Barış dedim, n’aber dediler

Dosya Haberleri —

Sırrı Süreyya Önder

Sırrı Süreyya Önder

  • Sırrı’nın “yaşamına mal oldu” diyebileceğimiz o protokol, o ‘iki haftalık barış’ hâlâ askıda. Bu sorumluluğu yerine getirmek, ona en güzel veda olur. O'nu tanıyıp tanışmayan milyonlardan biri olarak, şunu biliyoruz: O sahne bir gün yine açılacak. Ve belki biri O’nun usulüyle, çayını alıp şöyle diyecek: “Barış dedim, n’aber dediler.”

VEDAT YELER

“Tarihin tekerleği hep ileriye ve iyiye doğru döner,” demişti Marx. Sırrı Süreyya Önder de bu sözle veda etmiş gibi yıllar önce. Şimdi o tekerlek, O'nun ardından dönüyor.

Sesini Gezi’de, Newroz’da, Meclis’te, bir film sahnesinde duydum. Bir repliğinde, bir esprisinde, bir laf arasında buldum kendimi. O yüzden ardı ardına dizilmiş bu sözcükler bir tanışıklığa değil, bir tanıklığın veda niyetine.

Sırrı Süreyya Önder, Adıyaman’da doğdu. Türkmen bir ailenin sosyalist oğluydu. Babası Ziya Önder, Türkiye İşçi Partisi’nin kurucularındandı. Sırrı, sekiz yaşında babasını kaybetti. Ama o mirası sırtlayıp yürüdü. Fotoğrafçı çırağı oldu, lastik tamircisi, kamyon şoförü, inşaat işçisi… Hayatın içinde yoğruldu. O da hayatı hikâyeye dönüştürdü.

Her sokaktan bir hikâye topladı. Sonra o hikâyeleri filmlere, yazılara, konuşmalara çevirdi. Tarzı buydu: Bir kahvehanede oturur gibi, elinde çay bardağı, hem anlatır hem güldürür, sonra birden kalbinden bir cümle çıkarırdı. Mizahı da vardı, inadına ciddiyeti de.

Gezi Parkı’nda cop yedi, gaz yedi, omzuna biber gazı kapsülü isabet etti. “Ben ağaçların da vekiliyim,” diye bağırdı. O an sadece ağaçların değil, bu memleketin bütün ötekilerinin vekiliydi.

2006’da Beynelmilel filmiyle sinemaya adım attı. 1980 darbesini hüzünle ama mizahla anlattı. Film, onun hayatına benziyordu: baskı, direnç, memleket hali. “Barışa bir tuğla koyar mıyız, mesele bu,” derdi. Gazetelerde yazdı, sokakta konuştu, hapiste susturulmak istendi.

2011’de bağımsız milletvekili seçildi. BDP’ye, sonra HDP’ye katıldı. Meclis’te de, meydanda da, sokakta da aynı dili sürdürdü. “Ananızdan projeyle mi doğdunuz?” lafıyla, sadece kahkaha attırmadı; siyaseti sorgulattı.

2013-2015 arasındaki “çözüm” sürecinde, İmralı heyetindeydi. Görüştü, aktardı, taşıdı. 2013 Newroz’unda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mesajını Diyarbakır’da milyonlara okudu. O gün, kalabalığın umutla sustuğu o an, onun sesindeydi.

Bu çaba bedelsiz kalmadı. Genç yaşta hapisle tanışmış ve aylarca ağır işkencelere maruz kalmış "Sırrı Abê", 50 yaşından sonra, 2018’de o Newroz konuşması nedeniyle bu kez de 43 ay hapse mahkûm edildi. Girdi, yattı, çıktı. “Barışın postacısıyım, gerekirse canımı veririm,” demişti. Öylesine değil, ciddi söylüyordu.

2025’te, sağlığı bozulduğunda bile bir adım geri atmadı. Şubat ayında yeniden İmralı’ya gitti. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın silah bırakma çağrısını kamuoyuna duyurdu. “Üç ayda hallolur,” diyordu. Ama yorgun kalbi, o son koşuya daha fazla dayanamadı.

15 Nisan’da geçirdiği göğüs ağrısıyla hastaneye kaldırıldı. 12 saatlik ameliyat, ardından yoğun bakım… Memleket, nefesini tuttu. “Dayan Sırrı Abi,” dedi herkes. Ama 3 Mayıs 2025’te, saat 16:10’da gözlerini yumdu.

O'nun gidişi, bir siyasetçinin değil; bu toprakların vicdanının gidişi gibi.

X’te, sokakta, ekranlarda, herkesin bir Sırrı Süreyya anısı vardı. Biri, “Onun gülüşüne, esprilerine ihtiyacımız var. Sakın gitme” diyordu. Bir başkası, “Türkiye’de herkes kavgayı sever ama barış için yorulan azdır” diye yazdı.

O'nun vedası, “bir güzel adamı kaybettik”ten ibaret değil. O, sözüyle de duruşuyla da bu memleketin derdine talip oldu. Kavganın içinden çıktı ama hiç çamura batmadı. Direndi, mizahla direnç arasında bir yol açtı. Bu yüzden milyonlarca kişi onun arkasından bakıyor şimdi.

Sırrı Süreyya Önder bir film sahnesi gibiydi. Hem oyuncu, hem yazar, hem yönetmendi. Şimdi sahne kapandı belki, ama hikâyesi sürüyor.

“Vasiyet” değeri taşıyan bir cümleyle, kızı Ceren’in gözyaşları arasında okuduğu veda mektubunda yeniden belirdi sesi, taşıdığı hikayenin ağırlığıyla: “Şimdi öfkelenmek istiyorum. ‘İki hafta sonra barış protokolü imzalanacak, sonra rahatız, ameliyat da olacağım. İki haftada ne olacak?’ demene kızmak istiyorum.”

Sırrı’nın “yaşamına mal oldu” diyebileceğimiz o protokol, o ‘iki haftalık barış’ hâlâ askıda. Bu sorumluluğu yerine getirmek, ona en güzel veda olur. O'nu tanıyıp tanışmayan milyonlardan biri olarak, şunu biliyoruz: O sahne bir gün yine açılacak. Ve belki biri O’nun usulüyle, çayını alıp şöyle diyecek: “Barış dedim, n’aber dediler.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.