Adolescence: Inceller hangi yasaya karşı?
Kültür/Sanat Haberleri —

Adolescence
- “Adolescence dizisi, Incel erkeklere dair bir çözüm sunmuyor ama nedenlere ilişkin düşünmeye sevk ediyor. Çocuğun karakolda temsilci olarak babasını seçmesine annenin şaşkınlıkla verdiği “Neden seni seçmiş ki?” tepkisinin erkekliğe dair sunduğu ipucu gibi, bir çok ayrıntı mevcut.”
BİLGE AKSU
Yakın dönemin en tuhaf olaylarından biri, Z kuşağının kayıp erkekleri arasında büyük bir karşılığı olan Andrew Tate’in, başına hiçbir şey gelmeyeceğinden emin olduğu bir akşamüstü, kendince rezil etmeye ömrünü adadığı Greta Thunberg yüzünden tutuklanmasıydı herhalde. Böyle bağlamsız şekilde girince hepinizin, “Siz de nelerle uğraşıyorsunuz yahu!” dediğinizi duyduğuma yemin edebilirim. Ama sabrederseniz bir sonuca varacağız. Tate sürekli sataştığı Greta’dan beklemediği bir cevap aldıktan sonra, arka planında yeni sipariş ettiği pizza kutularının görüldüğü bir video çekince Romanya polisi, o anda bulunduğu adresi tespit etmiş ve zamanında işlediği kimi cinsel suçları da içeren bir sürü gerekçeyle kendisini gözaltına almıştı. Sonrası, Tate ve takipçileri için epey karanlık geçti.
Andrew Tate, bir süre Türkiye’yi de etkisine alan Incel akımının en meşhur önderiydi. İngilizce’den gelmiş bu kavram esasen “Involuntary Celibate” sözcüklerinden kısaltma. Yani istemsiz bekarlık anlamında. Güya bu beyefendiler ağzıyla kuş da tutsalar herhangi bir kadının dikkatini çekemediklerinden, mecburen tek tabanca takılmayı göze alan bireyler. İdeolojilerine göre kadınlar kibirli, ahlaksız ve kötücül oldukları kadar, toplumdaki erkeklerin sadece %20’sine yüz veriyorlar. Geri kalan %80’lik erkek popülasyonu ise ya her şeye razı olacak ya da kırmızı hapı (Red Pill) alıp her şeyin farkına vararak onlara katılacak. Bunu yaptıklarındaysa onları karanlık kaldırım köşelerinde Andrew Tate ve benzerleri bekliyor olacak.
Andrew Tate’in yahut incel topluluğunun Greta gibi figürlere sarması boşuna değil. Politik kısmını bir yana bırakırsak, psikanalitik bir yaklaşımla dahi sebeplere ulaşabiliyoruz. Buna göre Greta’nın temsil ettiği “duyarcılık” ya da batılı anlamda “wokeism”, incel’lerin oluşturmaya çalıştığı erkeklik felsefesine temelden uyumsuzluk gösteriyor. Bir kere wokeism, kaba bir benzetmeyle insanlığın süperegosu gibi bir şey. Ekolojiye duyarlı olmak, et tüketmemek, plastik kullanımını azaltmak yahut hepsini içerecek biçimde ifade edersek, karbon ayak izini azaltmak, tarih boyu süregelmiş beyaz adamın iktidarını sarsıyor. Öte yandan türlü haksızlığa ses çıkarma ve dezavantajlı gruplar için mücadele etme yaklaşımı mevcut. Kürtajı savunmak, bir kadına tecavüz edilmemesi gerektiğini tane tane anlatmak yahut bireysel silahlanmanın neden kötü sonuçlar doğuracağını öğretmek, tam da dürtüsel erkekliğin arada bir hizaya çekilmesini gerektiren işler.
Incel ideolojisi
Fakat Tate ve takipçilerinin psikanalitik bağlamda ele alınmasını gerektiren mühim bir nokta daha var. Incel ideolojisi, en temel haliyle Freud’un Oidipus Kompleksi’nde işaret ettiği Babanın Yasası’ndaki boşluktan ortaya çıkıyor. Daha doğrusu, bu kompleksin her sağlıklı insanda olduğundan farklı biçimde, düzgün çözülememesinden kaynaklanıyor. Eğer sıradan bir erkekseniz, ortalama 3 yaşına vardığınızda annenizin sütünü emmeyi bırakmış ama ona hayran olmaktan vazgeçmemişsinizdir. Bu durumda annenize olan düşkünlüğünüzle aranıza bir başka erkek girer, babanız. Siz anne denen o kadından gündüzleri bütün ilgiyi ve sevgiyi alsanız dahi, geceleri bir odaya kapanıp baba denen o adamla uyuduğunu görürsünüz. Bu durumda önce babanızın yerine geçme arzunuz oluşur. Fakat ne anneniz ne de babanız, sizin bu arzularınızı destekler görünür. Ağlayıp sızlasanız, babanızı sevmediğinizi söyleseniz de önünde sonunda kabullenirsiniz ki anne denen o varlık, baba denen o adamla paylaşılması gereken biridir. Freud’a göre bu kompleksin çözümü doğru düzgün yapılamadığında, dürtüleri temsil eden id ve dizginleyici süperego arasındaki çatışma asla sona ermez ve ömür boyu elaleme rezil bir halde dolanır durursunuz.
Tabii bütün bunlar benim kurduğum dille anlatılınca basitleşiyor, akademik metinlerde daha kapsamlı ve ciddi sonuçlara ulaşabilirsiniz. Ama özet geçersek, çözülememiş ödipal durumlar, yetişkinliğe doğru uzanan ömrümüzde, arzuladığımız herhangi bir şeye olan yaklaşımımızı da derinden etkiliyor. Bir kere, arzu nesnesi kıldığımız şeylere ulaşmaya çalışırken tedirginlik duyuyoruz. Ortada kesin bir istek var ama hiç hatırlamadığımız zamanlardan kalan kötü hatıralar ondan uzak durmamız gerektiğini söylüyor bize. Burada ortaya çıkan çelişkinin sonucuysa bariz bir korku. Sebebini anlamadığımız korkular ise nefrete dönüşüyor (Bkz: Fobiler).
Erkek güruhu
Netflix’in geçen hafta Emmy Ödüllerinde yeniden gündem olan dizisi Adolescence’i bu açıdan izlemek gerek. Dizi ilk yayınlandığında ben tutsak olduğum için epey sınırlı bilgiye sahiptim hakkında. Fakat temasından hareketle tartışma yaratacağı belliydi. Dışarıda olup yazamamaktan hayıflandığım en önemli meselelerden biriydi. Bereket, Netflix’ten beklenmeyecek ölçüde iyiymiş de Emmy’ler sayesinde yeniden radarımıza girdi.
Dizinin teknik detaylarına ya da özetine artık gerek yok. 13 yaşında bir ortaokul çocuğu, bir sabah evine yapılan baskınla gözaltına alınıyor ve olaylar gelişiyor. Aile perişan. Karakolda yetişkin temsilci kontenjanından babası onunla sorguya giriyor ve daha ilk bölümde kendi sınıfındaki bir kız öğrenciyi, sırf reddedildiği için öldürdüğünü anlıyoruz. Sonrası, çevresel faktörlere ve ailenin dramasına ilişkin. Epey başarılı bir yapım. Tek planda çekilen 1 saatlik bölümlerde, her sahneyi içerden yaşar gibiyiz. Karakolda çıplak arama yapılırken baba gibi biz de sağa sola bakıyor, çocuğu görmemeye çalışıyoruz. Hapishane temsilini içeren kısımlarda, haftalık 10 dakika süren telefon görüşmesine baştan sona şahit oluyor, ailenin duygusal gelgitlerine ortak hissediyoruz. Polisler okulda soruşturma yaparken binanın koridorlarında dolanıyor, birbirine sataşan ve zorbalık yapan ergenlere bakıp öğretmenlere acıyoruz.
Dizi bu açılardan her ne kadar iyi olsa da, bitirip arkamıza yaslandığımızda kimi eksiklikler hissetmiyor değiliz. 4 bölümden oluşmasından mütevellit, yaratıcıları Incel’lik mefhumunu ortaya çıkaran unsurları bir hap şeklinde sunmaya çalışmış. Çevresel etkenler, internetin etkisi, kuşaklar arası uçurum ya da ailelerin rolüne dair birçok şey söylenmeye gayret edilse de değinilen her şeyde bir güdüklük olduğunu belirtelim. Daha iyisi nasıl yapılırdı sorusunun cevabı basit, iki bölüm daha eklenerek ve okulların yahut benzer yaştaki erkeklerin toplandığı, kendilerini ifade ettikleri ortamların (Manosphere) betimlemesi daha çok yapılarak. Bir de elbette, 3. bölümde gördüğümüz psikolojik tema biraz daha öne çıkarılarak.
Incel’lik, kısa süre önce Türkiye’de de mesele oldu. Ve küçümsendi. Yanlış anlaşılmasın, ideolojinin küçümsenecek dahi bir tutarlılığı yok. Ama etkisi altına aldığı erkek güruhunu göz önünde bulundurmak şart. Psikanalitik mefhumlara geri dönecek olursak, bu erkek gruplarının en büyük sıkıntısı, kadınları tek bir temsile indirgeyip tamamından feragat etmeye, zamanla da hepsine ilişkin bir nefret büyütmeye odaklanması. Freud’dan Lacan’a uzanan bir külliyatta, erkeklik algısının fallusa sahip olup olmamakla ilişkilendirildiğini anlarız. Freud’da erkek çocuk, babayla çatışırken erkekliğini temsil eden fallusunun yok edileceği korkusuyla (kastrasyon) büyür. Kadınlarda bu zaten yoktur, dolayısıyla onların kaybedecekleri şeyleri de yoktur. Kadın zaten eksiktir ve onun gibi eksik olmamak için onu görmezden gelmek, ondan uzak durmak hatta nefret etmek gerekir. Bu basit bir başa çıkma mekanizmasıdır. Fakat babanın yasası o kadar güçlüdür ki, erkek çocuk da aslında erkekliğinden biraz eksiktir.
Lacan’daysa eksiklik bakidir. Bundan muzdarip olan kişi çareyi hep dış dünyada arar. Bir sürü farklı nesnede. Bağımlılıklarıyla, takıntılarıyla yahut kadınlarla. Ödipal kompleksini aşamamış bir erkek, buradaki eksikliğini bir kadınla doldurma arayışına girer ve hayatın olağan akışına uygun biçimde bazen reddedilir. Arzusu reddedildiğinde arzu nesnesinden nefret ederken, kabul edildiğinde kendine dair, neredeyse varoluşundan gelen eksikliği yine tamamlanmadığından, hayalkırıklığı yaşayarak arzu nesnesinden yine nefret eder. Bağımlıların ağlaya sızlaya madde kullanmaya devam etmesi belki de bundandır.
Adolescence çözüm sunmuyor
Adolescence dizisi, Incel erkeklere dair bir çözüm sunmuyor ama nedenlere ilişkin düşünmeye sevk ediyor. Çocuğun karakolda temsilci olarak babasını seçmesine annenin şaşkınlıkla verdiği “Neden seni seçmiş ki?” tepkisinin erkekliğe dair sunduğu ipucu gibi, bir çok ayrıntı mevcut. Avukatın sorduğu “Bir şey yaptın mı?” sorusuna verilen, “Yanlış bir şey yapmadım!” cevabı gibi ya da. Süperegolar kimi erkeklere ya hiç uğramaz ya da eksik uğrar.
Türkiye’de Incel’lik sorunu çözüldü mü peki? Sayılmaz. Bu çok sistematik bir mesele. Çocukluğa, aile yapısına, kültüre ve eğitime dayanan çok çetrefilli bir mesele hem de. Ama özellikle Twitter’da köpürtülen birçok yapay gündem gibi, Türkiye’de bir sorun haline dönüşen bu kompleksli erkek topluluğu, bardağı taşıran bir iki olay sonucu geniş kapsamlı operasyonlarla evlerinden alınıp, çok övündükleri ‘panelleri’ kapatılınca ortadan kayboluverdi. Tıpkı ebeveynleri videolarla darlayan sosyal medya psikologlarının, “Çocuklara oyunları ve bilgisayarı yasaklayın ve sorun çözülsün!” tavsiyelerinde olduğu gibi. Bir şeyi görmezden geldiğinizde sorunların çözüldüğünü varsayıyorsanız çözüldü yani (Tıpkı incel’ler gibi?). Bir sonraki patlamaya kadar.














