrupa sadece “Mülteciler bize gelmesin” diyor. Onlar için Türkiye, mültecileri tutan bir ülke. Mültecilerin hangi şartlarda yaşadığı, Avrupa’nın umursadığı bir durum değil. Ayrıca Avrupa ekonomik açıdan da bu hesabı yapıyor. Eğer Merkel’in bahsettiği gibi Türkiye’de 4 milyon mülteci varsa ve bu mülteciler Avrupa’ya gelirse Avrupa’nın belki de bu mültecilere harcayacağı para 30 milyarı bulacaktır.

Öte yandan Türkiye’deki insanlar mülteci statüsünde değil misafir olarak değerlendiriliyor. Yasal bir statüleri yok. Avrupa’daki gibi hiçbir sosyal haktan yararlanamıyorlar. Bütün bu yabancı düşmanlığı yüzünden ırkçılık, Avrupa’da çok artmış durumda. Avrupa’nın kimyası bozulmuş durumda. Avrupa siyaseti, “Mülteci akınını durduramazsak aşırı sağ yükselecek” kaygısını da taşıyor. Dağılan Avrupa’nın kimyasını toparlama gibi bir strateji de bu noktada baskın durumda.

Sorun, 4 milyona yer bulma sorunu değil. Avrupa, bunları Türkiye’ye çok ucuz şekilde yaptırabiliyor. Örneğin Türkiye, Rojava sınırına duvar ördü. O duvarlardaki güvenlik kameralarının, teknik ekipmanın tümü Avrupa Birliği’nin parasıyla alındı. Bu teknik ekipmana 90 milyon Euro harcanmış durumda. Avrupa, bu sınırdan mültecilerin Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya gelmelerini böylelikle engellemek istiyor. Efrîn’de neler yapıldığını, Türkiye’nin Suriye’ye silah ve cihatçı taşıdığını Avrupa istihbaratı elbette biliyor. Bildikleri halde yapıyorlar. Erdoğan Avrupa’yı yumuşak karnından yakalamış durumda. Birçok defa açıktan tehdit etti. Avrupalılar buna teslim oldu. 

 

Mülteci meselesinin Avrupa-Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturduğu görülüyor. Ödenen paralar, verilen tavizler kalıcı bir çözüm sağlayacak mı?

Göç ve mültecilerin insan hakları konusunu, hak ihlallerinin nasıl giderileceği gibi konuları AK, elbette tartışıyor. Ama göç meselesine asıl çözüm bulması gereken, bütçesi, siyasi ve iradi gücü olan Avrupa Birliği’dir. Kaynak, yani para onlarda. AB bütçesi, AK’nin bütçesinden yaklaşık 400 kat fazla. Devasa bir bütçesi, ekonomisi var. İsterse elbette kalıcı bir çözüm bulabilir. Merkel’e de bu noktada ciddi eleştirilerin olduğunu biliyoruz.

Bu sorunun çözümünün temel aşamaları var. Birincisi, harap ettikleri coğrafyaları tekrar onarmak zorundalar. İkincisi, Avrupa Birliği’nin kendi içerisinde uyumlu bir politika olmalı. Gelen insanların düzgün şekilde Avrupa coğrafyasına dağıtılması gerekiyor. AB üyesi 27 ülke var ve 17 ülkeye zaten kimse gitmek istemiyor. Herkes bir şekilde Batı Avrupa’ya gitmeye çalışıyor, Batı Avrupa da bu sorumluluğu almak istemiyor. “Hem kendi sosyolojimizi koruyalım hem de bu insanların kim olduğunu bilmiyoruz, ileride radikal örgütler çıkabilir, bu insanlar gelince ülkemizde ırkçılık artacak” denilerek en ucuz yol olarak mültecileri Türkiye’de tutmaya çalışıyorlar. Öyle görünüyor ki Erdoğan da buna fit olmuş durumda.

 

‘Konuşurlarsa devlet çökebilir’ 

İzmir il binanıza yönelik saldırı ve Deniz Poyraz’ın katledilmesine gelecek olursak: Saldırı ve katliam ile ne mesaj verilmek istendi, arkasında kim var?

1990’ların ortasında devlet o kadar katliam gerçekleştirmiş, sokak ortasında insanları katletmişti ki, HADEP seçimlere girememişti. Yine 7 Haziran seçimleri öncesinden 1 Kasım seçimlerine kadarki sürede 400 kadar parti binamız yağmalandı, talan edildi. Mitinglerimize bombalı saldırılar düzenlenerek önü alınmaya çalışıldı. Bu katliamları daha önce de gördük.

İzmir il binamıza düzenlenen silahlı saldırı ve Deniz Poyraz’ın katledilmesinin arka planında tam olarak ne olduğunu şu an net olarak bilemiyoruz ama katilin bunu tek başına yapması mümkün değil. Devlet Bahçeli, yaptığı açıklama ile bu türden saldırıların önünü açan bir konuşma yaptı. Bu vahşete, cinayete, katliama karşı toplumdan güçlü bir ses çıkmazsa bunun devamı gelecektir. İzmir Katliamı, hesapladıkları gibi bir sonuca evirilmedi. Ciddi anlamda bir toplumsal duyarlılık oldu ama bu bir sınamadır. Katliamla insanların tepkisini ölçtüler.

 

Bununla ne amaçlanıyor?

Şu anda elimizde somut veri yok ama Haziran ile Kasım 2015 arasındaki döneme dönemin başbakanı, bakanları bir gün konuşurlarsa gerçekten devlet çökebilir. Yani bu korku, panik ve kaosu devam ettirme, iktidarda kalma yöntemi olarak yaratıldı. Defalarca bu ülkede bu yöntem kullanıldı. Bu açıdan bakılınca bu meselenin tekil, bir tane şahsın gelip işlediği bir katliam olmadığı daha iyi anlaşılır. Şu anda Türkiye’de biri bir basın açıklaması yapsa dört gün gözaltında tutulup sonra mahkemeye çıkarılıyor, katili 18 saat içinde tutukladılar. Katilin diyalog içerisinde olduğu kişiler soruşturulmuyor. Sonra da “abicim” dedikleri bu kişiye sanırım uygun bir ifade de verdirtecekler. Zaten katilin ilk söylediği şeylerden biri, “Tek başıma yaptım” olmuştu. Zaten genelde de böyle derler.

Denediler ama bana göre toplumdan önemli bir tepki de açığa çıktı. Sadece HDP’den değil, toplumun değişik kesimlerinden bir takım talepler yükseldi. Eğer toplum bu dayanışmayı gösterirse, tepkiler süreklileşirse bu tür saldırılar amacına ulaşamadığı için kesilecektir. Tersi etki üretiyor, toplum kenetleniyor. Toplum ciddi bir antifaşist tavır almaya başladığı noktada saldırı ve katliamlar amacına ulaşmadığı için duracaktır. O açıdan ben bu saldırı ve katliamı biraz zemin yoklama hamlesi olarak düşünüyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.