Ararat Zerzan, bir ışık huzmesi

Nagihan AKARSEL yazdı —

  • Işıl ışıl gözleri ile karşıma çıktığında, “Sözlerin gülümsüyor adeta” dediğimi hatırlıyorum Bêrîvan’a. Ararat Zerzan’a… Ararat’ın Bêrîvanı’na… Düşleri gülüşünde, umudu direncinde, aşkı ülkesinde ışıldayan Ararat’a…

Varlığın bilgisini ruh üstlenir. Heyecan ve huzurun biraradanlığında bize açık bir harita sunar. Hafızanın bilgileri ve eylemleri vardır orada. Bir de bugün üzerinde yürüyeceğimiz ya da yürüdüğümüz yol. Nevi şahsına münhasırdır ruhun diyalektiği. Düş ile beslenir, umut ile direnir, aşk ile ışıldar. Toprağın ve hafızanın bilgisini üstlenir çünkü. Kalbimizin atışlarını duyacak kadar heyecan duyar, bir uçuruma usul bir dalış yaparken dahi huzur dolar… Tıpkı beyaz taçlı Ararat’ın hafızasında Zerzan aşiretinin direncinin kuşanan Bêrîvan gibi…

Işıl ışıl gözleri ile karşıma çıktığında, “Sözlerin gülümsüyor adeta” dediğimi hatırlıyorum Bêrîvan’a. Ararat Zerzan’a… Ararat’ın Bêrîvanı’na… Düşleri gülüşünde, umudu direncinde, aşkı ülkesinde ışıldayan Ararat’a… Ankara’da ajansımızda baharın coşkusu ile haberden habere koştuğumuz bir zamandı. Kurtuluş Parkı’nın hemen yanıbaşındaydı yerimiz. Parka gitmek için akşam saatlerini büyük bir heyecanla beklediğimiz zamanlardı. Parkın yüzyıllara direnen ağaçlarının ihtişamı her mevsim bir başka güzeldi. Tomurcuk açan ağaçların dibinde oynayan çocukların sesleri usul usul akan bir suyun dibinde birbirine değen çakıl taşlarının sesine benziyordu adeta. Toprağın sesi belki de. Suyun, havanın sesine karışan, ateşin ışığını kuşanan… Belki de ağacın büyüsüne ermiş çocukların sesiydi. Ateş ile dans etmeyi tercih eden Ararat’ın sesi ya da… İlk tanışmamızda gülümsedik birbirimize ve selamlaştık sarılarak. Bir anda bütün yabancılığı ortadan kaldıran, binlerce sözcüğün yerini tutan bir sarılma ile.

Bêdlîs’te dünyaya gelen Ararat Zerzan (Berivan Önal), 1 Eylül 2020’de Medya Savunma Alanları’nda şimşek çarpması sonucu şehit düştü. 

Aylardan da Nisan… İkimizin de kişisel tarihinde yeni başlangıçların zamanı. Sadece ikimizin değil aslında bütün kadınların tarihinde anlamlı bir zaman… Erkek egemen dünyaya hatta kadının kendisine rağmen kadınlara inanan birinci doğuşumuzun zamanı… Ufuklara doğru yol alan, imkansızı gerçek kılan, ateşe umut ekip külünde geleceğe ışık huzmeleri sunan Rêber Abdullah Öcalan’ın doğuşunun zamanı. Mercedes Sosa’nın ‘Teşekkürler Hayat’ şarkısı eşliğinde herşeye rağmen ‘bitmeyen sevgiyle’ hayata sarılarak bize bizi anlatan… Yaşama hakkını veren… Yaşamın hakikatini açığa çıkarmaya kendini adayan… Ararat bu ışık huzmelerini topluyordu gülüşlerinde.

“Teşekkürler hayat verdiğin herşey için/ Caddelerinde, göl kıyılarında, dağlarında/ Ovalarında, Leb-i deryada yahut suya hasret çöllerinde/ Ve evlerinde yorulan adımlarım için”…

İlk gördüğüm anda bu şarkıyla birlikte yerleşti kalbime Ararat… Şarkıyı paylaştım kendisiyle… Gülümsedi. Biraz utangaç, biraz hırçın… Düşmanın zulmü, sömürgenin umutsuzluğu, kadının öğrenilmiş çaresizliğine karşı güçlü akan bir su gibiydi. Duru bir su gibi… Canlı, akışkan ve hep heyecanlı Ararat… Ah şimdi nasıl anlatayım seni. Şairin dediği gibi, “Ben ki fesleğen büyütmüşüm direncinde, Bu acıyla hangi notaya koysam seni…”

Beyaz tacıyla dört mevsim göğün yüzüne selam duran Ararat’ın ismini almıştı Bêrîvan… Ararat’ın direncini kuşanmıştı. Tetwan’ın asaletini. Melazgîr’in hafızasını… Direnişin öğretisine ermek için sınavlara yatırmıştı bedenini, kalbini, beynini. Ve her seferinde başarıyla ilerlemişti ülkesinin patikalarında… Çocukluğundan itibaren büyüsüne kapıldığı toprağına aşıktı. Ankara onun için soğuk, kasvetli bir kentti. Ve en çok da ülkesini ezen postalların, zalimlerin, siyah beyaz dünyaların kentiydi. “Yine de sevecek bir yanı var değil mi? Siz varsınız, yoksa nasıl yaşarsınız, sevmezseniz nasıl dayanırsınız”. Öyle diyordu. Zorunlu sevmelere mahkum edilen sürgünün hakiki sevgiye yolunun toprağından geçtiğini ama bunun çok zor olduğunu bilmiyordu. Anlatmak da zordu. Sürgüne düşen onun gözlerindeki ışığa uzaktan, mahcup bir şekilde tutunmaktı belki de…

Yürüdüğü yolda toprağını, kalbini ezen postalları nasıl yeneceğini bilen bir komutan olmuştu. Arayışlarını belleğine süren, hafızayı hatırlamayan an’da yaşayan bir komutan. Her karşılaşmamızda heyecanı ilk gördüğüm andaki gibiydi.  Okuduğu gördüğü herşey, örneğin Zilan ve Milan diye iki ana kolunun olduğuna dair okumalar yaptığı Kürt aşiretleri, kadın doğasının beslendiği ruhsal ve düşünsel dünya, çiçeğin kokusu, toprağın sesi, hevalinin gülüşü, zirvelerin büyüsü herşey ama herşey Ararat’ın gözlerinde bir ışık demetine dönüşüyordu adeta. Işıklı bir can Ararat… Işık aldı onu bizden. Gök ile yer arasında sıkışan ışık… Tesadüf mü? Yoksa Ararat’ın dediği gibi, “Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir” mi? 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.