Ahlaki-politik toplum
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Türk faşizminin sosyal temeli mafyatokrasiyse, onun kitlesel tabanının çekirdeği, sanıldığı gibi İslam’a samimiyetle inananlar değil, ahlaki bakımdan çürümüş, lümpenleşmiş insanlardır.
Güngören’de işlenmiş iki cinayet var. Yakın zamanların hadisesi. Tekel bayiinde işlenen cinayetten söz ediyorum. “Neden ediyorsun ki, cinayet dediğin Türkiye’de devlet ve vatandaşın her gün yaptığı vak’a-i adliyeden işler değil mi?” diyebilirsiniz. Haklısınız. Ben cinayete şaşırmıyorum. Şaşırdığım şu haber:
“Esenyurt'taki tekel bayisi cinayetinde Batuhan Bayındır'ın ailesi, 3 milyon TL karşılığında şikâyetini geri çekti”.
Batuhan yanılmıyorsam 19 yaşında can verdi ve ailesi 3 milyona katilleri “affetti.”
Kurdistan’da da kan davalarını sulhe erdiren bir gelenek var. Ama bu gelenek “katili affetmek için” değil, İki hasım aile arasında daha fazla ölümleri önlemek için devreye girmekte. Katili hapisten çıkartmak ise zaten söz konusu değil. Şimdilerde zayıflasa da geleneği koruyan Kürt halkı “adaleti” Türk devletinin yargısında aramıyor. Kendi toplumunun içinde sağlıyor. Vaktiyle katili Türk devletine teslim etmezlerdi. Ama başlangıçta işlenen cinayete karşı taraftan birini öldürerek cevap verilirdi. Bu bir bakıma “savaş” demekti. Ama her savaşı sonsuza kadar kimse devam ettirmez. Sonunda “barış” ilan edilirdi. “Kan parasıydı, mağdur tarafa gelin vermekti” gibi “ödemeleri” siz, “savaş tazminatı” olarak anlayınız. “Gelin verme” işinin tazminat olması bu geleneğin içindeki feodal, erkek egemen olumsuz gelenekten geldiğini de burada altını çizerek belirtelim.
Kurdistan’da bu aileler ya da aşiretler arasındaki gelenek yer yer bugün de sürüyor. Burada basit bir “menfaat” ilişkisi yoktur. Kan akmasını önleme çabası vardır. Kan akmasını önlemek “ahlakidir.” Kurdistan’da devletin tüm müdahalelerine rağmen “ahlaki-politik toplum” için bu gelenek hala önemli bir rol oynar: Katilini bile devlete vermemek büyük bir Kürtlük bilincidir. Bu bilinç sömürgeci kültürel soykırımla zayıflatılıyor. “Muhbirler”, “itirafçılar”, ruhunu satmış “ajanlar”, kendilerine en küçük bir zarar bile vermeyen yurtseverleri, onlara en büyük zararı veren devlete, öyle ulvi amaçlarla değil, para için, ihale için, kıytırık bir makam için teslim ediyor. Katilini bile devlete teslim etmeyen Kürt’ün ahlakı nerede, kapı komşusuna ihanet edenin ahlaksızlığı nerede.
Tekrar başa dönersek…
Esenyurt’ta Batuhan’ın ailesi 3 milyon liraya evlatlarının katiline karşı şikayetlerini geri alırken ne yapmış oluyor? Diğer maktülün avukatına göre bu para karşılığında aile evlatlarının “haksız tahrikte” bulunduğunu bile mahkemede açıklayacaklarmış. Üç milyon karşılığında.
İşte bu, ahlaki çöküştür. Paranın padişahlığında paranın kulları ahlaksızlığın içinde debeleniyor. Ve bu para, Erdoğan gibi “paraya tapan” diktatörün hükümranlığında toplumu baştan çıkarıyor, delirtiyor ve çürütüyor. Fenomenler, mafya baronları, kumar şebekeleri, fuhuş çeteleri Türk milletinin bağrında cirit atıyor.
Bir devlet Türk milletini neden çürütür? Hele bu devlet bir de “Müslümanlık” adına iş yapıyorsa, amacı nedir?
Faşist diktatörlük, Kurdistan’da toplumun ahlakına ne kadar saldırırsa saldırsın, ajanlaştırma halkın ahlakına ne kadar zarar verirse versin, gençliği uyuşturucuyla düşürmek ne kadar alçakça olursa olsun, kendisine karşı direnişi yok edemiyor. Yüz yıldır böyle. Kırk yıldır ise çok daha böyle. O nedenle devletin Kurdistan politikası “zorla asimilasyon”, bu sökmediği için “soykırım” oluyor. Kürt halkı soykırıma karşı öz savunma halinde.
Türk milletinin başına gelen ise içler acısı. Kangren olmuş ayak parmağı gibi, morluk yavaş yavaş ve giderek hızlanarak tüm ayağı, giderek bacağı, vücudu sarmaya başlıyor. Ahlaki dejenerasyon Türk milletini sarsıyor. Bunun sonucu politiktir. Ahlaki çürüme insanları idealden uzaklaştırır. Birisi dinden imandan çıkıp, para için evladının katiline avuç açtığında, diğeri din adına insan kesmeye soyunur.
Devletin çürütme amacı tam da bu sonucu elde etmektir. Ahlaken çürümüş insan diktatörlüğe karşı savaşamaz. Vurguncuya, dolandırıcıya, fenomenlere ağzının suyu akarak bakan insan demokrat olmayı değil, o baktıkları gibi olmayı hayal eder. Türk faşizminin sosyal temeli mafyatokrasiyse, onun kitlesel tabanının çekirdeği, sanıldığı gibi İslam’a samimiyetle inananlar değil, bu ahlaki bakımdan çürümüş, lümpenleşmiş insanlardır.
İktidardaki kuvvet Kürt halkını soykırımla dize getirmek ve Türk halkını da ahlakını yok ederek teslim almak için elinden gelen her şeyi yapmakta.
Soykırımcı saldırganlık Kürt halkından gereken yanıtı alıyor. Türk halkı da giderek bu ahlaki çöküşe karşı isyan ediyor.
Eksik olan, soykırımla boğuşan Kürt halkıyla, ahlaki çürümüşlük bataklığında boğulmamaya çalışan Türk halkının tek bir cephede henüz birleşmemiş olması. Öcalan yolu gösteriyor: “Ahlaki-politik toplumu kurmak için bütün halklar birleşin”…
Bu derin bir düşüncenin ürünüdür: Ahlaksız politika, yaşadığımız gibi, toplumu ahlaken çürütür. Politikasız ahlak ise öz savunmasından yoksun kalır, çaresiz insan ahlakını koruyamaz. Toplumun ahlaken çürümesi demokrasi için, özgürlük için, kardeşçe yaşama, paylaşma, dayanışma için en öldürücü sonuçtur.
Bütün dinler ve toplumsal teoriler, bunların arasında Apocu dünya görüşü bir bakıma “toplumsal ahlaki politik sosyolojidir.” Ahlak yoksa din de yoktur, devrimci teori de yoktur. Camideki tek bir ahlaksız cemaatin abdestini bozar, partideki tek bir ahlaksız parti birliğini dinamitler. Bu iki ahlaksız toplumu çürütür. Çünkü ahlaksızlık en tehlikeli pandemidir, bulaşıcıdır.
O halde ahlaksızı toplumdan kavun.