Avrupa’nın Çin’inden Çin’e ucuz emek cenneti olmaya

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Bugün Türkiye’nin yoğun gündemine dikkat çekmeyen bir haber düştü. Çin Türkiye’de fabrika açacakmış. Avrupa’nın Çin’i olmaktan Çin’e ucuz emek cenneti olmaya geldiğimiz büyük başarı hikayesinde denilecek çok şey var. 

Çok değil, bundan birkaç sene önce iktidar, Avrupa’nın Çin’i olacağımızı müjdelemişti. Avrupa menşeili sermayedara nispeten daha düşük ücretli emek gücünü, hem düşük sendikalaşma oranlarını hem de Avrupa ortalamasına göre uzun çalışma saatleriyle pazarlayarak yatırımları Türkiye’ye yapmaları isteniyordu. Bizim işçiler ölene kadar çalışır, başınıza dert açmaz. Öyle ya, işçi sınıfının örgütlülüğüne yönelik son derece yaratıcı saldırı biçimleri bulmuşlardı. Erken emeklilik yoluyla emeklilerden ucuz ve kayıtsız işgücü yaratmaya, toplum yararına çalışma ve meslek eğitimi adı altında işçinin ücretini işsizlik ödeneğinden ödetmeye kadar, sendika kelimesini gansterlik ve çetecilik ile bir araya getiren medyanın yaygın söylem üretimine kadar, işsizliğin sorumlusu kadınların iş hayatına katılmalarıdır diyecek kadar ve daha neler neler…

O zamanlar Çin ürünleri, son derece ucuz fiyatlı metalar olarak dünyayı işgal ediyor, kaliteleri sıkça sorgulanıyor ve milliyetçi tepkilerin hedefi oluyordu. Özellikle küçük üretici, daha çok yerli malının desteklenmesi talebini, büyük sermayedar da yatırım destekleri ile işçi ücretlerindeki işverene düşen sosyal hak ödemelerinin devlet tarafından devralınması çağrısında bulunuyordu. Zira Çin’deki düşük işçilik ödeneklerinin nedeni sadece Çin nüfusunun yüksekliği değil, toplumsal yeniden üretim denilen bütünsel ele alınması gereken insan hayatının yeniden üretilmesine dair tüm hizmetlerin kurumsal ve destekleyici şekilde verilmesiydi. Sonuçta nispeten kent yoksulluğunu ortadan kaldırmayı vaat etse de kötü ve ağır çalışma koşullarıyla sıkça gündeme geliyordu Çin, dünyanın fabrikası olarak. Bugün ise Çin ucuz işgücü ücretleri ve ucuz fiyarlı ürünler yerine markalar ve  teknolojik ürünlerle, dünya üzerinde eğitim almak, yatırım yapmak, çalışmak için gezinen büyük miktarlı nüfusuyla ve hala kız çocuklarının anne karnında kürtajı ile gündemde.

Bugün Türkiye’nin yoğun gündemine dikkat çekmeyen bir haber düştü. Çin Türkiye’de fabrika açacakmış. Avrupa’nın Çin’i olmaktan Çin’e ucuz emek cenneti olmaya geldiğimiz büyük başarı hikayesinde denilecek çok şey var. Örneğin, pandemiden bu yana iş bulma ümidi kalmadığı için iş aramaktan vazgeçen kadınların yüzde 168 artmasından... Yani iki buçuk katından fazla. Çeşitli nedenlerle çalışamaz kişi sayısının bir senede 1 milyon kişi artmasından mesela. 2 buçuk milyondan fazla kadın ve erkeğin çalışmaktan çekildiğinde bahsedebiliriz mesela. Çin menşeili olmasının bir önemi yok açıkçası. Söylem düzeyine yansımış çok belirgin bir yapısal dönüşümü vurgulamak için Çin yatırımını örnek veriyorum. Bu ve benzeri sermayedarların yaptığı yatırım, sadece fabrika açmaktan ibaret değil. Lojistik olarak Avrupa ve Kuzey Afrika’daki pazara yönelik üretim yapılacağını belirtmişler. İkincisi, fabrikada çalışacak kişi sayısının birkaç katı kadar, fason ve taşeron firmalar ile de çalışacak. Yani teknik terimlerle söyleyecek olursak, ileri ve geri bağlantıları olacak. Hatta Türkiye’de en yaygın görünmez işçilik biçimi olan ev eksenli çalışmaya da dayanacak üretim. Zira bu çalışma biçimleri, zaten dünya ortalamasından oldukça düşük olan ücretleri, dünya ortalamasından oldukça yüksek olan çalışma saatlerini üzerinden kar demek. Üstüne iş cinayetleri veya meslek hastalıkları üzerinden hukuk sisteminin esnetildiğinin eminim farkındadır sermayedarlar.

Birkaç sene önceye göre Türkiye yabancı ve yerli yatırımcıya çok şey vaat eder hale geldi. Kent topraklarında, doğal alanlara, tarihi eserlere ve insan hayatına dair kaygı duymadan yatırım yapabilecekler mesela. Kapadokya’ya ve Kazdağlarına verilen altın arama ve madencilik izinleri bunu açıkça ortaya da koyabiliyor. Üçüncü havalimanında ve üçüncü köprüde kullanılmasa ve hizmet aksasa bile devletin kendi vatandaşlarının vergileri üzerinden kar garantisi vermesi de cabası. Zorla kar ettiren bir devlet Türkiye yerli ve yabancı sermayedara. Almayanı da dövüyorlar; portakal olarak sıkıyorlar falan hatta.

Tüm bu ticari uğraşlarının yanı sıra itiraz edenlerle de uğraşıyor devlet her bir memuruyla. Örneğin, kamusal alanları ticarileştirmeye küçük bir direniş olan halk etmek satışını yasaklayıp, kendi minnet ağına bağlamak isterken. Hatta açlık sınırının altındaki emekli maaşlarının yüksekliğini konuşurken. Ha bir de unutmadan, Türkiye tarihinde ilk defa iki yıldır, emekli olanların sayısı azalmış. Ne diyelim ticari deha ile yönetilen Türkiye’nin işsizliği de işçi kiralama firmalarına satması an meselesi olabilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.