Bir ırkçı nefret hikayesi; Newala Qesaba

Dosya Haberleri —

NEWALA QESABA

NEWALA QESABA

  • Yüzlerce insanın atıldığı dereyi Müslüman AKP ‘hayvan pazarı’ yapacaktı. AKP bu mezalimi yapmaya da kalkıştı. Neyse ki AKP’li Gül halk engelini aşamadı.
  • Türk devletinin Kürt sorununun çözümü yolunda herşeyden önce kanlı ve kirli geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Bunu yapmıyor. Yapmadığı gibi de bazı toplu mezarları tahrip ederek, insanları kaldırımlara gömerek yaraya da tuz basıyor.
  • Kürdistan’ı  ’toplu mezarlar ülkesine‘ çeviren Türk devleti, yaralarımızın sarılmaması ve  yaslı tarihimizin kanaması için elinden ne geliyorsa onu yapıyor.

GÜNAY ASLAN

Kasaplar Deresi Kürt sorununu Kürtleri ‘yok etmek’ yöntemiyle ‘çözmeyi’ esas alan Türk devletinin Kürt halkına karşı sürdüğü kirli savaşın ve işlediği insanlık suçlarının bir sonucu olarak ortaya çıktı ve aradan 30 yıl geçmesine rağmen orta yerde durmaya devam ediyor. 

Bir gece yarısı gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan yoksul Kürt köylüleri, ‘şüpheli’ görüldüğü için kurşunlanan Kürt yurtseverleri ve devletin güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada hayatlarını yitiren Kürt gençleri on yıllardır orada; Siirt’in o kanlı ve kirli deresi Newala Qesaba’da yatıyor. 

Orada yatıyor çünkü, devlet öldürdüğü ve üst üste topluca gömdüğü ve ayrıca üzerine Siirt tugayının çöplerini döktüğü bu dramla yüzleşmeye yanaşmıyor. Öldürdüğü Kürtlerin toplu mezarlardan çıkarılmasına izin vermiyor. Engellerle, yasaklarla ve yalanlarla  gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyor.

Tespit edebildiğim kadarıyla derede 70 ile 90 arasında insan yatıyor! Ancak bu sayının  gerçeği tam olarak yansıttığından emin değilimi zira, sağlıklı bir çalışma yapılmadı. Ne toplu mezarlar ne de gözaltında kayıplar ile ilgili bağımsız, güvenilir bir çalışmanın koşulları yaratıldı. Acılı ailelerinin ve insan hakları örgütlerinin yıllardır dile getirdikleri ‘araştırma komisyonu’nun kurulması talepleri karşılanmadı... 

Kasaplar Deresi haberini ilk olarak 19 Ocak 1989 tarihinde yazdım. O dönem çalıştığım dergide konuyu kamuoyunun gündemine taşıdım. Dediğim gibi tam 32 yıl önceydi ve konu o günden beri gündemde ama aynı zamanda da sürüncemede. Bazen Kürt meselesinde yaşanan siyasal gelişmelere bağlı olarak öne çıkıyor ama çoğunlukla da gündemi çok hızlı değişen Türkiye’nin gündeminde kendine bir yer bulamıyor. Kasaplar Deresi dosyası da rafa kaldırılmış benzer diğer dosyalar günü açılacağı günü bekliyor…

 

Aynı mezarlıkta yatamazlar

Benim bu olaydan haberim 1988 sonunda oldu. 1988 Aralık ayında Ankara’da SHP Kurultay’ında karşılaştığım dönemin SHP Siirt İl Başkanı Avukat Zübeyir Aydar (Şimdi KCK Yürütme Konseyi Üyesi) bana, Siirt’te Komando Tugayı’nın çöplük olarak kullandığı Kasaplar Deresi'ne insan cesetleri atıldığını söyledi. Konuyu araştırdıklarını ve iddianın gerçek olduğunu tespit ettiklerini de belirtti.  

Aradan birkaç gün sonra gittiğim Siirt’te görüştüğüm görgü tanıkları ve mağdur yakınları da bu iddiaları doğruladılar. Askerlerin çöp arabalarıyla dereye ceset attıklarını gözleriyle gören tanıklar da vardı. Ayrıca Siirt Belediyesi’nin Siirt Jandarma Alay Komutanlığı’na gönderdiği resmi evraklar da bunun uzun süredir devam eden bir ‘uygulama’ olduğunu gösteriyordu.

Belediye askeriyeye ‘teröristlerin Kasaplar Deresi’ne defnedildiğine’ dair resmi evrakla  bilgi veriyordu. Bu işlem (!) dönemin Siirt Valisi Atilla Koç’un bilgisi dahilinde yapılıyordu. Vali bunu açıkça savunuyor, ‘terörist vatandaşla aynı mezarlıkta yatamaz’ diyordu. (Atilla Koç 2005 yılında AKP Hükümeti’nde Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yaptı!)

Vali gerekçe olarak bunu diyordu ama onun ‘terörist’ dediği köylüler ya da gençler, valinin ‘vatandaş’ dediği insanların ya babası, ya kardeşi, ya evladı veya yakınlarından biriydi…

 Kasaplar Deresi haberi ‘’Siirt’te İnsan Çöplüğü’’ başlığıyla yayınlandı ancak, egemen medya dönüp habere bakmadı. Haber hiçbir basın organında yer almadı. Buna karşın uluslararası basında ise yankılandı. BBC, Reuters, ARD, El Pais ve Guardian başta olmak üzere uluslararası birçok basın-yayın organı habere geniş yer verdi. İçeride SHP ve Sosyalist Parti’nin, dışarıda ise AF Örgütü, Kızılhaç, Helsinki Watch gibi sivil toplum kurumlarının katkılarıyla dereyle ilgili tartışmalar kısa sürede alevlendi. Bu durum devleti harekete geçmeye mecbur etti.

 

Çöp arabaları ve ceset torbaları

22 Nisan 1989 günü derede kazı yapıldı. Birkaç saat içinde oradan 8 ceset çıkarıldı. Ne ki bölge valiliği aynı gün kazı çalışmalarını durdurdu. O günden bu yana derede çalışma yapılamadı ve daha sonra da zaten dere kapatıldı. Üzeri asfaltla kapatıldı ve ardından imara açıldı. Üzerine yatılı bölge okulu yapıldı.

Dereye insan cesedi atıldığı günlerde askerliğini Siirt Komando Tugayı’nda ‘yazıcı’ olarak yapan bir tanık şunları anlatmıştı:

"Tugay’a ölüler gelince biz gider inceler, tutanak tutardık. Nasıl öldürülmüş, neyle, kaç kurşunla falan, bunları yazardık. Bazen on beş, on altı yaşlarında çocuk ölüleri de gelirdi. Erler bunların çoban olduklarını söylerdi. Komutan ise ‘Ermeni’ derdi. Ölüler daha sonra tugaydaki erlere gösterilirdi. Cesetler yan yana dizilir, erler sıra halinde gelir izlerdi. Bu da eğitimin bir parçası haline gelmişti. Sonra o ölüleri çöp torbalarına doldurur, çöp arabalarına atardık. Kasaplar Deresi bizim çöplüğümüzdü. Çöp arabaları ceset torbalarıya dolu çöplerini oraya boşaltırlardı…’’

Kasaplar Deresi; Siirt’teki adıyla Newala Qesaba…Ünü çok eskilere dayanan bir dere. Siirtli kasaplar çalıntı hayvanları gözlerden ırak bu derede kestikleri için buraya bu ad verilmiş. Ne var ki 1’inci Paylaşım Savaşı döneminde şehrin Ermenleri de valinin fermanıyla bu derede hayvanlar gibi boğazlanmış. Kadın, çocuk, yaşlı demeden Ermeni olan kim varsa kafası ya kılıç ya da balta darbeleriyle parçalanmış.

Anlatılanlar inanılır gibi değildi ama gerçekti

‘Yüzlerce Ermeni kurda kuşa yem edildi. Newala Kasaba, yüzlerce Ermeni’ye mezar oldu‘ demişti bana yaşlı Siirtli Mehmet Ozan…Kasaplar Deresi böyle bir yer ve şimdi yıllardır dereye öldürülen Kürtlerin cansız bedenleri atılıyordu. Şehrin köpekleri ağızlarında dereye atılmış insanların ceset parçalarıyla dolaşıyordu. Birçok Siirtli ağzında insan kolu veya bacağıyla dolaşan köpek gördüğünü söylüyordu. Ayrıca birçok belge ve tanık da vardı. İnanılır gibi değildi ancak gerçekti. 

Öte yandan bu bilgiler bana gelinceye kadar birçok basına organına verilmişti fakat, kimse ilgilenmemişti. Sayın Aydar ve arkadaşları konuyu hem parti merkezine hem de basına bildirmişlerdi  ve hatta bazı gazeteciler Siirt'e kadar gitmiş, olayı yerinde incelemişlerdi ancak, gazetelerin biri bile habere yer vermemişti. 

Üstelik de askeri ve mülki erkan da konudan haberdar edilmişti. Yakınları Kasaplar Deresi’ne atılanlar Valiliğe ve Savcılığa müracaat etmişlerdi. Askeri ve idari erkan bunun üzerine dereyi ‘yasak saha’ ilan etmişti. Ne de olsa mesele netameli ve tehlikeliydi.

 

‘Yasak Saha’da bir gazeteci

8 Ocak 1989 günü Siirt’e gittim. Soğuk mu soğuk bir kış gününün öğlen sonrası da Kasaplar Deresi’nde birkaç kare film çektim.  Alan tamamen karla kaplıydı. Resim çekip geri geldim. İlk gidişimde derede çok kalamadım, kalamazdım da. Hem kıştı karla kaplıydı hem de askeri yasalara göre ‘yasak sahaya’ giren kim olursa üzerine ateş açılabilirdi. Devlet, ‘yasak saha’sına gireni öldürme emri vermişti. Bunu 33 yoksul Kürt köylüsünün toplu mezarı  Sefo Deresi’ne (Van) gitmeye çalışırken öğrenmiştim. Bu yüzden dikkat etmeliydim...

Bana verilen bilgilere göre Kasaplar Deresi’ne yüzlerce insan ölüsü atılmıştı. Ve abartısız Siirt’te yaşayan herkesin bundan haberi vardı. Ancak sanki alışkanlık kazanılmış gibi hayat  da tüm olağanlığıyla akıp gidiyordu! Özellikle de derenin kıyısında yaşayanları anlamakta zorluk çekiyordum. Bunların çoğu koçerdi. Birkaç yıl öncesi yerleşik hayata geçmiş ve burada kendilerine ev yapmışlardı. Yanı başlarına insan ölüleri altılıyordu. Köpekler ağızlarında insan bedenine ait parçalar taşıyordu; buna karşın onların normal (!) hayatları da hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu. Bunu anlamanın ve anlamlandırmanın imkanı yoktu...

Siirt’e bir ‘hırsız’ gibi girmiştim. Kimseye, özellikle de devlete görünmeden işimi yapmam gerekiyordu. Yoksa, yakalandığım her defasında olduğu gibi hem işi yarıda bırakmak zorunda kalıyor hem de ciddi baskı görüyordum.

Mahsun Korkmaz Kasaplar Deresi’ne atıldı

Aynı günün akşamı yakınları Kasaplar Deresi’ne atılmış birkaç kişiyle görüştüm.  Bunlardan biri çatışmada hayatını kaybetmiş gerilla Mehmet Oktay’ın amcasını oğlu Ali Oktay , diğeri, iki oğlunu PKK saflarına yolculamış ve ikisinin de ölüm haberini almış Emin Ergin, üçüncüsü ise 22 Haziran 1985 günü Eruh yakınlarında çıkan çatışmada hayatını kaybetmiş olan Bedrettin Timurtaş’ın eşi Heybet Timurtaş’tı...

Ali Oktay şunları anlatmıştı; ‘Amcamoğlu Mehmet PKK’ye katıldı. Yıllarca dağda kaldı. Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu’nun komutanı Agit (Mahsum Korkmaz) hevalin yanındaydı. 26 Mart 1986 günü Gabar Dağı’nda komando birlikleriyle girdikleri çatışmada Agit hevalle birlikte şehit düştü. Mehmet’in ve Agit hevalin cesetleri bize nispet yaparcasına bir traktör römorkuna atılarak bütün şehirde dolaştırıldı. Sonra da götürüp Newala Kasaba’ya atıldı...’

‘Benim adım Heybet...Heybet Timurtaş. Eruh ilçesi Ağaçyurdu köyündenim. Beş çocuk annesiyim. Kocam Bedrettin ağanın zulmüne dayanamadı, dağa çıktı. Orada PKK’ye katıldı. Kendisi köyümüzün imamıydı. Kendi halinde halim selim bir insandı. Fakat boyun eğmediği için ağa ona takmıştı. Her fırsatta kocama hakaret eder, onu dövdürür, bazen de jandarmaya ihbar ederdi. 22 Haziran 1985 günü de zaten ağanın ihbarı sonucu korucular ve jandarmalar tarafından köyümüzde şehit edilddi. Jandarma ve korucular kocamı katletti. Ancak cenazesi bize verilmedi.  Jandarma alıp götürdü. Sonra duyduk ki Kasaplar Deresi’ne atılmış. Kocam şimdi orada o çöplüğün içinde...’

34 yaşındaki Heybet Kadın da bunları anlatmıştı.

Emin Ergin’in de çatışmada hayatını kaybeden bir oğlu (Ahmet) Kasaplar Deresi’ne atılmıştı. Dönemin SHP Muş İl Başkanı Sırrı Sakık'ın anlattıkları da şöyleydi:

 ‘Kızkardeşim Adife ile amcamın oğlu Murad 9 Mart 1985 günü Sason’da güvenlik güçleriyle girdikleri çatışma sonucu hayatlarını kaybettiler. Bize cenazelerini teslim etmediler. Biz cenazeyi almaya gittiğimizde gözaltına alındık. Hakarete uğradık. Devlet görevlileri bize cenazelerin Diyarbakır’da gömüldüğünü söylediler. Ancak aradan zaman geçtikten sonra kızkardeşimin, amcamın oğlunun ve onlarla birlikte hayatlarını kaybedenlerin tamamının Kasaplar Deresi’ne atıldığını öğrendik...’

Sakık, kız kardeşinin mezarının Diyarbakır’da değil, Kasaplar Deresi’nde olduğunu biliyordu ama devlet de gerçeği inkara devam ediyordu...

Halk anlatıyor, devlet üç maymunları oynuyor

‘Benim oğlumu evden götürdüler. Ben Mardin ili İdil ilçesi Sulak köyü halkındanım. 10 Nisan 1985 gecesi komandolar köyü bastı. Bütün evler tek tek arandı. Bizim evi de bastılar ve oğlum Hasan’ı alıp götürdüler. Oğlumu önce Cizre’ye sonra Şırnak’a götürdüler. Orada işkencelerden geçirdiler. Orada öldürdüler ve nereye gömdüklerini bana söylemediler. Sadece oğlum götürüldükten üç gün sonra eve geri geldiler. Komandoların başındaki yüzbaşı bana, oğlun kaçarken düştü ve başını arabanın tamponuna çarparak öldü dedi. Bana böyle bir kağıdı zorla imzalattılar. Ne yapıp ettiysem oğlumun cesedini bana vermediler. Sadece alay eder gibi oğlumun Kasaplar Deresi’nde olabileceğini söylediler...’

Oğlu Hasan Akar’ı gözaltında işkencede yitiren ve oğlunun ölüsünü bile göremeyen bir anne bunları söylüyordu.

Şırnak Tugayı’nda işkenceye tanık olan Kemal Doğan yaşadıklarını şöyle anlatıyordu;

’Bir gün Ankaralı ve adının da Mustafa olduğunu söyleyen 30-35 yaşlarında uzun boylu, sarı saçlı birini getirdiler. Adam çok işkence gördü, sonra da alıp götürdüler. Adamın öldüğünü söyledi askerler. Askerler ayrıca alayda denetleme yapılacağı için tuvalet çukuruna atılan cesetlerin çıkarıldıklarını ve Kasaplar Deresi’ne atıldıklarını söylediler...’

‘Adım Hasan. Ben de şöförüm. Haziran 1987’de kız arkadaşımı arabaya almış, dolaşıyorduk. Kasaplar Deresi mevkiinden geçerken askeri çöp arasından bir cesedin atıldığını gözlerimle gördüm. Sonra da üzerine çöp döküldü. Biz çok yakındaydık. Ya bizi fark etmediler, ya da önemsemediler. Ölünün saçları sarıydı. Bunu bile gördüm. Üzerinde mavi kot pantolon vardı...’ 

‘Adım Sevdin. Siirt Belediye’sinde geçiçi temizlik işçisiyim. Çöpçülük yapmaktayım. Kasaplar Deresi’ne cesed atma işine (!) çoğu zaman biz de katılırız. Çoğu zaman bunu Alay Komutanlığı ve belediye birlikte organize eder. Kasaplar Deresi’ne attıklarım arasında kendi yeğenim Hasan Dağtekin’in de olduğunu sonradan öğrendim. Emir kulusun ya, sormak, bakmak, araştırmak gibi bir hakkın olmuyor. Bu durumda insanda insanlık da kalmıyor...’

Bana anlatılanlar böyle devam edip gidiyordu. Halk, görgü tanıkları ve aileler anlatıyor ancak devlet ise üç maymunları oynuyordu.

Siirt ve çevre il ve ilçelerde görüştüğüm görgü tanıklarından ve gözaltında yakınları kaybolmuş olanlardan önemli bilgiler edinmiştim. Aralarından bazıları askerlerin çöp arabalarından dereye ceset attıklarını gözleriyle görmüşlerdi. Epey bilgi sahibi olmuştum. Ayrıca Siirt Belediye Başkanlığı’nın Siirt Jandarma Alay Komutanlığı’na gönderdigi 13 Temmuz 1988 tarihli ve 2/296 nolu resmi bir evrakı da ele geçirmiştim. Evrakta, ‘13 Temmuz günü saat 15.00 sularında 5 teröristin Kasaplar Deresi mevkiine defnedildiği’ yazıyordu.

Belediye bile bu işi aleni yapmaya, cesetleri mezarlığa gömmek yerine, Tugay’ın çöplüğüne atmaya başlamıştı. Durum tek kelimeyle vahimdi. 

Kozakçıoğlu itiraf ediyor

Siirt, Batman, Diyarbakır hattında bir hafta gidip geldim. Bana anlatılanları tek tek kaydettim. Bir yığın bilgi ve belgeyle Diyarbakır’daki Olağanüstü Hal Valiliği’ne gittim. 16 Ocak 1989 günü elimdeki dosyayla birlikte Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun kapısını çaldım. Konuyu açtım. 

Kozakçıoğlu da konuyu biliyordu. ‘Bize duyum geldi. Bir köpeğin ağzında bir insan ayağı görülmüş ancak yetkililer de gereken ilgiyi göstermişler. Ölüyü dereden alıp başka bir bölgeye gömmüşler’ dedi. Bölge Valisi olayı büyütmenin anlamsız olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. Kozakçıoğlu’na göre derede üç ceset vardı. ‘Biri Suriye uyruklu, diğeri Bingöllü bir terörist, diğerinin ise kimliği bilinmiyor’ dedi. 

Bunun üzerine kendisine bazı belgeler sundum. Kasaplar Deresi’nde gerek gözaltında işkence sonucu hayatını kaybetmiş, gerekse çatışmada ölü olarak ele geçirilmiş çok sayıda insana ait ceset olduğunu söyledim. Vali Bey, bunun üzerine ‘ölü olarak ele geçen teröristin akibetiyle ben ilgilenmem’ dedi. Kasaplar Deresi’ni açma yetkisinin de kendisinde olmadığını söyledi. Her şeye gücü yeten, devlet adına anlaşmalar yapan, uçaklar, helikopterler, ağır silahlar alan, köyleri boşaltan, partileri, dernekleri kapatan, kitleleri gözaltına aldıran ‘Süper Vali’nin yetkisi Kasaplar Deresi’ne yetmiyordu. Buna inanmak mümkün değildi. Israr ettim. Bana yetkili makamın Siirt Savcılığı olduğunu söyledi. 

Atilla Koç, Veli Küçük, Cem  Ersever, Levent Ersöz; Kontrgerilla ekibi

17 Ocak 1989 günü de sıradan bir vatandaş gibi Siirt Cumhuriyet Savcılığı’na resmi bir dilekçeyle müracaat ettim. İddiaları yeniledim ve olayın araştırılmasını talep ettim. Dönemin Siirt Savcısı Mustafa Erdoğdu dilekçemi işleme koymak istemese de ısrarım sonucu kabul etti. 

Savcılıktan ayrıldıktan sonra doğruca Siirt Valiliği’ne gittim. Vali Atilla Koç burada ünlü biri. Kürtler onu yakından tanıyor. 12 Eylül darbesi nedeniyle ülkeyi terk ederek Suriye’ye çıkan ve Kamışlo’da kalan Kawa örgütünün merkez komite üyelerine yapılan kanlı baskın sırasında Atilla Koç Nusaybin Kaymakamı’dır. Operasyon Nusaybin’de planlanmıştır. Baskını planlayan dönemin Nusaybin Tabur Komutanı Binbaşı Veli Küçük’tür. Mahiyetindekiler ise üsteğmenler Cem Ersever, Levent Ersöz, Atilla Uğur ve Cemal Temizöz’dür. ( Bunlar daha sonra JİTEM adıyla karşımıza çıkacak, Kürt halkına karşı ağır suçlar işleyen cinayet şebekesinin başında olacaklardı.)

Vali Koç beni tepkiyle karşıladı. Yanında Belediye Başkanı Mahmut Çalapkulu da vardı.

Vali yüzüme bile bakmadan, ‘de bakalım diyeceğini’ dedi. Alay eder gibiydi. Tam lafa başlayacaktım, bu kez de ‘sakın yalan söyleme ‘demez mi? Vali açıkça provokasyon yapıyordu. Sonunda beni makamından kovdu. Valilikten çıkarken gözaltına da aldırdı. Polisler beni bir otoya bindirip otobüs garajına getirdiler tekme tokap il dışına çıkardılar.

Mahmut Alınak önerge verdi

Bir süre sonra konu Türk meclisinin gündemine de geldi. Dönemin SHP Kars Milletvekili Mahmut Alınak 16 Şubat 1989 günü İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’nin yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi. Alınak iddiaların vehametine değiniyor ve ‘ bu güne kadar sahipsiz kaç ceset Kasaplar Deresi olarak bilinen çöplüğe atılmıştır?’ diye soruyor,‘sahipsiz cesetlerin dini vecibelerine uyulmadan şehir mezarlığı yerine çöplüğe gömülmesini insani değerlerle bağdaştırabiliyor musunuz?’ diye de ekliyordu.

İçişleri Bakanı Kalemli, Alınak’ın soru önergesine yanıt vermedi. (Aradan 32 yıl geçti, devlet hala bir yanıt vermedi.) Türk meclisi ve hükümeti suskunluğu seçmişti ancak dış dünyadan tepkiler yükselmekteydi. Uluslararası Af Örgütü çağrı yayınlamıştı. Kimi sivil toplum kuruluşları da Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Anglikan Kilisesi ve Kızılhaç örgütüne baş vurmuşlardı. Kasaplar Deresi insanlığın vicdanını yaralamıştı. Bu yüzden tepkiler çoğalmıştı ancak Türkiye’den hala ses çıkmamaktaydı. 

İkinci kez Kasaplar Deresi’nde

21 Şubat 1989 günü Kasaplar Deresi’ne yeniden gittim. Bu kez yalnız değildim. Yanımda benim de kurucuları arasında olduğum Sosyalist Parti yöneticileri vardı. Cumhuriyet Gazetesi’nden Cengiz Mumay ve Alman ARD televizyonundan iki kişi de bize katılmıştı.  

Derede inceleme yaptıktan sonra tanıklarla görüşmek üzere otele geçtik. Sosyalist heyeti ve gazeteciler tanıkları bir de orada dinlediler.

Tanıklarla görüşmenin ardından heyet halinde Siirt Savcılığı’na gittik. Heyet üyeleriyle savcı arasında tartışmalar yaşandı. Siirt Savcısı, ’önemli olan devletin prestijidir. Devletimizin itibariyle oynanıyor’ diyor, derenin açılması talebini reddediyordu. 

Ancak buna rağmen tepkiler de dinmek bilmedi. Bu kez devreye SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay girdi.

Atalay 2 Mart 1989 günü kimseye haber vermeden Kasaplar Deresi’ne gitti ve derenin açılmasını talep etti. SHP, özellikle Kürdistan’daki il örgütlerinin baskısı sonucu Atalay’ı konuyu araştırmakla görevlendirmişti. Atalay derede incelemeler yaptıktan sonra savcıya gitti. Savcı ona da önce kem küm etti, sonra da gerçeği söyledi. ‘Dere yakında açılacak’ dedi. Ancak tarih vermedi

Dere gizlice açılıyor!

Konu kamuoyuna mal olmuştu. İç ve dış basında her gün konuyla ilgili bir habere rastlanıyordu. Kasaplar Deresi tartışması giderek büyüyordu. Basın, sivil toplum örgütleri ve siyasiler soruyor devlet yetkilileri ise reddediyorlardı. Ben de ifadeden çıkıp ifadeye gidiyor, basına yeni bilgi, belge bulmaya, mağdur yakınlarının acılı çığlıklarını duyurmaya çalışıyordum...

22 Nisan 1989 günü Siirt’ten bir telefon aldım. Telefon eden tanıdık, Cumhuriyet Savcısı Mustafa Erdoğdu başkanlığındaki devlet heyetinin Kasaplar Deresi’nde kazı yaptığını söylüyordu. Siirt Belediyesi ve Karayolları idaresinden 100 kadar işçi alınmış, etrafa da bir o kadar özel tim yerleştirilmişti. Kepçeler kazıyor, işçiler torbalarlar ceset taşıyorlardı. Savcılığa resmen müracaat etmeme, iki kez ifade vermeme rağmen bana haber verilmemişti...

Savcı basından sadece Siirt’ye yerel gazetecilik yapan Necati Mumay’ı almıştı. (Mumay’ın o gün çektiği fotoğraflardan biri -22 yıl sonra- Radikal Gazetesi’nde yayınlandı.) Savcının olayı örtbas peşinde olduğu anlaşılıyordu. Derhal Siirt’e gitmem gerekiyordu ancak aynı gün gözaltına alındığım için gidemedim...

Siirt Savcılığı sonunda derede kazı yapmıştı. Ancak derenin tamamında değil, küçük bir bölümünde yapmıştı. Ve buradan 6 ceset çıkarılmıştı. (Kimine göre ise 8!) Tabii bu da panik yaratmıştı. Devlet yetkilileri de o güne kadar, dereye önceden sadece 3 kişinin atıldığını, onların da sonradan çıkarılıp şehir mezarlığına defnedildiğini açıklamışlardı. Şimdi ise birkaç saatlik bir kazı sonucu 6 ceset çıkarılmıştı! Kazının devam etmesi halinde sayı artacaktı. Bundan olsa gerek kazıya son verilmiş, işçi ekibi geri çekilmiş, güvenlik önlemi arttırılmıştı.

Savcı, daha sonra Adalet Bakanlığı’ndan gelen ‘kazıya son verin’ emri gereği kazının durdurulduğunu açıkladı. ‘Bu iş burada bitmiştir’ diyerek kestirip attı. O gün bu gündür derede bir daha kazı yapılmadı. Ailelerin başvuruları yanıtsız kaldı. Hatta ailelere yönelik baskılar daha da arttı. Baskıya uğrayanlardan biri de Mahsum Korkmaz’ın Ablası Maşallah Korkmaz’dı. 

Derenin açılması için çalışma başlatan Korkmaz, İHD'ye hukuki yardım başvurusunda bulunmuş ve yakınları orada gömülü ola ailelere , "bir kemik de olsa ziyaret edelim, gelin burayı şehitlik yapalım" çağrısı yapmıştı. Bundan ötürü ciddi baskılarla karşılaşmıştı. Maşallah Korkmaz, Dicle Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada bunlar değinmiş, bu yüzden Kayseri’ye sürüldüklerini söylemişti.

Ölü ya da Diri belgeseli

Kasaplar Deresi bundan tam 32 yıl önce gündeme geldi. Ne var ki konunun üzerine ciddiyetle gidilmedi. Bir avuç insanın dışında geniş kesimler de olayı sahiplenmedi. Belki de sahiplenemedi zira, bu zaman zarfında Kürtler rahat yüzü görmedi. Zulüm devam etti, ediyor. Yara da hep kanadı, kanıyor.

Kasaplar Deresi bir türlü unutulmadı. Devlet de unutmadı. Burayı ortadan kaldırmanın hesaplarını yaptı. AKP’nin Siirt Belediye Başkanı 2008 yılında Kasaplar Deresi üzerinde "Hayvan Pazarı" yapılması kararı aldı. 2002 seçimlerinde milletvekili koltuğunu Erdoğan’a  devrettiği için ödüllendirilen Siirt Belediye Başkanı Mervan Gül, dereyi bu amaçla ‘ihaleye’ bile açtı. 

Yüzlerce insanın atılığı dereyi Müslüman AKP ‘hayvan pazarı’ yapacaktı. AKP bu mezalimi yapmaya da kalkıştı. Neyse ki AKP’li Gül halk engelini aşamadı. 

Bu arada İzmir’den yola çıkan beş kişilik bir ekip de Kasaplar Deresi’nin belgeselini yaptı. Mirî û ji Sax (Ölü ve de Diri) isimli belgeselin 2015 yılında Diyarbakır’da galası da yapıldı.

Galaya mağdur yakınları, insan hakları savunucuları, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcileri, yazarlar, sanatçılar, kanaat önderleri ve medya dünyasından çok sayıda ismin katıldı. Mağdur yakınları bir de belgesel üzerinden adalet çağrısı yaptı. 

Ancak Türkiye’nin dört bir yanından yükselen adalet talepleri gibi Kasaplar Deresi’nden yükselen adalet talepleri bugüne dek karşılanmadı. Bunun için Türk devletinin Kürt sorununun çözümü yolunda herşeyden önce kanlı ve kirli geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. 

Ne ki bunu yapmıyor. Yapmadığı gibi de bazı toplu mezarları tahrip ederek, insanları kaldırımlara gömerek yaraya da tuz basıyor.

Kürdistan’ı  ’toplu mezarlar ülkesine‘ çeviren Türk devleti, yaralarımızın sarılmaması ve  yaslı tarihimizin kanaması için elinden ne geliyorsa onu yapıyor. Bu durumda bize de acılarımıza sahip çıkmaktan ve onların hesabını sormaktan başka bir yol kalmıyor...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.